Gönül Dağı efsanesi

Bir film yapılabilir. Adına bir şehir kurulabilir. Gönül Dağı festivalleri, yarışmaları düzenlenebilir. Aynı isimle çikolata, şekerleme üretilebilir. Bir araba modeline isim olarak verilebilir. Hepsi de yakışır. O yüce dağ, hepsini çeker. Oturup şükredelim, ayaktayken şükredelim. Yatıp kalkıp şükredelim Rabbimiz bize bunları verdiği için…

NİHAT Sami Banarlı’nın “Türkçenin Sırları” adlı eserinde “gönül” kelimesiyle ilgili bir bölüm vardır. Hoca öyle güzel anlatır ki, o kelimeyi yeniden keşfedersiniz.

Gönül, nasıl bir sırra sahipse, gücüyle dünyayı güzelleştirir.

Yanına gelen ve birlikte anıldığı kelimeleri de sarıp sarmalar, kendi âlemine çeker ve bambaşka anlamlar katar.

Misâl, “alçak” kelimesi… Gönülle beraber anıldığında, “alçakgönüllü” olur ki ortada ne alçaklık kalır, ne izi.

Ağır bir anlamı olan, hakaret olarak kullanılabilen “alçak” kelimesi gönülle birleştiğinde ayrı bir güzellik doğar.

“Gönül” kelimesinin ilk şekli “kön-kül” imiş. Zamanla “könğül” olmuş. Sonra bugüne gelmiş.

Sekizinci asırda “könkül” şeklinde kullandığını görüyoruz. Banarlı Hoca böyle bahseder.

“Târihi taşa kazdıran bir hükümdar ağzından konuşarak, adını bildiğimiz ikinci Türk yazarı Yolluk Tigin…”

Yusuf Hashâcip ise Kutadgu Bilig eserinde “könğül” der.

“Könğül kimni sevse körür közde ol…”

Biz de bugün kullandığımız Türkçede “gönül” diyoruz ve kabul etmek gerekir ki hakkını veriyoruz.

Gönül veririz, gönül alırız, gönül yaparız…

Gönülden konuşur, gönülden severiz.

Gönlümüzden geçirdiğimiz, az sonra telefonla arar ki hiç de sürpriz olmaz.

Başka dillerde karşılığı bulunmayan bir kelimedir gönül. Kâlp der, geçerler.

Karşılığı olmayınca, kendisi var mıdır? Merak eden konuşsun, felsefesini yapsın.


Gönüllerin hızmatçısı

Bizde öyle bir dağ var ki… Erciyes’ten büyük, Palandöken’den yüce, Uludağ’dan ulu, Ağrı dağından heybetli.

Alplere de meydan okur, Himalayalara da.

O yüce dağın adı, Gönül Dağı…

Söz, Neşet Ertaş’a geldi mecburen.

“Gönül” kelimesini bizde en iyi kullananlardan biri Neşet Ertaş’tır. İtiraz edenin alnını karışlarım. Öyle bir telâffuz eder ki, sözlerinin gönlünden geldiğini hemen anlarsınız.

“Gonğüllerinizin hızmatçısı, ayaklarınızın turabıyım” dediği zaman, erir gider insan. Kimdir asıl türap?

Dillere destan “Gönül Dağı” adlı türküsü, kulaklarımızdan gitmez.

Fahri Tuna şöyle söyler konu açılınca: “Kırk tane dil profesörü bir araya gelse, ‘Gönül Dağı’ gibi bir buluşu ortaya çıkaramazlar. Okuma yazması olmayan Neşet Ertaş ise onu yıllar önce söyleyivermiştir.”

Hem de ne söyleme!

“Gönül dağı, yağmur boran olunca

Akar can özümden sel gizli gizli

Bir tenhada can cananı bulunca

Sinemi yaralar dil gizli gizli…”

Gönüllerde taht kurması tesadüfe bağlı değildir rahmetlinin. İçtendir, yerindedir, hakkıyladır. Bedeli ödenmiştir.

Dost elinden “Gel” olmazsa varılmayacağını, rızasız bahçedeki gülün derilmeyeceğini bildiren Neşet Usta, “kalpten kalbe bir yol” olduğunu söyler ve o görülmeyen yolun, gönülden gönle gizli gizli ulaştığını bize anlatır.

Bu türkü seneler boyunca radyolarda, televizyonlarda çalındı. Kasetlerde çaldık, plaklarda, CD’lerde çaldık… Teknoloji değişti, çaldığımız aletler değişti, türkü değişmedi. Evde, yolda, çayırda çimende neredeysek orada çalındı Gönül Dağı.

Belki ileride bambaşka cihazlarda çalınacak.

O kadarını tahmin edebiliriz.

Tahmin edemediğimiz husus şu ki, birileri Gönül Dağı’nı başka türlü çalmak istedi. Hırsızlıktan bahsediyoruz.

Neşet Ertaş’tan çalmak istediler onu.

Ne hikmetse, kendilerine mâl edemediler de, başka birilerine ait olduğunu söylemeye kalkıştılar. 

Biri çıktı, “Bu türkü Mahsuni Şerif’in” dedi.

Bir başkası çıktı, türkünün aslının Kürtçe olduğunu ve Cemil Horo’ya ait olduğunu iddia etti.

Mimar Sinan’dan Selimiye’yi söküp alabilir misiniz? Itrî’den Tekbir’i çalıp sahiplenebilir misiniz?

Ne derler… “Alan da gaçan mı?”

Neşet Usta’nın başka birinin eserini sahiplenmeye ihtiyacı oldu mu hayatı boyunca? Aksine, pek çok kişi ondan aldı. Ara sıra da sözlerini değiştirerek…

Neşet Ertaş, çoğunlukla kendi eserlerini söylerdi. Konserlerde ve programlarda açılışı babası Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan gibi ustalardan birkaç eserle yapar, sonra kendi türkülerine geçerdi.

Türküyü gasp etme iddiaları, nedense Neşet Ertaş’ın vefatından sonra ortaya atıldı.

Neşet Ertaş’ın yakın dostu olan, hakkında TRT adına bir belgesel program hazırlayan, bir de kitap yazan Bayram Bilge Tokel, bu iddialara şöyle cevap verdi:

“Gönül Dağı türküsü, Mahsuni Şerif’in olsa, bunu her ikisi de gocunmadan, komplekse kapılmadan, açık yüreklilikle söylemekten çekinmezlerdi.”

Soralım, Bayram Abi anlatsın

Bayram Bilge Tokel, Neşet Ertaş’ı en yakından tanıyanlardan biridir. Ülke TV’de üç yıl boyunca (1998-2000) hazırlayıp sunduğu programa, ustanın izniyle “Gönül Dağı” adını vermişti. Birkaç defa Neşet Usta’yı da konuk etmişti.

Özel bayram programlardan birinde Âşık Mahsuni Şerif ile Abdurrahim Karakoç’u ağırlamış, Neşet Ertaş da uzaklardan (Viyana’dan) telefonla katılmıştı.

https://www.youtube.com/watch?v=DvBqr35srMg

Bu adreste programa bakanlar görecektir ki, o büyük sanatçılar, ömür boyunca birbirine çok büyük saygı duymuşlardır.

Gönül Dağı türküsünden bahis açılınca, Mahsuni Şerif ne diyor? “Neşet Gardaşımın bütün türküleri güzeldir.”

Eğer iddia edildiği gibi olsaydı, “Neşet Gardaşım benim türkümü ne güzel söylüyor” demez miydi?

Sözü Bayram Bilge Tokel’e bırakalım:

“Neşet Ertaş türkülerinin dili, felsefesi, formu, ezgisel yapısı ve makamsal özellikleriyle ilgili en küçük bir bilgisi ya da sezgisi olan biri, bu tür bir iddiada bulunamaz.

Çünkü Neşet Ertaş’ın söz ve müziği kendisine ait bütün türküleri, bozlakları tavır, üslûp, yorum, ifade ve icra tekniği yönünden öylesine güçlü bir homojenlik gösterir ki az çok müzik zevki ve kulağı olan biri, daha ilk cümlede ‘Bu Neşet Ertaş türküsü’ der. Bu, tıpkı Yunus’un şiirlerinde, Âşık Veysel’in deyişlerinde, Saadettin Kaynak’ın bestelerinde de gördüğümüz bir tür ‘ayrıcalıklı şahsilik’ örneğidir.

Gönül Dağı da sözü, müziği, havası, edâsı, tavrı ve üslûbu ile karakteristik bir Neşet Ertaş türküsüdür. Tıpkı ‘İşte Gidiyorum Çeşmi Siyahım’ türküsünün de tipik bir Mahsuni Şerif türküsü olması gibi…

Neşet Ertaş’taki Yunusça edâyı, ârifane terbiyeyi ve irfâni derinliği fark edemeyecek kadar sığ ve nobran olanlardan Neşet Ertaş’ı doğru anlamaları beklenemez.”

Bayram Bilge, Abdurrahim Karakoç üstadımız gibi, benim kırk yıllık ağabeyimdir. Beni Neşet Usta ile tanıştıran kişidir. Sadece beni değil, bütün milleti desek daha doğru!

Almanya’da yaşadığı yıllar boyunca, orada sanatına devam etti ama burada yavaş yavaş unutuldu.

Öyle ki, gün geldi, öldüğüne dair haberler çıktı. Radyolarda zaman zaman “Merhum Neşet Ertaş’tan alınan türkü” diye anonslar yapıldı.

Usta bu duruma da aldırış etmedi. Gönlü kırılmıştı.

Ta ki TRT için o belgesel çekilene kadar…

O sebeple Neşet Ertaş, “Bir babam, bir de Bayram Gardaşım” derdi. Kaç defa duydum bu ifadeyi…

Ülkeye dönmesi, yeniden sahnelere ve ekranlara çıkması bundan sonradır. Tedavi için gitmek zorunda kalmıştı. Biriken vefasızlıklar yüzünden küskünlüğe düşmüştü.

Çok şükür, yeniden geldi ve tekrar başımızın tâcı oldu.

Bir hesaba göre komşu olacaktık.

Bir gün Bayram Abi, “Sizin oralardan bir ev bakalım üstada” demişti ki bir süre sonra rahatsızlandığını duyduk. Ömrü vefa etmedi maalesef. Aramızdan çabuk ayrıldı. Takdir Mevlâ’nındır, ne diyebiliriz?

Neşet Usta göçtü gitti.

Mahsuni Usta ve Abdurrahim Usta göçtü gitti.

Sözünü ettiğimiz bayram programına telefonla katılan, şiirimizin ak saçlı kartalı Bahattin Usta da göçtü gitti.

Geriye şiirler, türküler, kayıtlar ve kitaplar kaldı.

Bir de kulaklarımızda yankıları…

Bu kıymetli ustalarımız, Sultan Süleyman kadar yaşasaydı da bize az gelirdi şüphesiz. Dünyanın geçici olduğunu biliyoruz. Bir gölgelikten ibaret olduğunu duymuşluğumuz vardır, tam anlamasak da.

Bu sebeple, geride kalan eserlere kulak verecek, avunacağız.

Gönül Dağı’nın rampaları

Ülke TV’deki Bayram Bilge Tokel’in Gönül Dağı programından yıllar sonra, TRT Haber’de aynı isimle ve farklı bir formatla başka bir program başladı.

TRT Haber’in sevilen programlarından Gönül Dağı’nda, uzun yol şoförlerinin hikâyesi anlatılıyor.

Bir dönem Wilco Van Herpen sundu, bir dönem Veysel Diker, sonra Serkan Ercan geldi sunucu olarak… Ardından Kadir Çöpdemir üstlendi o görevi. Şimdilerde sağ koltukta tiyatro sanatçısı Hacı Ali Konuk yer alıyor.

Bir ihtimâl, yakında başka biri gelecek. Çok sunucu değiştiren bir program. Format değişmiyor tabiî. Yol boyu sohbet. Konu, hayat hikâyesi...

Çileli meslek erbabından öyle ifadeler işitiyoruz ki hayranlık duymamak mümkün değil.

Yollarda ömür tüketen kaptanlarımızın vatan sevgisi, dillere destan.

Ailelerine olan bağlılıkları, çoluk çocuklarına olan sevgileri de öyle.

Hele hayat felsefeleri karşısında, her seferinde samimiyetle şapka çıkarıyorum.

Kamyonların, tırların arkasına yazılan yazılara bakarsak, o sağlam felsefeyi anlayabiliriz. Lâf olsun diye yazılmıyor o yazılar.

Bazen mizah çıkar karşımıza, çoğunlukla da hayata dair filozofça ifadeler.

Bir diğer önemli özellik de hemen hepsinin babasına karşı büyük bir sevgi ve saygı beslemesi.

Tır şoförlüğü bir tür krallık. Öyle ki, krallıklardan, padişahlıklardan daha fazla babadan oğula geçen bir meslek.

En çok dile getirilen husus bu. Şöyle özetlemek mümkün: “Babam istemedi benim de kendisi gibi uzun yol şoförü olmamı. Fakat engel olamadı. Ben çok istekliydim, meraklıydım. Babama hayran olduğum için, onun yolundan yürüdüm. Sonunda baktı ki mani olamıyor, destekledi…”

Hikâyeler çoğunlukla birbirine benziyor ama çok orijinal olanlar da var. Özellikle kadın kaptanlarımızın hayat hikâyeleri bambaşka.

Uzun yol şoförü olarak tırların, otobüslerin direksiyonunda görebileceğimiz çok fazla kadın yok. Gönül Dağı rampalarında bazen kadın tırcıları, otobüs kaptanlarını da gördük. Hayranlıkla izledik.

Hasreti, gurbeti, çileyi anlatıyorlar. Kimi zaman gülerek, kimi zaman gözyaşıyla…

Nasıl piştiklerini görüyoruz. Tecrübeyi fark ediyoruz.

Eski zamanlardaki kamyonlarla yaşanan maceralar, bugünkü gelişmiş kamyonlardakine hiç benzemiyor.

Uzun yol sohbetlerinde, kaptanlarımızdaki bayrak sevgisini de elle tutulur şekilde görüyoruz. Ay yıldızlı şanlı bayrağımız hepsinin başının tâcı.

Sımsıcak bir dizi

Gönül Dağı önce Neşet Ertaş’ın sazı ve sözüyle türkü olarak ulaştı bize.

Ardından bir müzik programı olarak ekranlarda yer aldı. Bayram Bilge Tokel’in ustaya saygısına bağlı olarak o ismi hak etti.

Derken, uzun yol kaptanlarının hayat hikâyesi üzerinden başka bir Gönül Dağı çıktı karşımıza. Rampalarında indik, çıktık, duygulandık.

Bitti mi? Bitmedi tabiî...

Bir de dizi doğdu aynı isimle.

Bozkırın usta kalemi Mustafa Çiftci’nin hikâyelerinden esinlenildiği yazıyor dizinin başında.

Yozgat şimdi daha güzel. Bozkır şimdi daha zengin. Bu dizi herkese o zenginliği, o güzelliği fark ettirdi.

Memleketine değer katan insanları severiz. Mustafa Çiftci onlardan biri.

Dar anlamda Yozgat, geniş bakarsak bütün ülke…

Değer de öyle çok ki bu topraklarda maşallah, kat kat bitmez.

Memleketimizin kıymetini biliriz bilmesine de bazen unutur gibi oluruz. İşte o zaman birinin hatırlatması gerekir!

Gönül Dağı dizisi, bu hatırlatma görevini yerine getiriyor.

Dizi diğer ülke ekranlarında yayınlanmaya başladığında göreceğiz ki bütün dünya o güzelliklerden nasiplenmiş.

Tertemiz aşk var en başta. Sevgi saygı da elbette.

Bir de mucit kafa…

Kime sorsanız, çok sıcak bir dizi olduğunu söyler. İlk vasfı budur. Sıcaklık ve samimiyet… Zaten ikisini birbirinden ayırmak zordur. Tıpkı âşıkları ayırmanın zorluğu gibi.

Taner ile Dilek âşık…

Veysel ile Cemile…

Ramazan ile Asuman…

Sefer ile Zahide…

Selami ile Keriman…

Kimin gücü yeter sevenleri ayırmaya? Hangi kötü niyetlinin istediği yerine gelir?

Aşk galip çıkmaz mı girdiği savaştan?

Engel olmak isteyenler çıksa da, hayat şartları kendiliğinden set olup karşılarına dikilse de, inanıyoruz ki gönüllerin sıcaklığıyla kahramanlarımız bütün engelleri aşacaktır.

Gönül Dağı dizisi izlenme rekorları kırıyor. Nedir sırrı?

Karmakarışık ilişkiler yok, abuk sabuk olaylara rastlamıyoruz. Küfür yok; entrikalar, ucuz numaralar hiç yok. İyilik, güzellik görüyoruz. Anadolu’nun güzel yürekli insanlarını misafir ediyoruz evimize. Kötüler, kıskançlar, alaya alanlar var ama onların da ıslah olabileceğine inandırıyor bizi Gönül Dağı.

Bir âşığın gönlü kırıldığında, Gönül Dağı’ndan taşlar yuvarlanıyor.

Âşığın gönlü olduğunda ise evvelce yuvarlanan taşlar, tekrar dağa tırmansa, hiç şaşırmayız.

Zira bir masal havası var Gönül Dağı’nda. Bir efsane potansiyeli var. Şimdiden efsane oldu zaten.

Mustafa Çiftci’den başlayıp senaristleri, oyuncuları, yönetmeni, yapımcıyı ve teknik ekibi, kısacası bütün kadroyu gönülden tebrik ederim.

Kast ne kadar başarılı, hemen fark ediliyor. Bilhassa belirtmek isterim. Bütün oyuncular rollerine o kadar uygun seçilmiş ve öyle içtenlikle oynuyorlar ki daha ilk bölümden itibaren gerçek sanmaya başladık.

Gönül Dağı’ndaki aşkların hepsi çok hoş da, benim favorim Sefer.

Süslü Badegül’ün kaptanı… O bir başka seviyor, biz de onu bir başka seviyoruz.

Onun gönlü bir kırılırsa, Gönül Dağı’ndaki bütün kayalar yuvarlanır da ortada ne dağ kalır, ne tepe. Kimse kırmasın öyle sevenlerin gönlünü.

“Zahidem, kurbanım, ne olacak hâlim/ Yine bir lâf duydum, büküldü belim” demesin istiyoruz ama yolun bir yerinde diyecek gibi. Ustanın o eserini kim bilir nereye, hangi olaya saklıyorlar…

Bu senarist milletinin işi belli olmaz.

Yine de ümidi kaybetmeye lüzum yok. Hiçbir zaman yok… Ümidi kaybetmek bize yakışmaz. Problemler çıksa da bizi üzmezler ve bir şekilde 66’ya bağlanır hayırlısıyla…

Mucitlerimizin kıymetini bilelim

Dizide kullanılan icatların bütün dünyanın ilgisini çektiğine dair haberler okuduk. Bilhassa temiz enerji konusu…

Çekecek tabiî! Zira onların her biri gerçeğe dayanıyor.

“Kum Mucit” olarak bilinen Hasan Kum imzasını taşıyor onlar.

Tasarruflu soba borusu, bisiklet, “Çayır ince, biçemedim” demeyen çayır biçme makinesi, fındık ceviz toplama makinesi, fındık kırma makinesi, “Dalkes” isimli budama makinesi, toprak kazma aleti, gübre atma makinesi, küreme makinesi, gizli topuklu ayakkabı, bardak altlığı, nohut soyma makinesi, bilinenlerden çok farklı bir kanepe gibi pek çok icadı kendi başına geliştiren bir yiğit adam… Temiz enerji dâhil…

Yatırım yapma sözü verenlerin yan çizdiği, destekleme vaadinde bulunanların uzaktan dolaştığı, bazılarının “Deli mi bu?” diye baktığı, uzaktan dudak büktüğü bir mucit!

Onu görenlerin, biraz olsun tanıyanların ortak kanaati şu: “Bu adam başka bir ülkede olsa baş tâcı ederlerdi.”

Aman gözünüzü seveyim, bu yiğit adamın kıymetini bilelim! Bütün mucitlerimize destek olalım!

Her köşede bir Hasan Kum yetişmiyor.

Onun gönlü, dağ gibi. Kafası ise zehir gibi çalışıyor maşallah. Rabbim uzun ömür versin, daha nice icatlarına şahit olalım.

Sırada ne var?

Bir süre sonra Gönül Dağı isimli bir kitap çıkabilir. (Evvelce çıkmadıysa tabiî...)

Bir film yapılabilir.

Adına bir şehir kurulabilir.

Gönül Dağı festivalleri, yarışmaları düzenlenebilir.

Aynı isimle çikolata, şekerleme üretilebilir.

Bir araba modeline isim olarak verilebilir.

Hepsi de yakışır. O yüce dağ, hepsini çeker.

Oturup şükredelim, ayaktayken şükredelim. Yatıp kalkıp şükredelim Rabbimiz bize bunları verdiği için…