NİHAT Sami Banarlı’nın
“Türkçenin Sırları” adlı eserinde “gönül” kelimesiyle ilgili bir bölüm vardır.
Hoca öyle güzel anlatır ki, o kelimeyi yeniden keşfedersiniz.
Gönül,
nasıl bir sırra sahipse, gücüyle dünyayı güzelleştirir.
Yanına
gelen ve birlikte anıldığı kelimeleri de sarıp sarmalar, kendi âlemine çeker ve
bambaşka anlamlar katar.
Misâl,
“alçak” kelimesi… Gönülle beraber anıldığında, “alçakgönüllü” olur ki ortada ne
alçaklık kalır, ne izi.
Ağır
bir anlamı olan, hakaret olarak kullanılabilen “alçak” kelimesi gönülle
birleştiğinde ayrı bir güzellik doğar.
“Gönül”
kelimesinin ilk şekli “kön-kül” imiş. Zamanla “könğül” olmuş. Sonra bugüne
gelmiş.
Sekizinci
asırda “könkül” şeklinde kullandığını görüyoruz. Banarlı Hoca böyle bahseder.
“Târihi taşa
kazdıran bir hükümdar ağzından konuşarak, adını bildiğimiz ikinci Türk yazarı
Yolluk Tigin…”
Yusuf
Hashâcip ise Kutadgu Bilig eserinde “könğül” der.
“Könğül kimni
sevse körür közde ol…”
Biz
de bugün kullandığımız Türkçede “gönül” diyoruz ve kabul etmek gerekir ki
hakkını veriyoruz.
Gönül
veririz, gönül alırız, gönül yaparız…
Gönülden
konuşur, gönülden severiz.
Gönlümüzden
geçirdiğimiz, az sonra telefonla arar ki hiç de sürpriz olmaz.
Başka
dillerde karşılığı bulunmayan bir kelimedir gönül. Kâlp der, geçerler.
Karşılığı olmayınca, kendisi var mıdır? Merak eden konuşsun, felsefesini yapsın.
Gönüllerin
hızmatçısı
Bizde
öyle bir dağ var ki… Erciyes’ten büyük, Palandöken’den yüce, Uludağ’dan ulu,
Ağrı dağından heybetli.
Alplere
de meydan okur, Himalayalara da.
O
yüce dağın adı, Gönül Dağı…
Söz,
Neşet Ertaş’a geldi mecburen.
“Gönül”
kelimesini bizde en iyi kullananlardan biri Neşet Ertaş’tır. İtiraz edenin alnını
karışlarım. Öyle bir telâffuz eder ki, sözlerinin gönlünden geldiğini hemen
anlarsınız.
“Gonğüllerinizin
hızmatçısı, ayaklarınızın turabıyım” dediği zaman, erir gider insan. Kimdir
asıl türap?
Dillere
destan “Gönül Dağı” adlı türküsü, kulaklarımızdan gitmez.
Fahri
Tuna şöyle söyler konu açılınca: “Kırk tane dil profesörü bir araya gelse, ‘Gönül
Dağı’ gibi bir buluşu ortaya çıkaramazlar. Okuma yazması olmayan Neşet Ertaş
ise onu yıllar önce söyleyivermiştir.”
Hem
de ne söyleme!
“Gönül dağı,
yağmur boran olunca
Akar can özümden
sel gizli gizli
Bir tenhada can
cananı bulunca
Sinemi yaralar dil
gizli gizli…”
Gönüllerde
taht kurması tesadüfe bağlı değildir rahmetlinin. İçtendir, yerindedir,
hakkıyladır. Bedeli ödenmiştir.
Dost
elinden “Gel” olmazsa varılmayacağını, rızasız bahçedeki gülün derilmeyeceğini
bildiren Neşet Usta, “kalpten kalbe bir yol” olduğunu söyler ve o görülmeyen
yolun, gönülden gönle gizli gizli ulaştığını bize anlatır.
Bu
türkü seneler boyunca radyolarda, televizyonlarda çalındı. Kasetlerde çaldık,
plaklarda, CD’lerde çaldık… Teknoloji değişti, çaldığımız aletler değişti, türkü
değişmedi. Evde, yolda, çayırda çimende neredeysek orada çalındı Gönül Dağı.
Belki
ileride bambaşka cihazlarda çalınacak.
O
kadarını tahmin edebiliriz.
Tahmin
edemediğimiz husus şu ki, birileri Gönül Dağı’nı başka türlü çalmak istedi.
Hırsızlıktan bahsediyoruz.
Neşet
Ertaş’tan çalmak istediler onu.
Ne
hikmetse, kendilerine mâl edemediler de, başka birilerine ait olduğunu
söylemeye kalkıştılar.
Biri
çıktı, “Bu türkü Mahsuni Şerif’in” dedi.
Bir
başkası çıktı, türkünün aslının Kürtçe olduğunu ve Cemil Horo’ya ait olduğunu
iddia etti.
Mimar
Sinan’dan Selimiye’yi söküp alabilir misiniz? Itrî’den Tekbir’i çalıp
sahiplenebilir misiniz?
Ne
derler… “Alan da gaçan mı?”
Neşet
Usta’nın başka birinin eserini sahiplenmeye ihtiyacı oldu mu hayatı boyunca?
Aksine, pek çok kişi ondan aldı. Ara sıra da sözlerini değiştirerek…
Neşet
Ertaş, çoğunlukla kendi eserlerini söylerdi. Konserlerde ve programlarda
açılışı babası Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan gibi ustalardan birkaç eserle
yapar, sonra kendi türkülerine geçerdi.
Türküyü
gasp etme iddiaları, nedense Neşet Ertaş’ın vefatından sonra ortaya atıldı.
Neşet
Ertaş’ın yakın dostu olan, hakkında TRT adına bir belgesel program hazırlayan,
bir de kitap yazan Bayram Bilge Tokel, bu iddialara şöyle cevap verdi:
“Gönül Dağı
türküsü, Mahsuni Şerif’in olsa, bunu her ikisi de gocunmadan, komplekse
kapılmadan, açık yüreklilikle söylemekten çekinmezlerdi.”
Soralım,
Bayram Abi anlatsın
Bayram
Bilge Tokel, Neşet Ertaş’ı en yakından tanıyanlardan biridir. Ülke TV’de üç yıl
boyunca (1998-2000) hazırlayıp sunduğu programa, ustanın izniyle “Gönül Dağı”
adını vermişti. Birkaç defa Neşet Usta’yı da konuk etmişti.
Özel
bayram programlardan birinde Âşık Mahsuni Şerif ile Abdurrahim Karakoç’u
ağırlamış, Neşet Ertaş da uzaklardan (Viyana’dan) telefonla katılmıştı.
https://www.youtube.com/watch?v=DvBqr35srMg
Bu
adreste programa bakanlar görecektir ki, o büyük sanatçılar, ömür boyunca
birbirine çok büyük saygı duymuşlardır.
Gönül
Dağı türküsünden bahis açılınca, Mahsuni Şerif ne diyor? “Neşet Gardaşımın bütün türküleri güzeldir.”
Eğer
iddia edildiği gibi olsaydı, “Neşet Gardaşım benim türkümü ne güzel söylüyor”
demez miydi?
Sözü
Bayram Bilge Tokel’e bırakalım:
“Neşet Ertaş
türkülerinin dili, felsefesi, formu, ezgisel yapısı ve makamsal özellikleriyle
ilgili en küçük bir bilgisi ya da sezgisi olan biri, bu tür bir iddiada
bulunamaz.
Çünkü Neşet
Ertaş’ın söz ve müziği kendisine ait bütün türküleri, bozlakları tavır, üslûp,
yorum, ifade ve icra tekniği yönünden öylesine güçlü bir homojenlik gösterir ki
az çok müzik zevki ve kulağı olan biri, daha ilk cümlede ‘Bu Neşet Ertaş
türküsü’ der. Bu, tıpkı Yunus’un şiirlerinde, Âşık Veysel’in deyişlerinde,
Saadettin Kaynak’ın bestelerinde de gördüğümüz bir tür ‘ayrıcalıklı şahsilik’
örneğidir.
Gönül Dağı da
sözü, müziği, havası, edâsı, tavrı ve üslûbu ile karakteristik bir Neşet Ertaş
türküsüdür. Tıpkı ‘İşte Gidiyorum Çeşmi Siyahım’ türküsünün de tipik bir
Mahsuni Şerif türküsü olması gibi…
Neşet Ertaş’taki
Yunusça edâyı, ârifane terbiyeyi ve irfâni derinliği fark edemeyecek kadar sığ
ve nobran olanlardan Neşet Ertaş’ı doğru anlamaları beklenemez.”
Bayram
Bilge, Abdurrahim Karakoç üstadımız gibi, benim kırk yıllık ağabeyimdir. Beni
Neşet Usta ile tanıştıran kişidir. Sadece beni değil, bütün milleti desek daha
doğru!
Almanya’da
yaşadığı yıllar boyunca, orada sanatına devam etti ama burada yavaş yavaş
unutuldu.
Öyle
ki, gün geldi, öldüğüne dair haberler çıktı. Radyolarda zaman zaman “Merhum
Neşet Ertaş’tan alınan türkü” diye anonslar yapıldı.
Usta
bu duruma da aldırış etmedi. Gönlü kırılmıştı.
Ta
ki TRT için o belgesel çekilene kadar…
O
sebeple Neşet Ertaş, “Bir babam, bir de Bayram Gardaşım” derdi. Kaç defa duydum
bu ifadeyi…
Ülkeye
dönmesi, yeniden sahnelere ve ekranlara çıkması bundan sonradır. Tedavi için
gitmek zorunda kalmıştı. Biriken vefasızlıklar yüzünden küskünlüğe düşmüştü.
Çok
şükür, yeniden geldi ve tekrar başımızın tâcı oldu.
Bir
hesaba göre komşu olacaktık.
Bir
gün Bayram Abi, “Sizin oralardan bir ev bakalım üstada” demişti ki bir süre
sonra rahatsızlandığını duyduk. Ömrü vefa etmedi maalesef. Aramızdan çabuk
ayrıldı. Takdir Mevlâ’nındır, ne diyebiliriz?
Neşet
Usta göçtü gitti.
Mahsuni
Usta ve Abdurrahim Usta göçtü gitti.
Sözünü
ettiğimiz bayram programına telefonla katılan, şiirimizin ak saçlı kartalı
Bahattin Usta da göçtü gitti.
Geriye
şiirler, türküler, kayıtlar ve kitaplar kaldı.
Bir
de kulaklarımızda yankıları…
Bu
kıymetli ustalarımız, Sultan Süleyman kadar yaşasaydı da bize az gelirdi
şüphesiz. Dünyanın geçici olduğunu biliyoruz. Bir gölgelikten ibaret olduğunu
duymuşluğumuz vardır, tam anlamasak da.
Bu
sebeple, geride kalan eserlere kulak verecek, avunacağız.
Gönül
Dağı’nın rampaları
Ülke
TV’deki Bayram Bilge Tokel’in Gönül Dağı programından yıllar sonra, TRT
Haber’de aynı isimle ve farklı bir formatla başka bir program başladı.
TRT
Haber’in sevilen programlarından Gönül Dağı’nda, uzun yol şoförlerinin hikâyesi
anlatılıyor.
Bir
dönem Wilco Van Herpen sundu, bir dönem Veysel Diker, sonra Serkan Ercan geldi
sunucu olarak… Ardından Kadir Çöpdemir üstlendi o görevi. Şimdilerde sağ koltukta
tiyatro sanatçısı Hacı Ali Konuk yer alıyor.
Bir
ihtimâl, yakında başka biri gelecek. Çok sunucu değiştiren bir program. Format
değişmiyor tabiî. Yol boyu sohbet. Konu, hayat hikâyesi...
Çileli
meslek erbabından öyle ifadeler işitiyoruz ki hayranlık duymamak mümkün değil.
Yollarda
ömür tüketen kaptanlarımızın vatan sevgisi, dillere destan.
Ailelerine
olan bağlılıkları, çoluk çocuklarına olan sevgileri de öyle.
Hele
hayat felsefeleri karşısında, her seferinde samimiyetle şapka çıkarıyorum.
Kamyonların,
tırların arkasına yazılan yazılara bakarsak, o sağlam felsefeyi anlayabiliriz.
Lâf olsun diye yazılmıyor o yazılar.
Bazen
mizah çıkar karşımıza, çoğunlukla da hayata dair filozofça ifadeler.
Bir
diğer önemli özellik de hemen hepsinin babasına karşı büyük bir sevgi ve saygı
beslemesi.
Tır
şoförlüğü bir tür krallık. Öyle ki, krallıklardan, padişahlıklardan daha fazla
babadan oğula geçen bir meslek.
En
çok dile getirilen husus bu. Şöyle özetlemek mümkün: “Babam istemedi benim de
kendisi gibi uzun yol şoförü olmamı. Fakat engel olamadı. Ben çok istekliydim,
meraklıydım. Babama hayran olduğum için, onun yolundan yürüdüm. Sonunda baktı
ki mani olamıyor, destekledi…”
Hikâyeler
çoğunlukla birbirine benziyor ama çok orijinal olanlar da var. Özellikle kadın
kaptanlarımızın hayat hikâyeleri bambaşka.
Uzun
yol şoförü olarak tırların, otobüslerin direksiyonunda görebileceğimiz çok
fazla kadın yok. Gönül Dağı rampalarında bazen kadın tırcıları, otobüs
kaptanlarını da gördük. Hayranlıkla izledik.
Hasreti,
gurbeti, çileyi anlatıyorlar. Kimi zaman gülerek, kimi zaman gözyaşıyla…
Nasıl
piştiklerini görüyoruz. Tecrübeyi fark ediyoruz.
Eski
zamanlardaki kamyonlarla yaşanan maceralar, bugünkü gelişmiş kamyonlardakine
hiç benzemiyor.
Uzun
yol sohbetlerinde, kaptanlarımızdaki bayrak sevgisini de elle tutulur şekilde
görüyoruz. Ay yıldızlı şanlı bayrağımız hepsinin başının tâcı.
Sımsıcak
bir dizi
Gönül
Dağı önce Neşet Ertaş’ın sazı ve sözüyle türkü olarak ulaştı bize.
Ardından
bir müzik programı olarak ekranlarda yer aldı. Bayram Bilge Tokel’in ustaya
saygısına bağlı olarak o ismi hak etti.
Derken,
uzun yol kaptanlarının hayat hikâyesi üzerinden başka bir Gönül Dağı çıktı
karşımıza. Rampalarında indik, çıktık, duygulandık.
Bitti
mi? Bitmedi tabiî...
Bir
de dizi doğdu aynı isimle.
Bozkırın
usta kalemi Mustafa Çiftci’nin hikâyelerinden esinlenildiği yazıyor dizinin
başında.
Yozgat
şimdi daha güzel. Bozkır şimdi daha zengin. Bu dizi herkese o zenginliği, o
güzelliği fark ettirdi.
Memleketine
değer katan insanları severiz. Mustafa Çiftci onlardan biri.
Dar
anlamda Yozgat, geniş bakarsak bütün ülke…
Değer
de öyle çok ki bu topraklarda maşallah, kat kat bitmez.
Memleketimizin
kıymetini biliriz bilmesine de bazen unutur gibi oluruz. İşte o zaman birinin hatırlatması
gerekir!
Gönül
Dağı dizisi, bu hatırlatma görevini yerine getiriyor.
Dizi
diğer ülke ekranlarında yayınlanmaya başladığında göreceğiz ki bütün dünya o
güzelliklerden nasiplenmiş.
Tertemiz
aşk var en başta. Sevgi saygı da elbette.
Bir
de mucit kafa…
Kime
sorsanız, çok sıcak bir dizi olduğunu söyler. İlk vasfı budur. Sıcaklık ve
samimiyet… Zaten ikisini birbirinden ayırmak zordur. Tıpkı âşıkları ayırmanın
zorluğu gibi.
Taner
ile Dilek âşık…
Veysel
ile Cemile…
Ramazan
ile Asuman…
Sefer
ile Zahide…
Selami
ile Keriman…
Kimin
gücü yeter sevenleri ayırmaya? Hangi kötü niyetlinin istediği yerine gelir?
Aşk
galip çıkmaz mı girdiği savaştan?
Engel
olmak isteyenler çıksa da, hayat şartları kendiliğinden set olup karşılarına
dikilse de, inanıyoruz ki gönüllerin sıcaklığıyla kahramanlarımız bütün
engelleri aşacaktır.
Gönül
Dağı dizisi izlenme rekorları kırıyor. Nedir sırrı?
Karmakarışık
ilişkiler yok, abuk sabuk olaylara rastlamıyoruz. Küfür yok; entrikalar, ucuz
numaralar hiç yok. İyilik, güzellik görüyoruz. Anadolu’nun güzel yürekli
insanlarını misafir ediyoruz evimize. Kötüler, kıskançlar, alaya alanlar var
ama onların da ıslah olabileceğine inandırıyor bizi Gönül Dağı.
Bir
âşığın gönlü kırıldığında, Gönül Dağı’ndan taşlar yuvarlanıyor.
Âşığın
gönlü olduğunda ise evvelce yuvarlanan taşlar, tekrar dağa tırmansa, hiç
şaşırmayız.
Zira
bir masal havası var Gönül Dağı’nda. Bir efsane potansiyeli var. Şimdiden
efsane oldu zaten.
Mustafa
Çiftci’den başlayıp senaristleri, oyuncuları, yönetmeni, yapımcıyı ve teknik
ekibi, kısacası bütün kadroyu gönülden tebrik ederim.
Kast
ne kadar başarılı, hemen fark ediliyor. Bilhassa belirtmek isterim. Bütün
oyuncular rollerine o kadar uygun seçilmiş ve öyle içtenlikle oynuyorlar ki
daha ilk bölümden itibaren gerçek sanmaya başladık.
Gönül
Dağı’ndaki aşkların hepsi çok hoş da, benim favorim Sefer.
Süslü
Badegül’ün kaptanı… O bir başka seviyor, biz de onu bir başka seviyoruz.
Onun
gönlü bir kırılırsa, Gönül Dağı’ndaki bütün kayalar yuvarlanır da ortada ne dağ
kalır, ne tepe. Kimse kırmasın öyle sevenlerin gönlünü.
“Zahidem,
kurbanım, ne olacak hâlim/ Yine bir lâf duydum, büküldü belim” demesin istiyoruz
ama yolun bir yerinde diyecek gibi. Ustanın o eserini kim bilir nereye, hangi
olaya saklıyorlar…
Bu
senarist milletinin işi belli olmaz.
Yine
de ümidi kaybetmeye lüzum yok. Hiçbir zaman yok… Ümidi kaybetmek bize yakışmaz.
Problemler çıksa da bizi üzmezler ve bir şekilde 66’ya bağlanır hayırlısıyla…
Mucitlerimizin
kıymetini bilelim
Dizide
kullanılan icatların bütün dünyanın ilgisini çektiğine dair haberler okuduk.
Bilhassa temiz enerji konusu…
Çekecek
tabiî! Zira onların her biri gerçeğe dayanıyor.
“Kum
Mucit” olarak bilinen Hasan Kum imzasını taşıyor onlar.
Tasarruflu
soba borusu, bisiklet, “Çayır ince, biçemedim” demeyen çayır biçme makinesi, fındık
ceviz toplama makinesi, fındık kırma makinesi, “Dalkes” isimli budama makinesi,
toprak kazma aleti, gübre atma makinesi, küreme makinesi, gizli topuklu
ayakkabı, bardak altlığı, nohut soyma makinesi, bilinenlerden çok farklı bir
kanepe gibi pek çok icadı kendi başına geliştiren bir yiğit adam… Temiz enerji
dâhil…
Yatırım
yapma sözü verenlerin yan çizdiği, destekleme vaadinde bulunanların uzaktan
dolaştığı, bazılarının “Deli mi bu?” diye baktığı, uzaktan dudak büktüğü bir
mucit!
Onu
görenlerin, biraz olsun tanıyanların ortak kanaati şu: “Bu adam başka bir
ülkede olsa baş tâcı ederlerdi.”
Aman
gözünüzü seveyim, bu yiğit adamın kıymetini bilelim! Bütün mucitlerimize destek
olalım!
Her
köşede bir Hasan Kum yetişmiyor.
Onun
gönlü, dağ gibi. Kafası ise zehir gibi çalışıyor maşallah. Rabbim uzun ömür
versin, daha nice icatlarına şahit olalım.
Sırada
ne var?
Bir
süre sonra Gönül Dağı isimli bir kitap çıkabilir. (Evvelce çıkmadıysa tabiî...)
Bir
film yapılabilir.
Adına
bir şehir kurulabilir.
Gönül
Dağı festivalleri, yarışmaları düzenlenebilir.
Aynı
isimle çikolata, şekerleme üretilebilir.
Bir
araba modeline isim olarak verilebilir.
Hepsi
de yakışır. O yüce dağ, hepsini çeker.
Oturup
şükredelim, ayaktayken şükredelim. Yatıp kalkıp şükredelim Rabbimiz bize
bunları verdiği için…