Gönül bir sohbet ister, heykel bahâne!

İmajın sosyolojik etkisini yeniden keşfetmek istiyorsak, Ordu’da yaşanan büst örneğini geleceğin sanat, kültür ve davranış bilimleri kapsamında ele almak ve tepkilerle birlikte incelemek gerekir. Biz olarak, bizim olarak… Değilse, bu tespiti yine başkaları yapacak ve etki alanlarını aleyhimizde kullanacaklar.

“GÖNÜL ne kahve ister, ne kahvehane…

Gönül bir sohbet ister, kahve bahâne!”

***

Sözün aslıyla başlayayım istedim. Zira bazen öyle boş işlerle uğraştığıma inanıyorum ki yüzyılın inat hikâyeleri arasına girer…

Büyükşehirlerimizden Ordu’da ecdâdı yâd etmek için meydana yerleştirilmiş Ertuğrul Gazi’nin büstünün, “Diriliş: Ertuğrul” adlı dizinin “Ertuğrul Gazi” karakterini canlandıran aktör Engin Altan Düzyatan’a benzetilmesi tartışmalara yol açmış…

Yetmemiş, büst derhâl kaldırılmış…

Yetmemiş, konuyla ilgilenen yetkililerin görevlerine son verilmiş…

Allah Allah!

Bu ne büyük bir dehşet, bu ne büyük bir hınç!

Biri bana ulaşsın da desin ki, “Ertuğrul Gazi, Engin Altan Düzyatan’a asla benzemiyordu”.

Derim ki, “İspatla!”

Hattâ derim ki, “Öyleyse hangi ünlü aktörümüze benziyordu?”.

Elbette bu saçma diyaloğun ardı arkası gelmez bu kafayla düşündükçe…

Bana sorarsanız, bir insanı tasvir eden büst ve heykel konusunun tamamı, kültürümüz açısından sanat çevreleri tarafından yeniden tartışılmalı.

Şöyle ki, Ertuğrul Gazi’yi tasvir eden büstün yanında yer alan diğer bey ve hükümdar büstleri kimlerden esinlenilerek resmedilip şekillendirilmişlerdir sizce?

Onlar heykeltıraşın hangi sevdiği aktör yahut hangi sevdiği yakınının, ailesinden hangi ferdin tasviridir aslında da bir anda büst olunca kamu nazarında hükümdar olabilmiştir?

İmajın psikolojik etki alanının büyüklüğünü biliyoruz. Ancak bu etki alanına hapsolmaktan neden kurtulamıyoruz?

Söz konusu büstü yapan ve sergileten kişilerin zihinlerinde belli ki “Ertuğrul Gazi” denince Engin Altan Düzyatan canlanıyor. Bu durumu eleştirenlerin zihinlerinde nasıl bir Ertuğrul Gazi var peki?

Kaldı ki, sırf bu soru yüzünden Engin Altan Düzyatan’ın Ertuğrul Gazi’ye ne kadar benzediği de merak konusu olmalı(!)...

Sosyal medyada Muhyiddin İbni Arabî’den bir söz paylaşacağı sırada “Diriliş: Ertuğrul” dizisinde “İbni Arabî” karakterini canlandıran Osman Soykut’un fotoğrafını sözün hemen bir yanına iliştirenler sözün tesirini mi, imajın tesirini mi vermek isterler meselâ?

İmajın sosyolojik etkisini yeniden keşfetmek istiyorsak, Ordu’da yaşanan büst örneğini geleceğin sanat, kültür ve davranış bilimleri kapsamında ele almak ve tepkilerle birlikte incelemek gerekir.

Biz olarak, bizim olarak…

Değilse, bu tespiti yine başkaları yapacak ve etki alanlarını aleyhimizde kullanacaklar.

Toplumsal anlamda bu tespiti yapmakla birlikte, aynı zamanda bir sözlük inkılâbı da yapmak mecburiyetindeyiz.

Büst ve heykel konusuna medeniyetimizin ve kültürümüzün ışığında baktığımızda, kamuya mâl olmuş figürlerin figüranlıktan çıkarılarak “idol” kelimesiyle tanımlanması da bu bâbdadır, herhangi bir anıtın “âbide” kelimesiyle tanımlanması da…

İdol, bilindiği gibi Lâtince esâsında “put” demektir.

Âbide ise, “abd” yani “tapmak” eyleminin fiilden yapılmış bir isim hâlidir. “Tapınılacak (nesne)” anlamına gelir.

Anıt kelimesi anlam bakımından sadece “anmak” eylemine yönlendirirken ve bu nedenle oldukça müsaitken, bir anıta niçin “âbide” diyerek hâddinden fazlasına eriştirelim ki?

Ünlüleri “idol”, hattâ “ilâh” diye tanımladıkları yılları unutmadık. Hâlâ bu ifadeyi kullananlarsa yok değil.

Futbol müsabakalarının yapıldığı stadyumlara, kulüp taraftarları ve yöneticiler “mabed” der olmuşlar, saçmalığa bakınız!

Neyse, sadede tekrar geleyim…

Ben, Ertuğrul Gazi’yi bir imaja hapsedemiyorum gözümde…

Sadece onu değil, ecdâdımdan hiçbir kahramanı böyle bir imaj kafesine koyamıyorum.

Hani “Cesur Yürek” filminde, meydandaki İskoç askerlerini toparlayıp da kendisini tanıtırken kısa boylu biri olan William Wallace’a, “Hadi ordan yalancı! William Wallace’ın boyu iki metre” diye tepki gösteriyorlar ya, ben tam da ecdâdımı tahayyül ederken öyle bir boyutun lezzetini almak istiyorum.

Bu, haklarında sanatsal ürünler çıkarılmasını istemediğim anlamına gelmemeli. Olmalı elbette. Fakat gâyesi bir imaj çizmek değil, fikriyat ve aksiyon inşâ etmek olmalı!

Meselâ başkahraman en fazla bir altmış olmalı ama gözlerinin içine baktığı kişi, onu bir anda dev gibi görmeli. Hamdolsun, o kalibrede beyler ve sultanlar görmek nasip oldu, bu yazıyı kaleme alırken bu yüzden zorlanmadım(!)…

Gönül bir bahisle sohbet etmek istedi işte, heykel büsbütün bahâne…