Gönle Konya düşerse

Konya’ya yolunuz düşmez, gönlünüze Konya düşer de yollara revan olursunuz. Kulağınızda ney sesi, ruhunuza sirayet eden tarih ve gönlünüzde taşıdığınız hoşgörüyle, semazenlerin sarhoşluğunda savrulur gidersiniz…

RENGİNİ güneşten alan bu ovada, arabanızın hızı ne olursa olsun, hep aynı yerdeymişsiniz hissine kapılırsınız. Yol boyunca manzaranız neredeyse hiç değişmez. Kıvrımları, inişi veya çıkışı olmayan bu yolculukta, bakışlarınız ufuk çizgisine takılmadan boşlukta kaybolur.

Hazreti Yusuf’un başakları serpilmiş gibidir bu uçsuz bucaksız ovaya. Bereket ambarından nasibini almak için, güzel vatanımın her köşesinde bir Yakup bekler. Fedakârlığı, sıcaklığı ve huzuru ana kucağı gibi sarıp sarmalar sizi.

Şehir bir vaha gibi uzaktan size selâm verir. Yedi binyıllık tarih birikimine sahip kent, Roma, Bizans ve Selçuklu devletlerinin hâkimiyetinde kalmıştır. Uzun yıllar Anadolu Selçuklu Devletine başkentlik yapan şehir, Selçuklu mimarisinin en nadide örnekleriyle donatılmıştır. 1200’lü yıllardan kalan bu zengin mirasın arasında bir de tepe vardır. Birçok kent ya bir dağın eteğine kurulmuş ya da sırtını dağa yaslamıştır; Konya, bu yönüyle de ayrılır diğer kadim şehirlerden. O önce kendi kurulur düz ovaya ve sonra eksik olan tepesini şehrin tam merkezine yine kendisi konduruverir. Selçuklu döneminde yığma topraktan oluşturulan Alâeddin tepesi, bir de cami ile taçlandırılmıştır.

İlk ziyaret yeriniz, icazet almak istercesine Mevlâna Celaleddin-i Rumî Hazretleri olur. Konya’nın manevî merkezinde elbette Kubbetü’l-Hadra yükselir. Mevlâna’nın ruhu, 750 yıl önce aşkına bir ömür vakfettiği Rabbine kavuşsa da manevî rehberliği ve himayesi asırlardır bu güzel şehre kol kanat germeye devam etmektedir. Kabrinin bulunduğu Mevlâna Müzesi’nin avlusuna “Dervişan” kapısından girersiniz. İlk adımınızla birlikte, ruhunuza işleyip yüreğinizi hafifleten “Güneş gibi ol şefkatte, merhamette” dizeleri yankılanır kulaklarınızda. Ney sesinin eşliğinde, avluda yer alan derviş hücrelerini gezerken onlarla birlikte nefsinizi sigaya çekersiniz.

Avlunun doğusunda yer alan Mevlâna’nın huzurunda, manevî zirvelere ulaşırken saygı ve hürmetle başınızı eğersiniz. Ayrılmak için tekrar avluya çıkınca, “Şeb-i Arûs” havuzunun yanından geçer ve “Aşkı anlaman için ben olman gerek” sözleri işler yüreğinize. Öyle ya, ölüm gününü “Rahmân’a kavuşma”, “Düğün Günü (Şeb-i Arûs)” diye adlandırmak için illâ Mevlâna olmak gerek.

Mevlâna Celâleddin-i Rumî’nin türbesine yârenlik yapan Selimiye Camiî, Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerindendir; hamuşanların (suskunlar, vuslata erip dosta kavuşanlar) ibretlik sessizliğinde harmanlanırken hiçliğiniz, Şems-i Tebrizî’nin sohbetini tatmak için ruhunuz yollara düşer. Din güneşinin huzurunda bir ışık huzmesi ise nasibinize düşen, pervane olup yanmaktır gayri niyazınız…

Sonra bir rayiha gelir uzaklardan ve yollara revan olursunuz. İlk aşçı türbesi olan Ateş Baz-ı Hazretlerinin kabrinden gelen bu güzel koku, asırlardır insanları mest eder. Aşk ateşiyle yemekler pişiren bu mübârek zatın karşısında nefse tâbi olmamayı öğrenir ve bir semazen edasıyla ayaklarınızı mühürlersiniz.

Selçuklu Devleti, bir de ilim ve fikir insanı olan dost bırakmıştır bizlere. Sadreddin-i Konevî Hazretleri, Mevlâna’nın dostu ve büyük âlimlerdendir. Konevî Hazretlerinin vasiyeti üzerine, kabrinin üstü açık bırakılır ve türbenin çatısı gök kubbe olur.

İlim ve irfan yolculuğunuz başlayınca Karatay Medresesi’nde bulursunuz kendinizi. Ayete’l-Kürsi’nin ve Esmaü’l-Hüsna’nın koruyuculuğunun kanıtı gibi dimdik ayakta duran taç kapıdan girerken başlar öğretiniz. Gökyüzünü andıran turkuaz, siyah ve lacivert çinilerden oluşan kubbede Hazreti Muhammed (sav) ve diğer bazı peygamberlerin isimleri yer alır. Ecdadın dinimize ve eğitime verdiği önemi iliklerinize kadar hissettiğiniz bu medrese, sergilediği tarihî eser ve çinileriyle hâlâ nice sırlı bilgi fısıldar kulağınıza.

Bir başka ilim ve irfan yuvası olan İnce Minareli Medrese’ye akınca gönlünüz, Yasin ve Fetih Sûrelerinin işlendiği taç kapı, dalga dalga Allah’ın ayetlerini yayar semaya ve dua olup yağar Konya’nın üzerine.

Maneviyat ile dolup taşan tarihî eserlere eşlik eden abideler bitmez burada. Sırçalı Medrese’ye verdiğiniz selâmı, dökülen çinilerin arkasından yas tutan mahzun duvarlar alır. Bu medresenin yalnızlığını, hüzün dolu ayrılıkların bekçisi olan mezar anıtları paylaşır.

İslâm öncesine ve İslâmî döneme tanıklık eden Konya’nın tarihî mimarisinin yanında doğal güzellikleri de ayrı bir yer tutar. Konya, Meke gölünü bir nazarlık gibi yakasına takarken, Beyşehir gölünde ise gün batımını seyre dalarsınız. Hoca Nasrettin’in ibretlik fıkraları gülümsetir sizi. Meram bağlarında huzuru solurken, âşıkların sazları titretir gönüllerinizi. Muhyi, Âşık Ömer, Âşık Şemsi ve daha birçoğunun sedası karışır derenin şırıltısına.

Geleneksel ve modern yaşamın harmanlanıp yeniden hayat bulmuş hâli gibidir Konya. Dinî değerlerine sahip çıkan Konya’da üç ayların gelişi “şivlilik” kutlamalarıyla daha da anlam kazanır. Çocuklara verilen hediyelerle müjdelenir mübârek aylar. Kökleri ile Milât öncesinden beslenen şehir, dallarıyla modern çağa uzanır. Bisiklet yolları, Japon Parkı, geniş ve bakımlı caddeleri, bilim merkezi, tarım ve sanayisiyle çok gelişmiş ve modern bir kenttir.

Kyoto ile kardeşlik anlaşması yapan Konya Belediyesi, farklı yapısıyla insanları kendine çeken Japon Kyoto Parkı’nı inşâ etmiştir. Kilometrelerce uzanan bisiklet yollarında pedal çevirirken, bu kardeşliğin kazanımlarından olan Sakura ağaçları size eşlik eder.

“Gez dünyayı, gör Konya’yı” sözünün hakkını verir bu şehir. Tropikal bir iklimi tecrübe ederek, rengârenk kelebeklerin sessiz sedasız uçuşlarında ruhunuz kanatlansın isterseniz fazla uzağa gitmenize gerek yok. İşte size, Türkiye’nin tek, Avrupa’nın en büyüğü olan Kelebekler Vadisi! Konya Tropikal Kelebek Bahçesi’nde 98 türe ait 20 bin bitki bulunmakta ve kelebekler kendi nektar bitkileri etrafında uçarken gözlenebilmektedir. Egzotik bir ortamda kelebeklerin birbiriyle ve doğayla olan harmonisine tanıklık eder ve onların zarif kanatlarının mükemmel desenlerini görme fırsatını yakalarsınız.

Sille köyündeki Zaman Müzesi’ne uğrayıp saatlere hapsolan vakti yakalayabilirsiniz.

Bu kadar gezdik, ruhumuz, gönlümüz, gözlerimiz nasibini aldı; peki, ya karnımız? Acıktık tabiî. O zaman etli ekmek ve bamya çorbasıyla güzel bir ziyafet çekebilirsiniz kendinize. Etli ekmek, özel günlerin vazgeçilmez lezzeti olmakla birlikte, Konya halkının günün her öğününde severek tükettiği bir yemektir. Uzun ve soğuk kış gecelerinin sohbetleri Arabaşı etrafında olunca daha da derin olur. Eş dost ve akrabalar Arabaşı için sırasıyla ağırlanır ve dost meclisleri kurulur.

Eliniz boş dönmek istemiyorsanız bu kadim şehirden, Konya şekeri almak için tarihî Bedesten Çarşısı’na uğrarsınız. Kırk sokakta bulunan iki binden fazla dükkânın bulunduğu Bedesten Çarşısı, zanaatın ve ticaretin nakış nakış işlendiği yerdir.

Konya’ya yolunuz düşmez, gönlünüze Konya düşer de yollara revan olursunuz. Kulağınızda ney sesi, ruhunuza sirayet eden tarih ve gönlünüzde taşıdığınız hoşgörüyle, semazenlerin sarhoşluğunda savrulur gidersiniz…