YORGUN kalabalıklar
arasında gezerken düşündüm az sonra yazacağım cümleleri. Dinlenmek için gecelerin
yetmediği gündüzlerde düşündüm olanı biteni. Gündüzler yetmedi, yarım işlerim
kafamda akbabalar gibi gezinirken uyumaya çalıştığım gecelerde düşündüm
bunları. İnsanlıktan çıktığım bir anda, kendimden çok uzaklardayken düşündüm
olanları. Sonra çocukluğuma saklandım ve oradan bir yıldızı gözüme kestirdim,
oturdum üstüne. İnsan olmaktan vazgeçerek başka bir varlığa dönüştürdüm kendimi
ve dünyayı seyre daldım.
Yapacak
öyle çok işleri var ki ardı arkası kesilecek gibi değil telaşlarının. Dünyada mahzur
kalan bir yığın dünyalı var. Birbirinden kaçacak yer arayan, bir yığın öfkeli
insan seli... Aman Allah’ım, dünyaya hapsolmuşlar gibi! Bu labirentten çıkış
yolu yok mu? İmdat!
“Stres”
diyor hepsi de yaşadıkları o şeye. Hırsları önde, kendileri arkada, koşturuyorlar.
Bunlar nereye doğru çılgınca koşuyorlar acaba? İçlerinden birileri ölünce bir
tören düzenliyorlar ve yine koşmaya devam ediyorlar. Sanki hiç doğup
büyümemişler gibi, annelerine muhtaç bir bebeklik geçirmemiş gibi ve asla
yaşlanmayacak ya da ölmeyecekmiş gibi koşuyorlar. Yüzleri asık, huzursuz,
öfkeli ve aceleci bir halde yaşıyorlar. Acaba içindeyken bunlar görünmüyor mu
onlara? Duygu kontrollerini neden kaybettiklerini, neden bu kadar güvenlerinin
sarsıldığını çok merak ediyorum. Öyle eşsiz bir yerde yaşıyorlar ki, şöyle
etrafa bakınca onlarınkine benzer bir yer daha göremedim.
Yüzyılın
öfkeli çocukları toprağı tanımıyor. Bulutu bilgisayar oyunlarında görüyor. Mermerler,
kaldırım taşları, plastik parklar,
yediklerine, içtiklerine, giydiklerine katılan zehirler, yüksek ses hız ve heyecan
tutkusu, çabucak bıkıp başka eğlence arama isteği... Evet, yüzyılın canavara dönüşecek
yavrularını seyrediyorum. Ama her yavrunun bir ana babası vardır, değil mi? Bir
de onların yaşantısına göz gezdiriyorum. Yemek yiyorlar tıka basa, evlerindeki
eşyalar da tıka basa. Biblolar, süsler, kırılacak eşyalar… Çocuklarını yasak
çemberinde büyütüyorlar. Televizyonlar uyanıklık süresince açık; görüntüler,
sesler, uyarıcı reklamlar, korkunç haberler ve utanma duygusunu silip süpüren
her şey… Sonra arabalar, uçaklar, binalar derken, “Bunca sıkıntının ardından
ruh sağlığı kalır mı?” diye düşünüyorum. İnsanların hâlâ direnerek hayatta
kalmaları mucize gibi geliyor. Dünyaya yapılan vefasızlığın, duyarsızlığın ve
ihanetin cevabı bu. Yağmurlar öfkeyle ve zamansız yağıyor üstlerine. Rahmet
değil de gazap gibi...
Hastanelerin,
hapishanelerin tenhalaşması için bir şeyler yapmak gerek. Kendi duygularının
dengeli olarak davranışa dönüşebilmesi için onları yanıma çağırıyorum. Benim
yaptığım gibi her biri bir yıldıza otursun hayalinde; hem dünyayı, hem kendilerini
seyretsinler buradan. İhtiraslar küçülüp komikleşiyor buradan bakınca. Hele o
uğruna kendilerini paraladıkları eşyalar, arabalar birer toz tanesine dönüşüyor
burada. İnsan bütün bunlardan daha büyük, daha yüce aslında. Çıkıverse,
hayaliyle kâinatı bin kere dolaşır. O göğüs kafesinin içindekini bir bilse… Sonsuzluk
bilmecesinin cevabı orada gizli!
Belki
de bereket, kaçıp terk ettikleri şeylerde saklı ve küskün; onların dönüşünü
bekliyor. Toprak küskün, deniz küskün, ağaç küskün, hava küskün, ana-babanın
kalpleri kırık. İlk olarak, kolları sıvayıp kocaman bir kalple kocaman bir “Şükür!”
deseler... Dertli derdine, borçlu borcuna, zengin varlığına, fakir yokluğuna
şükretse... Kötüler saygı görmezdi tamah olmasa.
Herkesin
aklını yıldızlara davet ediyorum; çünkü buradayken, insan bütün açılardan
görülecek manzarayı ve bütünlüğü keşfediyor. Burada tanımlar gerçek anlamını
buluyor.
Küçük
bir dalın üstüde sımsıkı tutunmuş bir karınca nehirde akıp gidiyor. Tersine
gitmek imkânsız onun için. Nehirde olduğunu ve denize doğru yol aldığını
bilmiyor. İnsanın hali ve görüntüsü de ona benziyor buradan bakınca. Dünya bir
küçük dal ve insanlar ona sımsıkı tutunmuşlar. Ama o, zamanın biteceği yere
doğru akıp gidiyor. İnsanın o küçük dala sonsuz bir güvenle sarılması ve bütün
hayallerini ona bağlaması inanılır gibi değil. İşte bu yüzden herkesi
yıldızlara bekliyorum. Bir kerecik de buradan baksınlar kendilerine. Krallar,
köleler, açlar, toklar, yaşlılar, gençler, buradan bakınca hepsi tek bir
özelliğe bürünmüşler.
Hayalimle
geldiğim bu yıldızdan dünyaya dönme vakti geldi artık. Bir çocuk sevinciyle,
bir genç heyecanıyla ve bir ihtiyar tecrübesiyle dönüyorum dünyaya. O masmavi
cam bilye artık benim oyuncağım. Bütün insanlık yükümü, mutluluk ve gururla
omzuma alacağım.