Gökten yere

Belki de bereket, kaçıp terk ettikleri şeylerde saklı ve küskün; onların dönüşünü bekliyor. Toprak küskün, deniz küskün, ağaç küskün, hava küskün, ana-babanın kalpleri kırık. İlk olarak, kolları sıvayıp kocaman bir kalple kocaman bir “Şükür!” deseler...

YORGUN kalabalıklar arasında gezerken düşündüm az sonra yazacağım cümleleri. Dinlenmek için gecelerin yetmediği gündüzlerde düşündüm olanı biteni. Gündüzler yetmedi, yarım işlerim kafamda akbabalar gibi gezinirken uyumaya çalıştığım gecelerde düşündüm bunları. İnsanlıktan çıktığım bir anda, kendimden çok uzaklardayken düşündüm olanları. Sonra çocukluğuma saklandım ve oradan bir yıldızı gözüme kestirdim, oturdum üstüne. İnsan olmaktan vazgeçerek başka bir varlığa dönüştürdüm kendimi ve dünyayı seyre daldım.

Yapacak öyle çok işleri var ki ardı arkası kesilecek gibi değil telaşlarının. Dünyada mahzur kalan bir yığın dünyalı var. Birbirinden kaçacak yer arayan, bir yığın öfkeli insan seli... Aman Allah’ım, dünyaya hapsolmuşlar gibi! Bu labirentten çıkış yolu yok mu? İmdat!

“Stres” diyor hepsi de yaşadıkları o şeye. Hırsları önde, kendileri arkada, koşturuyorlar. Bunlar nereye doğru çılgınca koşuyorlar acaba? İçlerinden birileri ölünce bir tören düzenliyorlar ve yine koşmaya devam ediyorlar. Sanki hiç doğup büyümemişler gibi, annelerine muhtaç bir bebeklik geçirmemiş gibi ve asla yaşlanmayacak ya da ölmeyecekmiş gibi koşuyorlar. Yüzleri asık, huzursuz, öfkeli ve aceleci bir halde yaşıyorlar. Acaba içindeyken bunlar görünmüyor mu onlara? Duygu kontrollerini neden kaybettiklerini, neden bu kadar güvenlerinin sarsıldığını çok merak ediyorum. Öyle eşsiz bir yerde yaşıyorlar ki, şöyle etrafa bakınca onlarınkine benzer bir yer daha göremedim.

Yüzyılın öfkeli çocukları toprağı tanımıyor. Bulutu bilgisayar oyunlarında görüyor. Mermerler,  kaldırım taşları, plastik parklar, yediklerine, içtiklerine, giydiklerine katılan zehirler, yüksek ses hız ve heyecan tutkusu, çabucak bıkıp başka eğlence arama isteği... Evet, yüzyılın canavara dönüşecek yavrularını seyrediyorum. Ama her yavrunun bir ana babası vardır, değil mi? Bir de onların yaşantısına göz gezdiriyorum. Yemek yiyorlar tıka basa, evlerindeki eşyalar da tıka basa. Biblolar, süsler, kırılacak eşyalar… Çocuklarını yasak çemberinde büyütüyorlar. Televizyonlar uyanıklık süresince açık; görüntüler, sesler, uyarıcı reklamlar, korkunç haberler ve utanma duygusunu silip süpüren her şey… Sonra arabalar, uçaklar, binalar derken, “Bunca sıkıntının ardından ruh sağlığı kalır mı?” diye düşünüyorum. İnsanların hâlâ direnerek hayatta kalmaları mucize gibi geliyor. Dünyaya yapılan vefasızlığın, duyarsızlığın ve ihanetin cevabı bu. Yağmurlar öfkeyle ve zamansız yağıyor üstlerine. Rahmet değil de gazap gibi...

Hastanelerin, hapishanelerin tenhalaşması için bir şeyler yapmak gerek. Kendi duygularının dengeli olarak davranışa dönüşebilmesi için onları yanıma çağırıyorum. Benim yaptığım gibi her biri bir yıldıza otursun hayalinde; hem dünyayı, hem kendilerini seyretsinler buradan. İhtiraslar küçülüp komikleşiyor buradan bakınca. Hele o uğruna kendilerini paraladıkları eşyalar, arabalar birer toz tanesine dönüşüyor burada. İnsan bütün bunlardan daha büyük, daha yüce aslında. Çıkıverse, hayaliyle kâinatı bin kere dolaşır. O göğüs kafesinin içindekini bir bilse… Sonsuzluk bilmecesinin cevabı orada gizli!

Belki de bereket, kaçıp terk ettikleri şeylerde saklı ve küskün; onların dönüşünü bekliyor. Toprak küskün, deniz küskün, ağaç küskün, hava küskün, ana-babanın kalpleri kırık. İlk olarak, kolları sıvayıp kocaman bir kalple kocaman bir “Şükür!” deseler... Dertli derdine, borçlu borcuna, zengin varlığına, fakir yokluğuna şükretse... Kötüler saygı görmezdi tamah olmasa.

Herkesin aklını yıldızlara davet ediyorum; çünkü buradayken, insan bütün açılardan görülecek manzarayı ve bütünlüğü keşfediyor. Burada tanımlar gerçek anlamını buluyor.

Küçük bir dalın üstüde sımsıkı tutunmuş bir karınca nehirde akıp gidiyor. Tersine gitmek imkânsız onun için. Nehirde olduğunu ve denize doğru yol aldığını bilmiyor. İnsanın hali ve görüntüsü de ona benziyor buradan bakınca. Dünya bir küçük dal ve insanlar ona sımsıkı tutunmuşlar. Ama o, zamanın biteceği yere doğru akıp gidiyor. İnsanın o küçük dala sonsuz bir güvenle sarılması ve bütün hayallerini ona bağlaması inanılır gibi değil. İşte bu yüzden herkesi yıldızlara bekliyorum. Bir kerecik de buradan baksınlar kendilerine. Krallar, köleler, açlar, toklar, yaşlılar, gençler, buradan bakınca hepsi tek bir özelliğe bürünmüşler.

Hayalimle geldiğim bu yıldızdan dünyaya dönme vakti geldi artık. Bir çocuk sevinciyle, bir genç heyecanıyla ve bir ihtiyar tecrübesiyle dönüyorum dünyaya. O masmavi cam bilye artık benim oyuncağım. Bütün insanlık yükümü, mutluluk ve gururla omzuma alacağım.