Göktaşları

Beşer tarihine baktığımızda birçok felâketin yaşanmış olduğunu görüyoruz. İnsanoğlu bunu tabiat hâdiselerinin zarurî bir tezahürü olarak görmek eğiliminde. Yani bunların meydana gelmesinde kendi dahli (etkisi) yokmuş gibi hareket ediyor.

DIŞ basından bir haberle başlayalım: “6 Haziran 2022 tarihinde ilgilileri düşündüren bir asteroit, hızlı bir şekilde Arz’a yakın geçti.”

“Gökte ve yerde önlerinde ne var, arkalarında ne var, bakmadılar mı? Eğer Biz dilersek onları yere geçiririz yahut gökten üstlerine parçalar düşürürüz. Şüphe yok ki bunda Rabbine dönen her kul için elbet bir ibret vardır.” (Sebe, 9)

Okyanusa düşen asteroit

ABD’nin bütün önlemlerine rağmen durdurulamayan bir asteroit, atmosfere son sürat girerek Avrupa ve Amerika kıtaları arasındaki okyanusa düştü. Büyük bir patlama oldu. Atom bombası infilakına benzer bir mantar bulutu atmosfere doğru yükseldi. Şok basıncın oluşturduğu 300 metrelik dev dalgalar Amerika ve Avrupa sahillerine doğru hücum etti. Her iki kıtanın kıyı yerleşim yerleri deniz sularının istilasına maruz kaldılar. Milyonlarca insan ve diğer canlılar su altında telef oldu. Dev dalgalar New York kentinin gökdelenlerini aşarak kıta içine doğru akın ediyordu. Özgürlük Anıtı, başı kopmuş hâlde derinliklere doğru sürüklenmekteydi…

Durun, hemen heyecanlanmayın! Yukarıda anlattıklarımız son senelerde çekilmiş olan “Derin Darbe” (Deep Impact) filminden bir sahne. Fakat bir asteroidin ne gibi felâketlere yol açabileceğini göstermesi bakımından önemli. İnsanoğlunun “ceviz kabuğu” kadar meselelerle birbiriyle boğuşurken, ihtimâli yüksek ne büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğunu hatırlatması bakımından tabiî…

Meteorlar

Merih gezegeni ile Müşteri gezegeni arasındaki bölgede (ki “kuşak” olarak tabir edilmektedir) çok sayıda iri kütleli gökcisimleri bulunmaktadır. “Asteroit” adı verilen bu cisimler kaya ve metaller ihtiva ederler. Asteroit ya da kuyruklu yıldızlardan kopan parçalar “göktaşlarını” oluştururlar. Başıboş dolaşan bu göktaşları, yerçekimi etkisiyle atmosferimize girdiklerinde “meteor” olarak tanımlanırlar.

Yüksek hıza ulaşan meteorlar, sürtünme nedeniyle tutuşarak yanmaya başlarlar. Açık gecede gökyüzünde ışıklı bir hat çizerek kaybolmaları, halk arasında “Yıldız kaydı” şeklinde ifade edilmektedir. Meteorlar, eğer yeterince büyük ise tamamen yanıp tükenmezler; kalan kısmı yeryüzüne düşerek “meteorit” olarak adlandırılan taş sınıfını oluştururlar. Bir meteoridin yüzeyi parlak ve kaygan, yoğunluğu ise fazladır. İçlerinde çeşitli metaller barındırırlar. Meteoritlerin laboratuvardaki kimyasal analizleri, Güneş Sistemi’nin meydana gelişi ve özellikleri hakkında bilgi verir. Bu bakımdan işin uzmanlarınca meteoritlerin incelenmesi büyük önem taşır.

Meteoritler, bulanlarını zengin de edebilir. 5 Mart 2021 tarihli bir haberde, Çorum’un Alaca ilçesinde bir çiftçinin 68 kilogram ağırlığında bulduğu taşı ABD’deki bir üniversiteye ulaştırdığı, taşın meteorit olduğunun tespit edildiği, Amerikalı bir alıcının bu taşı 180 bin dolara satın aldığını yazmaktadır. Söz konusu meteorit, literatüre “Gerdekkaya” adıyla kaydedilmiştir.

2015 yılında Van gölü civarında 81,4 kilogram göktaşı bulunduğu, Amerikan enstitülerinde yapılan incelemelerde bu taşın meteorit olduğunun anlaşıldığı, literatüre ise “Dokuzağaç” olarak kaydedildiği bildirilmektedir (Resim-1).

 

Resim-1: 2015 Yılında Van Gölü civarında bulunan (dokuzağaç) meteroidi…

Göktaşlarının bilhassa son senelerde yeryüzünün muhtelif bölgelerine düştüğü haberi sıklıkla görülüyor. Bu taşlar bazen devasa boyutlarda olabiliyorlar. Günümüze kadar bulunmuş en büyük meteorit, 1920 yılında Namibya’da görülmüştür. “Hoba” adı verilen taş (Resim-2) 66 ton ağırlığındaydı. Arjantin’de, 1969’da (El Chaco), yerin 5 metre altında rastlanan meteorit 37 ton çekmektedir. Eskimoların Grönland’da topladığı “Cape York” meteoritlerinin toplam ağırlığı 58 tondur ve en büyük parçasının ağırlığı 30 ton gelmektedir. 2011 yılında Çin’deki bir araştırma ekibi, ülkenin kuzeybatısında 25 ton çeken bir meteorit bulmuştur.


Resim-2: 1920’de Namibya’da bulunan göktaşı, 66 ton ağırlığındadır.

Güneş etrafında dönen meteor gruplarının yörüngesi, Yer yörüngesiyle çakışması, yıldız kaymasına ya da akan yıldız hâdisesine yol açar. Atmosferin gece dönemine rastlarsa gökyüzünde yanıp kaybolan ışıklı hatlar oluştururlar (Resim-3). Meteorların sayıları çok fazla olursa, düştükleri bölgede korku ve telaş meydana gelir. 5 Mart 2021 tarihli gazeteler, Türkiye’nin birçok şehrinde gökyüzünü aydınlatan ışıkların heyecana yol açtığını yazıyordu. Doğu Karadeniz başta olmak üzere Ankara, Kayseri ve Tokat’ta da benzer hâdiseler yaşandı.


Resim-3: Meteor kaymaları (akan yıldızlar).

Atmosfere devamlı birçok meteor düşer fakat gün aydınlığında hissedilmezler. Ya da ufak olduklarından, üst katmanlarda yanıp yok olurlar. Atmosferin mevcudiyeti, hayat alanı oluşturmasının yanında kalkan vazifesi de görür. Her gün irili ufaklı yüzlerce ton meteorit yanarak kaybolur. Uzaydan gelen, harareti yüksek ısı ve radyasyonlar da atmosferde engellenir. İlim ve tekniğin gelişmesiyle yeni anlaşılan bu özellikler, Kur’ân-ı Kerîm’de açık bir şekilde bildirilmiştir: “Biz, gökyüzünü de korunmuş tavan (gibi) yaptık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviricidirler.” (Enbiya, 32)

Evin tavanı üstten gelecek tesirlere karşı yapıyı ve içindekileri korur. Benzer vazifeyi atmosfer katmanları sağlamaktadır. Dikkati çekilen önemli bir husus, insanoğlunun istifadesine sunulan bütün bu nimetlere karşı akletmeyenlerin, şahit oldukları bu harikulâdeliklere karşısında onları basitmiş gibi kabul edip hissiz davranmalarıdır. Hâlbuki Yaratıcı, kullarının yeryüzünde emin ve rahat hayat sürmeleri için sonsuz öncede plânlamış, zamanı geldiğinde -yerli yerinde- halk etmiştir. Bütün bunları görmezden gelmek nankörlüğün dik âlâsıdır.

“Eğer gökten bir parça düşer görseler, (‘Bu’) derler, ‘Birbiri üstüne yığılmış bir buluttur’.” (Tûr, 44)

Meteorların bulutla olan ilişkisine ilk bakışta bir anlam verilemiyor. Fakat aşağıdaki açıklamayı okuduktan sonra ayet-i kerîmenin mucizesine şahit oluyoruz.

Gündüz düşen meteorların atmosferde yanmaları gün aydınlığından dolayı uzak mesafelerden görülemez. Yanarak, yere yakın konumda tükenen meteorların artlarında bıraktıkları dumanlar, yoğunlaşarak bulut şeklinde görünürler (Resim-4).


Resim-4: Yeryüzüne ulaşmadan yanıp atmosferde kaybolan meteorlar geriye kümelenmiş bulut bırakırlar. Tûr suresi 44. Âyet-i kerime bu özelliği açıkça bildirmektedir. Bu husus Kur’ân-ı Kerim mucizelerinden biridir.

Yere yakın gökcisimleri

Güneş etrafında dolanan gökcisimlerinin yörüngelerinin Yer yörüngesine 1,3 Astronomik Birim (194 milyon kilometre) mesafeden daha az yaklaştığı durumda o gökcismi “Yer’e yakın” tanımına girmektedir. Yani Yer için risk ihtimâli dâhilindedir. Üç sınıf olarak değerlendirilir: Meteorlar, asteroitler, kuyruklu yıldızlar…

Meteorlar, çapları 50 metrenin altında olan cisimlerdir. Çapları 50 metre ile bin metre arasında olanları “asteroit” olarak adlandırılır. Kuyruklu yıldızlar ise, isimlerinin aksine yıldızlıkla alâkası olmayan, çekirdek çapları birkaç yüz metreden onlarca kilometreye kadar değişen, kaya, buz ve gazdan müteşekkil gökcisimleridir. Güneşin yakınından geçerken ısınarak bünyelerindeki toz, su ve gazı dışarı salarlar. Güneş’in ters istikametinde kuyruk oluşur (Şekil-5). Yay şeklini alan kuyruk, milyonlarca kilometre kadar uzayabilmektedir.


Resim-5: Kuyruklu yıldızların yörüngelerine göre pozisyonları...

Başta ABD ve AB olmak üzere, görevlendirilen astronomi kuruluşları, yakın gökcisimlerini arama ve gözleme çalışmaları yapmaktadırlar. 2008 itibariyle 5 bin 490 adet yakın asteroit tespit edildiği bildirilmektedir. Bunların en büyüklerinin çapı 32 kilometreye kadar çıkmaktadır. Çapları bin kilometre olan asteroitler de bulunmaktadır. Yer’e yakın kuyruklu yıldız sayısı ise 65’tir.

Gökcisimleri tehlikesi

Çapı 10 metre civarında olan bir meteorun atmosfere çarpmasıyla Hiroşima’ya atılan atom bombasına eşdeğer (15 kiloton TNT) enerjinin açığa çıkabileceği hesaplanmıştır. Bu ebat göktaşları atmosferde tutuşarak buharlaşabilir veya infilak ederek kaybolurlar. Daha büyükleri Yer’e düşerek tehlike teşkil edebilirler. Yakın tarihlerde bu tür hâdiselere şahit olunmuştur. 30 Haziran 1908 Rusya’nın Tunguska bölgesine düşen göktaşının Yer’in sekiz kilometre üstünde patladığı, bölgedeki tüm ağaçları kömür hâline getirdiği biliniyor. Patlamanın 10 megaton TNT şiddetinde olduğu, göktaşının çapının 40-70 metre olduğu tahmin ediliyor.

6 Haziran 2002’de Yunanistan ile Libya arasındaki hava sahasında göktaşının infilak ettiği görüldü. Tahminlere göre cismin 10 metre çapında olabileceği ve 26 kiloton TNT enerjinin açığa çıktığı söyleniyor. 5 Ekim 2008 tarihinde Sudan üzerinde de bir meteorun patladığı tespit edildi. 15 Şubat 2013’te, Rusya’nın Chelyabinsk bölgesinde, yerden 25 kilometre yükseklikte patlayan meteor büyük paniğe yol açtı. Şok dalgası, camların parçalanmasına ve bin 500 kişinin yaralanmasına neden oldu. 4 bin 300’den fazla bina hasar gördü. 500 kiloton TNT’ye eşdeğer enerjinin açığa çıktığı hesaplandı.

10 Ağustos 1972’de (daha sonra literatür için “1972 Ateştopu” adı verilen) bir meteor, yeryüzünün 34 kilometre üstünden Arz’ı sıyırarak geçmiştir. 23 Mart 1989’da, 300 metre çapında bir asteroid (4581 Asclepus), Arz’ın 700 bin kilometre uzağından geçmiştir. Geçtiği noktadan Arz, 6 saat önce geçmiş oluyordu. Yani hâdise 6 saat önce vuku bulsaydı yörüngeler çakışmış olacaktı. 18 Mart 2004’te 30 metre çapında (2004 FH) meteor, Yer’in 42 bin 600 kilometre uzağından geçti. İki hafta sonra 6 metre çapında (2004 FU) yeni bir meteor, 6 bin 500 kilometreden geçti. Çapı küçük olduğundan önceden tespiti yapılamamıştı. 6 Haziran 2022 tarihinde 3,5 milyon kilometre ile yakınımızdan geçen yaklaşık 100 metrelik meteor (2021 GT2) ise yetkilileri düşündürmüştü. NASA, aynı meteorun 26 Ocak 2034’te tekrar geleceğinin haberini verdi.

Uzay sahasının geniş olması, gökcisimlerinin sayılarının fazlalığı ve hareket kabiliyetleri, önceden tespitlerinin yapılamamasına veya yanlış hesaplanmasına neden olmaktadır. 1950’de keşfedilen (1950 DA) asteroit, Arz için çok riskli görülmektedir. 1950’den sonra izi kaybedilen cisim, 31 Aralık 2000’de tekrar gözlemlenmiştir. Çapı 1 kilometre civarında olan asteroidin 2880 tarihinde Yer ile yörüngelerinin çakışabileceği ihtimâli söz konusudur.

NASA’nın potansiyel tehlike olarak gördüğü (1994 PCL) 1 kilometre çaplı asteroid 18 Ocak 2022’de geçtiğinde, Yer’e mesafesi 1,98 milyon kilometre idi -ki bu asteroidler için yakın sayılır-.

1 Haziran 2021 tarihinde (2021 KT1) 194 metre çaplı asteroit, Arz’a 7,24 milyon kilometre mesafeden geçti. Geçiş anında hızı saniyede 18,1 kilometreydi.

Kavimlerin helâki

Beşer tarihine baktığımızda birçok felâketin yaşanmış olduğunu görüyoruz. İnsanoğlu bunu tabiat hâdiselerinin zarurî bir tezahürü olarak görmek eğiliminde. Yani bunların meydana gelmesinde kendi dahli (etkisi) yokmuş gibi hareket ediyor. Felâketlerin bazısı için belki bu söylenebilir ama diğerleri için kutsal metinlere baktığımızda işin çehresi değişiyor. Baş müsebbip (ana faktör) insanın kendisi!

Başlangıçta tek aile vardır yeryüzünde. Yeryüzünün gerisi bomboş. İstemediğiniz kadar arazi... Yeme, içme, barınma; velhasıl geçinme derdi de yok. Mevcutta düşman da yok ki tedirgin olasın. İki insan, kardeş kardeş hayat sürmeli değil miydi ki? Ama öyle olmadı. Kabil kalktı, Habil’i vurup öldürdü. Neden? Sebep, kıskançlık. İnsanlar çoğalıp nüfus artınca kötülükler de çoğaldı. Çeşit çeşit, cins cins, küçük büyük, boy boy… İstismar, kibir, zulüm, zina; velhasıl ahlâksızlık artmaya, artış şiddetlenmeye ve yaygınlaşmaya ve de evrilerek normal gibi görülmeye (algılanmaya) başlayınca, azabın rüzgârları esmeye başlıyor. Böyle bir cemiyette doğan bir bebeğin büyüyüp gelişmesiyle birlikte, insanı insan yapan hususiyetlere (özelliklere) erişmesi ihtimâli kalmamışsa, Âlemlerin Rabbinin bu cemiyetin devamına müsaade edeceğini düşünmek cahillik olur. Zira Âdetullaha muhâldir.

Ahlâksızlığı tabiî kılan (normalleştiren) kavimlerin tarih sahnesinden silindiğini görüyoruz. Depremlerle, kimi yer göçmesiyle, kimi tufanla, volkanla, kimi de gökten başlarına düşen (meteor) taşlarla helak olup gitmişlerdir. Biz şimdi mevzumuzla alâkalı olana dönersek, meteor yağmurlarıyla cezalandırmaların vuku bulduğunu görüyoruz.

Yaklaşık 4 bin sene önce Kızıldeniz’in kuzeyinde (Ürdün-İsrail sınırında) ahlâksızlıklarıyla meşhur olmuş bir kavim yaşıyordu. “Sodom” ve “Gomore” gelişmiş şehirleriydi. Bunlar, kendilerine vazifeli olarak gönderilen Lût’a (aleyhisselâm) nispeten “Lût kavmi” diye de tanındılar.

Eşcinsel, ensest ve sair ne kadar ahlâksızlık varsa işlemekteydiler. Temiz ve dürüst insanlar normal addedilmiyordu. Lût’u (aleyhisselâm) taşlamakla, sürgünle tehdit etmekteydiler. Lût Peygamber çok mücadele etti. Azap haberi gelince telaşlandı, vakit için Rabbine yalvardı. Tövbe edip doğru yola dönecek on insanı bulması için müsaade verildi. Bir kişi dahi bulamadı. Sonuç ne oldu?

“Hemen (şehirlerinin) üstünü altına getirdik. Tepelerine de balçıktan pişirilmiş bir taş (yağmuru) yağdırdık.” (Hicr, 74)

“Üstlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki… (Bak,) uyarılanların yağmuru ne kötüdür!” (Şuara, 173)

“(Azap) emrimiz gelince (o memleketin) üstünü altına getirdik ve tepelerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık ki onlar, Rabbinin katında hep damgalanmışlardı. Onlar zalimlerden uzak değildir.” (Hud, 82-83)

Hud Sûresi 83’üncü âyet-i kerîmenin sonundaki “Onlar zalimlerden uzak değildir” ibaresini, müfessir âlim Beyzâvî, “Bunda her zalim için tehdit vardır” şeklinde tefsir etmiştir. Yani bu azap sade onlara has değil. Herhangi bir kavim, kıyamete dek herhangi bir zamanda, yeryüzünün neresinde olursa olsun, bu zulmü işliyorsa, akıbeti aynı azaptır.

1947’de Rusya’nın Vladivostok bölgesine düşen göktaşı da gazetelerin manşetlerine taşınmıştı. Risale-i Nur müellifi Said Efendi, 25 sene müddetle hiçbir gazete haberine merak edip bakmadığı hâlde bu gökyüzü haberini araştırması için bir şakirdini görevlendirmişti. Bilâhare hâdiseyi araştıran şakirdi şöyle cevaplıyor: “Bu baharda Rusya’nın Vladivostok ormanlarına, zemin yüzünde hiç emsali görülmeyen büyüklükte, semadan taşlar düşmüş. En büyüğü 25 metre uzunluğunda ve 10 metre boyundadır. Düştüğünde etrafındaki ağaçları devirmiş ve otuz kadar büyük çukurlar husule getirmiştir.” (26 Nisan 2016, Yeni Asya)

Said Efendi bu hâdiseyi Fil Vakası ve kavm-i Lût’un helakiyle irtibatlandırarak, “bu felâket ve helâketlerden kurtulmanın çaresinin de günah çukuruna batmış insanoğlunun derhâl şirki bırakıp şükre yönelmesini ve Kur’ân’ın hükümlerine bilâkayd-ü şart rıza göstererek imtisal etmesi hâlinde mümkün olacağını” ifade ediyor (Emirdağ Lahikası, S. 395-396).

Milâdî 1900 yıllarından itibaren, uluslararası topluluklarda insan hakları maskesi altında eşcinsel hayat tarzı serbest bırakılmaya başlandı. Zamanla o derece gemi azıya aldılar ki bazı memleketlerde eşcinsel evlilikler resmî izinli hâle geldi. Ardından da AIDS gibi bulaşıcı, öldürücü hastalıklar…

“LGBT” haklarını savunanlar, müsaade edenler, normal karşılayanlar, aldırış etmeyenler ve/veya ses çıkarmayanlar, lezbiyen, gey, biseksüel, travesti gibi dejenere insan tiplerinin çoğalmasına yol açtılar. Nefsinin istediği şekilde hayat sürenler ve onlara müsamaha edenler, rahatınızın, keyfiyetinizin devam edeceğinden emin misiniz? O hâlde size bir haberimiz var: “Onun kara tarafında sizi yere geçirmesinden yahut üzerinize taştan (kasırga) göndermesinden emin mi oldunuz? (Olmayın!) Sonra kendinize hiçbir vekil bulamazsınız.” (İsra, 68) 

 

Not: Ayet mealleri, Hasan Basri Çantay’ın (1887-1964) “Kur’ân-ı Hakîm ve Meal-i Kerîm” kitabından alınmıştır.