
CUMHURBAŞKANLIĞI Sözcülüğünden Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı görevine yeni atanan, ilmî birikimi ve zengin entelektüel yönüyle bilinen, yediden yetmişe her kesimden insanın liyakatinden ve donanımından emin olduğu bir gönül adamının eserinden bahsedeceğiz bu yazımızda; İbrahim Kalın’ın bu sene içerisinde kaleme aldığı ve karşılıklı sorularla sohbet havasında geçen eseri “Gök Kubbenin Altında”…
Hayatın içinde derin bir tecrübeyle ilerleyen İbrahim Kalın Hocamız, bu eserinde hem bilgilendiriyor, hem de düşündürerek bizlere ders veriyor. Daha önce zevkle okuduğum “Barbar, Modern ve Medenî” eserinin pek çok sayfasında aldığım notlar gibi, bu eserinde de her sayfasına özenle kayıtlar düştüm. İnanın, her bir sayfası ayrı bir tecrübe, her bir cümlesi ayrı bir ilim ve irfanla dolu.
Eserin takdim bölümünde, “Cevabın anlamı sorunun mahiyetinde gizlidir. Doğru soran, önünde sonunda doğru cevaplara ulaşır. Soru sormak, sorumluluk yüklemektir. Cevap vermek, mesuliyet almaktır” diyerek “soru ve cevap” kelimelerinin mahiyetini bu denli güzel bir ifadeyle anlatması ve bizlerle paylaşması farklı bir girizgâh sunuyor bizlere.
İyiliğin izinde bir Türkiye hedefiyle adım adım yürüyen, yaptığı hizmetlerle de bu doğrultuda ilerleyen İbrahim Kalın, kitabın birçok yerinde gönül kırmadan, kırıp incitmeden herkesin kendi hikâyesini yazabileceğini, “Kötüyü iyilikle savıp düşmanı doğrularımızla utandırabiliriz” ifadesiyle, iyilik ve merhametle, herkesin (kimseyi ötekileştirmeden) kendisi kalarak ve sorumluluk alarak iyiliği yaygınlaştırmak adına çok anlamlı bir mesaj veriyor.
Eserin ilk bölümlerinde toplumumuzun en önemli ve hassas konularından olan “farklılıkların zenginliğinden” bahsediyor. Yaratılış itibariyle her insan farklıdır. Parmak izinden göz retinasına kadar farklı farklı olan insanoğlunun birbirine benzemesini beklemek elbette uygun olmaz. Farklılıklar her zaman zenginlik olarak görülmeli. Farklılıklar zenginlik olduğu gibi, toplumun temel dinamikleridirler de. Karşılıklı yardımlaşmaya ve hoşgörülü olmaya vesile olan farklılıklar, hayatı tekdüze olmaktan çıkarır, daha da anlamlı ve zengin bir hâle getirir, toplumsal ilerlemeyi besler. Her bir farklılık seremonisi, hayatın ayrı bir enstrümanı gibidir. Birilerini ayrı görmek ve onlara ayrı bir pencere açmak veya ötekileştirmek, kurulu olan bu enstrüman düzeninin ahengini de bozar. Farklılığın mozaiği, toplum tablosunun her bir çizgisini ve rengini belirler. Dolayısıyla farklılıklardan çekinmek, onları ayrışma sebebi olarak görmek, kavgaya dönüştürmek yerine birleştirici unsur olarak görmek gerekir. Aksi durumda ahengin bozulmasıyla beraber gökkuşağının diğer renklerinin de hiçbir anlamı kalmayacaktır. İşte bu noktada yazar, farklı tecrübeleri açıklarken çok güzel bir noktaya değinir ve bir duruşumuzun, bir hakikat yolumuzun olmasının altını çizerek şu kelâmı bizlerle paylaşır: “Farklı tecrübelerin dünyasına açılmak bize yeni ufuklar kazandırabilir. Ama tüm bunlar ancak kendinize ait bir duruşunuz, bir sabiteniz, demir attığınız bir limanınız varsa anlamlıdır. Aksi hâlde herkesin rüzgârına kapılan, suyuna giden bir nesneye dönüşürsünüz.”
Modern dünyanın bizlere yüklediği sorumluluklarla yoğun bir çalışma ortamının veya gündelik işlerin arasında unuttuğumuz birçok değer oluyor. Bu noktada da birçok şeyi dinlemeyi kaçırıyoruz elbette. Kitabın üzerinde durduğu bir diğer önemli nokta da “dinlemeyi bilmek” bu yüzden. Beni en çok etkileyen kısım da bu oldu sanırım. Gerçekten de bunca yoğunluğun arasında nice güzel anı, nice güzel insanın bize iletmek istediği mânâyı kaçırıyoruz. “Anı yakalayalım” derken her şeyi anılara gömüyoruz. Bu noktada, “Dinlemeyi yeniden öğrenmemiz lâzım. Kendimizi, kalbimizin sesini, eşimizi, dostumuzu, arkadaşımızı, yoldaşımızı, büyükleri, küçükleri, tabiatı, kuşları, rüzgârı, denizi, dalgaları, evreni…” ifadesi, bize mânâyı da takip etmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Ayrıca düşünürken, akl-ı selim düşünmeyi, kalb-i selimle hissetmeyi ve zevk-i selimle inşâ etmeyi bizlere aktarıyor Prof. Dr. İbrahim Kalın.
Ayrıca aklın ve kalbin birbirini desteklediği, birbirine sahip çıktığı sürece iyilik ve güzelliğin ardı sıra geleceğini dile getiriyor. Maalesef yazarın da dile getirdiği gibi, öyle bir çağdayız ki akıl bir yanda, kalp farklı bir yanda. Bu vesileyle, “akıllar karışık, kalpler katı, zihinler bulanık, gözler perdeli, hayâller sığ, ufuklar dar, vicdanlar metruk” tarifini hatırlamak önemli.
Kitapta ifade edilen bir diğer husus da “şiir”. Duyguların mucizevî yansımaları olan, gönüldeki hislerden akseden şiirin özü üzerine çok güzel analizlerde bulunuyor yazar ve şunları iletiyor bize: “Arapçada şiir kelimesinin iki kökeninin olduğu söylenir. Biri ‘şuur’dur. Bir diğer mânâsı da ‘kıl’ demektir. İnsanın vücudundaki bir kılı çekerken hissettiği o ince sızı, şairin şiiri yazarken duyduğu varoluşsal acıdır. Şair yazarken -ki bence şiir yazılmaz, inşâ edilir- o sızıyı hissediyorsa siz de o sızıyı, şiiri okurken alırsınız.” Ne güzel bir betimleme, değil mi?
Şiirin ruhunu ve inceliklerini o denli güzel yansıtıyor ki hayran kalmamak elde değil. O derin sızıyı şiirleriyle en iyi yaşayan ve bizlere de yaşatan Üstad Necip Fazıl Kısakürek de şiirin bir çile olduğunu ve büyük bir fikir sancısının ürünü olarak doğduğunu bize aktarır. Sayın Kalın’ın ifadeleri üzerine Üstad’ı da rahmetle anmadan geçmeyelim.
Eserde üzerinde durulan bir başka konu da “modern haz ve tüketim çağı”. Yazarın bu konudaki çalışmaları ve yorumları farklı bir perspektif sunuyor bize. Birçok eserinde olduğu gibi “Gök Kubbenin Altında” eserinde de tüketim çağının insanoğlunu getirdiği hazin nokta bir kez daha vurgulanmış. Yoğun bir tüketim handikabının içinde bazı önemli soruların ıskalandığını, unutturulmak istendiğini bize aktarıyor Sayın Kalın. “Neden yokluk değil de varlık var?” veya “Biz neden varız?” gibi soruların modern haz ve tüketim çağıyla büyük bir eğlence sektörünün kodlarını kullanıp aslında bu soruların yersiz, lüzumsuz, alâkasız ve önemsiz olduğunu telkin ettiğini bize ileterek şu sözlerle devam ediyor: “Düşünmek yerine yapmayı, sorgulamak yerine kabul etmeyi, durup muhasebe yapmak yerine tüketmeyi salık veriyor. İnsanın kendini ancak modern tüketim mekanizmaları içinde ‘muteber bir tüketici’ olarak gerçekleştirebileceğini söylüyor. Böylece varlığın ve insan olmanın amacı, üretim-tüketim ilişkileri bağlamında tanımlanır hâle geliyor. Bu muazzam bir ufuk daralmasıdır. Ufkumuzun kapanması ve kararmasıdır. Zira varlığı maddeye, mânâyı işleve, insanı tüketime indirgemek demek, insan olmanın anlamından, kültür, sanat ve medeniyet gibi değerlerden tamamen kopmak anlamına geliyor.”
Tüketim çağıyla birlikte birçok değerin de bizimle yok olduğunun altını çiziyor Sayın Kalın ve artık kendimize gelmemiz gerektiğini vurguluyor ve şu notu ekliyor: “Bizim hem ayaklarımıza vurulmuş prangalardan, hem de zihinlerimize takılmış kelepçelerden kurtulmamız gerekiyor.”
Kitabın son bölümünde, düşünmek ve hüküm vermek üzerine ince bir çizgiden bahsediyor İbrahim Kalın Hocamız. Sosyal yahut iş hayatımızda düşünmeye gerçekten zaman ayırmıyor ve çoğu zaman peşin hükümle karar veriyoruz. Burada hüküm vermenin kolaylığına, düşünme erdeminin zorluğuna yer veriyor yazarımız. “İnsanların çoğu ciddî düşünmek yerine kolay hüküm vermeyi tercih ediyorlar” diyor ve uyarıyor: “Oysa insanın önce öğrenmesi, anlaması, kavraması, zihnen olgunlaşması ve ancak ondan sonra hüküm vermesi gerekir.”
Hakikatte de olması gereken bu değil mi? Önce özü ve sözüyle öğrenmeli, manen anlamalı, zihnen kavramalı, belirli bir aşamada olgunlaştırmalı ve sonra ona göre adım atmalıyız.
Ömür sermayesi günbegün tükeniyor. Önemli olan, geçen her günün ardından hayırlı çalışmalara imza atmak, hayırla yâd edilmeyi başarmak ve milletimizin o aziz duasını almak.
Prof. Dr. İbrahim Kalın Hocamız, hizmeti ve çalışmalarıyla, en çok da hayata bakış açısıyla milletimizin onayını, duasını ve güvenini kazanmış bir isim. Gök kubbenin altında hoş bir seda bırakıp eserleriyle birçok genç kardeşimize rehberlik eden, ilmini paylaşan ve akademik birikimini milletimizin ve Devletimizin hizmetine sunan bir Hocamızın son eserini bu yazımızda siz değerli okurlarımızla paylaşmaktan onur duyduğumuzu da belirtmek isterim.