Göç: Nimet mi, külfet mi?

İnsanî ilişkiler her an değişmektedir. Irk, etnisite ve kültür kavramları kullanılarak göçmen düşmanlığının yapılmaması ve göçmenleri yaşanan sorunların kaynağı olarak gören yaklaşımların toplumsallaştırılmaması lâzımdır. Toplum, “göç ve göçmen” olgularını, kültürü savunma ve koruma perspektifiyle değil, kültürü açık hâle getirmenin ve genişletmenin bir imkânı olarak görme olgunluğuna ulaşmanın yolunu bulmalıdır.

İNSANLIK tarih boyunca hep hareket hâlinde olmuştur. İnsanlığın yeryüzündeki hareketliliği, onun bir yere hapsolmamasını sağlamıştır. İnsanî hareketliliği ifade eden bir kavram olan göç, bir toplumun bir ülke içinde veya ülkeler arasında hareketliliğini ve yer değişimini ifade etmektedir.

Göç ihtiyacı, “daha iyi hayat şartlarına ulaşmak” şeklinde gönüllü bir motivasyondan kaynaklanabileceği gibi, savaş, şiddet, baskı ve doğal afetler gibi zorunlu nedenlerden de kaynaklanabilir. İnsanlar geçici olarak bir yere göç edebilecekleri gibi, orada kalıcı olmak üzere de yerleşebilirler.

Baskı, şiddet ve savaş ortamlarında insanların hayatlarını devam ettirmeleri çok zorlaşabilir. Bu şartlar altında insan hayatının korunması için kişilerin başka ülkelere sığınması, uluslararası hukukun bir gereğidir. Kişinin, hayatını korumak için bir başka ülkeye sığınması da bir insan hakkıdır.

 

İltica hakkı; siyasal, sosyal, dinî ve kültürel nedenlerden dolayı insanların kendi ülkelerini terk etmek zorunda olmaları sonucu farklı ülkelerde yerleşmelerine ve yaşamalarına imkân sağlamıştır. İltica hakkı, insanların canlarını, ailelerini, dinlerini ve düşüncelerini korumalarını sağlayan önemli bir haktır. Günümüzde iltica etmek zorunda kalan insanlar, gittikleri ülkelerle kendilerini sınırlamamaktadırlar. Ulaşım ve iletişim imkânlarının gelişmesi sayesinde göçmenler, hem anayurtlarına gidebilmekte, hem de orayla ilişkilerini sürdürebilmekte ve dünyanın diğer yerlerini görme imkânına kavuşmaktadırlar.

Ulusal sınırların ötesinde, uluslararası düzeyde bir hareketliliğin oluşması açısından göç olgusu, farklı toplumlar arasında gidip gelen çok yönlü hayatların yaşanmasını sağlamaktadır.

Güçlü ve canlı bir faktör: Göç

İnsanî hareketlilik ve göç, farklı kültürlerin birbirine ulaşmasına, birbiriyle ilişkide ve etkileşimde bulunmasına imkân sağlamaktadır. Farklı sosyal ve kültürel gruplara mensup insanların birbirleriyle karşılaşmaları ve ilişki kurmaları, herkes üzerinde büyük değişikliklerin oluşmasına neden olmaktadır. Göç sonucu meydana gelen etkileşim ve karşılaşma sonucu, hiç kimse artık eskisi gibi değildir. Göç, insanları, kültürleri ve toplumların değişimini sağlayan güçlü ve canlı bir faktördür.

Göç faktörünü, insan hayatını bireysel, sosyal ve kültürel düzeylerde değiştiren radikal bir faktör olarak değerlendirmek lâzımdır. İnsanların oluşturduğu her şey, “kültür” kavramı içinde ifade edilmektedir. Farklı kültürlere mensup insanlar bir araya geldiklerinde “akültürasyon” denilen yeni bir durum ortaya çıkmaktadırlar.

İnsanların bir araya gelmeleri sonucu toplumların karşılaştıkları yeni kültürden bazı unsurları almasına veya ona yeni unsurlar katmasına “akültürasyon” denilmektedir. Yeni bir kültürle karşılaşmak heyecan verici olduğu gibi, şaşkınlık ve karışıklığa da neden olabilir. Kişiler yeni bir kültürle karşılaştıklarında, kendi kültürlerini koruma ve kaybetmeme şeklinde bir tutum takınabilecekleri diğer kültüre intibak etme veya onu reddetme yoluna da gidebilirler.

 

Kişiler farklı kültürlerle karşılaştıklarında değişik yer ve zamanlarda spontane bir şekilde farklı kültürel pratikleri ve değerleri benimseyebilir ve tecrübe edebilirler. İnsanî kültürler birbirlerini etkiledikçe ve zenginleştirdikçe, insanlar arasında da ulusal sınırların ötesinde işbirliği ve dayanışmanın geliştiğini, refah ve zenginliğin ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

“Göç ve göçmen olgusunun yerel kültürün yapısını ve içeriğini değiştirdiği” iddiası üzerinden göçmenlerin tehdit olduğuna dair söylemler, küresel ve ulusal politikalara egemen olmaktadır. Göçmen karşıtı söylem, ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını beslemektedir. Göç ve göçmen olgularının kültürle sağlıklı, yapıcı ve dinamik ilişkisi kurulmadığında, göçmen karşıtı söylemler, göçmenlere karşı düşman olan bir iklim ve ortam yaratmaktadır. Göç ve göçmenliği saplantı hâline getiren ırkçı yaklaşımlar, “ırkçılıklarını kültür kavramıyla örtmektedirler”.

Yerel ve küresel düzeyde yaşanan bütün sorunların kaynağının göç ve göçmenler olduğunu söyleyen ırkçı yaklaşımın kendisi, insanlık için sorundur ve tehdittir. Kültürel yapıyı değiştirmesinden dolayı göçün tehdit ve sorun olduğunu söyleyen bu yaklaşım, göçün bir ülke için olabilecek en yıkıcı felâket olduğunu ısrarla tekrar etmektedir. Göç ve göçmen olgularının bir ülkenin sosyal, siyasal, kültürel, sanatsal, teknolojik, medyatik ve ekonomik hayatına yaptığı katkılar inkâr edilerek ırkçı, yıkıcı ve düşmanca bir yaklaşımla göçün öcüleştirilmesi, dünyamızı daha az güvenlikli, renkli ve insanî bir yer hâline getirmektedir.

“Kültür” dediğimiz kurgu, kutsal ve değişmez değildir. Zaman geçtikçe kültürde değişimlerin olması kaçınılmazdır. İnsan değiştikçe kültür de değişmek zorundadır. Göç olgusu, kültürde değişim, derinlik ve genişlik meydana getiren bir olgudur. Kültürel yapı, göçmenler sayesinde yeni hayat biçimleri kazanmakta ve kendisine yeni boyutların katılması imkânına kavuşmaktadır. Göç olgusu, kültürü kaybetmenin değil, kültürü genişletmenin ve kültüre yeni boyutlar kazandırmanın dinamiği olarak değerlendirilmelidir.

Kültür ve medeniyetin mimarı, tarih boyunca göçmenler olmuştur. Göç eden bireyler ve kavimler, vardıkları yerlerde yeni kültürel pratiklerin ve yaşam biçimlerinin gelişmesine öncülük etmişlerdir.

Ekonomik kriz ve göçmenlere dair

Her toplumda ekonomik sorunların olması normaldir. Ekonomik krizin derinleştiği toplumlarda göçmen düşmanlığının zirve yaptığını görmekteyiz. İnsanlar, mutfaklarındaki yangını göçmen insanlara düşmanlık yaparak söndürme eğilimi içine girebilmektedirler. Hâlbuki ekonomik krizler, işsizliğin artması ve üretimin durması gibi sorunlar, göç olgusundan dolayı çıkmamaktadır. Ekonomik krizler, ekonominin kötü idare edilmesinden dolayı ortaya çıkan buhranlardır. Göçmenler, gittikleri ülkelerde girişimciliğin canlanmasına ve üretimin artmasına katkıda bulunmaktadırlar.

Göçmenler, yerli halkın işini ve aşını çalmamaktadır. Göçmenler, yaptıkları işler ve girişimcilikle ekonominin canlanmasına, üretimin artmasına ve yeni iş sahalarının önünün açılmasına katkı sağlamaktadırlar.

Göçün olmadığı ve bütün insanların doğdukları yerlerde yaşamaya mahkûm olduğu bir dünyayı hayâl ettiğimiz zaman, böyle bir dünyanın izole bir saha olduğunu fark ederiz. Göç, dünyayı birbirine bağlamaktadır. Göç, dünyayı bütün insanların birbiriyle ilişki kurduğu ve etkileşimde bulunduğu bir yer hâline getirmektedir. Farklı insanlar birbirleriyle ilişki kurdukça siyaset, edebiyat, sanat, din, felsefe, mâneviyat ve bilim alanlarında gelişmeler ve değişmeler sağlanmaktadır. İnsanî gelişim, insanî göç ile mümkündür.

İnsanî ilişkiler her an değişmektedir. Irk, etnisite ve kültür kavramları kullanılarak göçmen düşmanlığının yapılmaması ve göçmenleri yaşanan sorunların kaynağı olarak gören yaklaşımların toplumsallaştırılmaması lâzımdır. Toplum, “göç ve göçmen” olgularını, kültürü savunma ve koruma perspektifiyle değil, kültürü açık hâle getirmenin ve genişletmenin bir imkânı olarak görme olgunluğuna ulaşmanın yolunu bulmalıdır.