RAY
Curzweil, “Yakın zamanda ölümsüzlük gerçekleşebilir” diyen bir fütürist. Nice
zamandan beri onun yapay zekâ ve insana dair savlarını topladığı kitabı
dolaşmakta ellerde: “İnsanlık ya da Humanity 2.0”…
Buradan hareketle, henüz
“İnsanlık 1.0” diye tarif edebileceğimiz klasik insanlık devrinin
tamamlandığını söylemek mümkün değil. Yani hâlâ insanlık zafiyet içerisinde
eksiklikleriyle, fazlalıklarıyla doğal kaderini yaşıyor, hastalanıyor ve ölüyor.
Bu durumda sözü edilen fütüristin öngördüğü insanlık tipinin nihaî hedefi
olması hayâl edilen ölümsüzlük için “Ancak anlamsız bir fanteziden ibaret!”
diyebiliriz.
Lâkin bir kısım insanların
hayâlleri ve bir kısım çılgın bilginlerin laboratuvarları bu iş için çalışmakta.
Hatta bir kısım şirketlerin projelerinin de hayata geçirilmek üzere
somutlaştırılmaya çalışıldığı bilinmekte. Meselâ “Avatar” projesi gibi… Avatar
ve benzeri konularda çalışan bilim adamları, önce insan beynini modellemeyi,
sonra bunu bir makineye aktarmayı düşünmekteler. Böylece insanları, daha
doğrusu kendilerini, bir nevi mutant ya da cyborg gibi sonsuza kadar yaşatmayı
kafalarına koymuş durumdalar.
Garip olan ise, bu
düşüncede olanların ya da yandaşlarının birer savaşsever, kışkırtıcı, hatta
cellat olarak binlerce insanı ölüme sürüklemekte bir mahzur görmeyişleri. Dünyada
yaşanan bunca savaş, terör, zulüm, işkence, hastalık ve insanlığı, yani
İnsanlık 1.0’ın yaşamını tehdit ederken, “Ben seni silikon-metal karışımı bir
makineye aktaracak ve ölümsüzleştireceğim!” demek ve sonsuz yokluğu işaretle doğala
meydan okumak, herhâlde Babil Kulesi’ni tersten inşa etmek anlamında olup “Tanrı’ya
ve kadere isyan” sayılsa gerek.
Evet, bu girizgâhın ardından
bakalım ne yaptıklarına. Efendim denilmekteki, “İnsan artık İnsanlık/Humanity
2.0 çağına giriyor”. GNR, yani “genetik, nano-teknoloji ve robotik” devrimlerin
habercisi anlamında İnsanlık 2.0’ın henüz düşüncesinin başlangıcındayız. Ayrıca,
“Bu devrimlerin son derece hızlı gelişimi ile bugünkü insan, yani Humanity 1.0 da
beden olarak bu devrimlerden azade tutulamayacak kısa süre içinde yeni bir
insan ve insanlık aşamasına yükselecek” denilmekte. Sadece bedeniyle mi? Tabiî
ki aynı zamanda bilinç olarak da…
Yıl, 2003 idi. Amerika’da
bir bilimsel konferans düzenlendi. "Yaşamın Geleceği" adlı bu
konferansın amacı, DNA’nın yapısının Watson ve Crick adlı bilim adamları
tarafından bulunuşunun 50. yılını kutlamaktı. Ve buraya sunulan tebliğler,
ağırlıklı olarak gelecek 50 yılın neler getirebileceği konusundaydı. Ne var ki,
bu husustaki tahminlerin çoğunluğu, aklı başında tahminlerden sayılamayacak
kadar uçuktu. Meselâ James Watson adlı biri, “gelecek” deyince kilo almadan,
istenildiği kadar yemeye imkân tanıyacak ilaçlardan söz etmekteydi. Dediğine
göre bu tür ilaçlar fareler üzerinde çoktan denenmiş ve başarı sağlanmıştı.
İnsanlar için tasarlanmaya ve hatta geliştirilmeye başlanmıştı bile. Aslında
adam haklıydı; zira bu ilaçların kullanıma girmeleri, elli değil, belki on yıla
dahi ihtiyaç duymaktaydı.
Bu örnekten hareketle, görüldüğü
kadarıyla konferansa katkı yapanların hemen hemen tümünün yanılgısı, gelecek
elli yılla ilgili kestirimlerle geride bıraktığımız elli yılda kat edilen
gelişmenin ölçüt alınmış olmasıydı ve eften püften şeylerdi. Onlara göre
bilimsel gelişme hızının gelecekte de aynı şekilde ve hızda süreceği
düşünülmekteydi. Oysa bir kısım bilim adamları, gelişmenin katlanarak
ivmeleneceğine inanmaktalar; doğrusu tecrübeler de bunu teyit etmekte. Bu kabil
gözleri keskin bilim adamlarının dediklerine göre, 1990’da başlatılan “İnsan Genomu
Projesi” başlangıç hızıyla ilerleseydi, projenin 2003 yılında tamamlanması
namümkündü. Buna rağmen, hemen 1990’dan itibaren elde edilen genetik veriler
her geçen yıl ikiye katlandı. Bilgi teknolojisinde her geçen gün yeni bir buluş
hayattaki yerini alıyor. Dahası, tüm teknolojiler bilgi teknolojilerine
dönüşüyor. Tüm bunlar, bir araya geldiklerinde yakın bir gelecekte “tekillik”
olarak bilinen süper bir durumla karşılaşmanın bir adım ötede olduğunu
söylemeyi imkân dahilinde kılıyorlar. Bu durumda, teknolojik değişimin ivmelenen
hızı, sözü edilen ilk elli yıl içerisinde öyle olabilir ki, insan, geriye
dönüşü imkânsız bir biçimde dönüşüme uğrar. Ne olur? O zamanı kestirmek mümkün
değil!
Bu kabil katlamalı
gelişmeyle ilgili kanıtları arayanlar çok zorlanmayacaklardır. Hemen hemen her yerde
ve her sektörde karşımıza çıkıyor. Yazar Ray Curzweil, “Singularity is Near”,
yani “Tekillik Yakınımızda” adlı son kitabında bu konuyu işlemekte. Ve
iletişim, internet, beyin tarama ve biyolojik teknolojiler gibi farklı bilim
dallarındaki katlamalı gelişmeleri, itiraz edilemeyecek bir şekilde
örneklemekte. Bu örnekler, teknolojik değişim hızının on yılda bir ikiye
katlandığını gösteriyor. Hatta bilgi teknolojisindeki hızlı gelişme ve gücün
her yıl ikiye katlandığı da haber verilmekte. O hâlde bu alandaki gelişmenin 10
yılda ikiyle katlanmakla kalmayacağını, belki binle ifade edileceğini öngörmek
mümkün oluyor.
Meselâ 1940’ların
başlarında Nazi şifrelerinin çözülmesinde kullanılan hesaplama yöntemleri
şeklinde başlayan bilgisayar yolculuğunda tarifsiz bir ilerlemenin kat edildiği
görülüyor. Varıp dayanıyor üç boyutlu moleküler bilgisayarın hayata
geçirilmesine.
Ancak şimdiden
öngörülemeyen ve kesin olabilirlik vadetmeyen konular da yok değil. Fakat bilgi
teknolojisinin her dalda sağlayacağı imkânların farklı alanları da yöneteceği
gün gibi aşikâr. Bu nedenle deniyor ki, “İvmelenen bilim ve teknoloji
gerçekliği, gelecek konusunda insan hayâlini zorlamakta”. Buna göre, yukarıda söz
edilen değişim hızı ölçeğinde, hem de 2000 yılının hızıyla 2023 yılına
varıldığında, 20. yüzyılın tümüne eşdeğerde bir birikimin birkaç katı sağlanmış
olacak. Ardından aynı şeyleri bir kez daha hayata geçirmek için birkaç yıl
yetecek.
Doğal olarak bu hız ve akıl almaz gelişme, sonunda, başta insanın hayatı olmak üzere düşünce ve biyolojik yapısının özünü bilgi teknolojisi oluşturacak.
Genetik, nano-teknoloji ve
robotik devrim
Bu konuyla ilgilenen
uzmanlar bir “G devrimi”nden söz etmekteler. Onlara göre insanlık, devrimin ilk
aşamasında! Ama 21. yüzyılda üç teknoloji devriminin olması muhtemel. “G” ya da
“genetik” konusundaki biyo-teknoloji hayata giriş yapalı epey oldu. Eldeki bir
teknoloji de vücutta, sorun çıkartacak parçacıkların engellenmesi suretiyle
belli genlerin devreden çıkartılmasında kullanılan RNA müdahalesi. Sadece
müdahale ile kalınmayacak ve genetik bilgiler “bireysel literatür”e dâhil
olduğunda beden, taze genler eklemenin yeni yolları da ortaya çıkacak. Deniliyor
ki, “Herkesin kendi ideal genleri oluşturulacak”. Üzerinde değişiklikler
yapılan gen, laboratuvarda üretilebilir hâle gelecek ve hastanın kanına
aktarılarak doğru dokuların içine yerleştirilecek. “Gen-terapi” diye
adlandırılabilecek bu yöntem farelere uygulanmış ve başarılı sonuçlar vermiş
durumda.
Sırada insan var. Gen aktarımından
sonra dokuların ve hatta organları oluşturmanın da yolu açılmış olacak. Bunun
adı da bir nevi "klonlama" olarak geçmekte. Yani doku ve organların
kendi hücrelerimizden “yaratılıyor” olmasından söz ediliyor.
Bir diğer devrim ise “N”
ya da “nano-teknoloji devrimi” olarak hayata geçecek. 2020’den itibaren
olgunluğa erişecek olan "N" ya da nanoteknoloji devrimiyle ve bilgi-işlem
aracılığıyla, istenilen hemen her fiziksel ürün kolaylıkla oluşturulabilecek.
İşte bu sayede biyolojinin sınırları aşılacak! Böylelikle biyo-beden, Humanity (sürüm)
1.0’ın yerine, geliştirilmiş Humanity (sürüm) 2.0’la kendini yenileyecek.
Uzmanlar, bir başka 21.
yüzyıl mucizesi anlamında “R”, yani “robot devrimi”nden bahis açmaktalar. Hem
de en büyük devrim olarak! Bu devrimin ilk hamlesi, insan kriterinde bir yapay
zekâ olacak. Gelişen zekâ programları sayesinde, 2033’e doğru biyolojik zekâyı
yeniden oluşturacak donanım ve yazılımlar kullanıma hazır olacak. Hani
şimdilerde otomobillere uygulanma aşamasındaki “otomatik şoförlerden” söz
ediliyor ya, işte onun gibi! Oluşturulan yapay zekâ programları, hayatın her
aparatını bizzat kontrol ediyor olacak.
Sonuç mu? İnsan vücudu
teknoloji ile yekpare hâle gelecek. Bunun için organlara ve beyne monte
edilecek nano-robotlarla (nano-bot) işlemin tamamlanacağı söyleniyor. Nano-botlar,
doğal hâlde insanların bilim altında plânlanan biyosistemi koruma, kollama ve
çalıştırma işlevini en sağlıklı biçimde yerine getirmiş olacaklar. En önemlisi de,
sanal gerçeklik olgusunu yaratarak internet üzerinden ve beyinden beyne
haberleşmeyi sağlayacaklar. Ve tabiî en ufak bir “kader aksaması”na fırsat
vermeden… Üstelik bu yapay zekâ, kendi ölçüsünü, gelişen teknolojiyle
bağlantılayacak, yani güncellenme olanağı sağlayacak. Bilindiği gibi biyolojik
zekâ, bir ölçüde sabit ama biyolojik olmayan “teknolojik zekâ” her yıl
kapasitesini ikiye katlayacak.
2030’lu yıllara
geldiğimizde zekâmızın biyolojik olmayan kısmı daha öne çıkacak. 2040’lı yıllarda
biyolojik olmayan kısmın kapasitesi biyolojik olandan milyarlarca kez daha
güçlü olacak. Ayrıca biyolojik olmayan kısım kendi tasarımına müdahale
edebilecek yeteneğe sahip olacak ve kendi kendini onarabilecek ve
yenileyebilecek.
Ve ekliyorlar uzmanlar: “GNR
teknolojileri, insanın inanılmaz hedeflere ulaşmasını sağlayacak.” Peki, bunun
beraberinde getirdiği hiç mi tehlike yok? Olmaz olur mu? Biyomühendislerin farkında
olmadan, yan ürün olarak geliştirdiği “tekno-patolojik virüsler” şimdiden
hayata geçmiş bile. Tıpkı bilgisayar virüsleri gibi...
Görüldüğü gibi uzmanlar,
yapay teknoloji tabanlı sistemlerin doğuracağı risklerden de söz etmekteler. Ancak
diyorlar ki, “Bu tehlikelerden kurtulmanın yolu, gelişmeleri reddetmek ve uzak
durmak değil. Gelişmenin yolunu kesmek, insanı sahip olabileceği pek çok
avantajdan mahrum bırakacağı gibi, bu teknolojnin merdiven altı olmasına ve
tehlikenin boyutunu arttırmasına da sebep olacak”.
Bir de bu insan tipine,
yani Humanity 2.0 projesine karşı çıkanlar var elbette. Onlar, insan üzerinde
oynamadan sonra ortaya çıkan “mutantlara” hâlâ “insan” denilip denilemeyeceğini
sorguluyorlar. Ve “kul” olma özelliğinin korunup korunamayacağını sorguluyorlar.
Ki el-hak, doğrular!
Son söz olarak, yazının
girizgâhını bir kez daha okumayı tavsiye ediyoruz.
Ve Allah-u âlem…