GNR eşiğinde İnsanlık ya da Humanity 2.0 çağı

Yazar Ray Curzweil, “Singularity is Near”, yani “Tekillik Yakınımızda” adlı son kitabında, iletişim, internet, beyin tarama ve biyolojik teknolojiler gibi farklı bilim dallarındaki katlamalı gelişmeleri, itiraz edilemeyecek bir şekilde örneklemekte. Bu örnekler, teknolojik değişim hızının on yılda bir ikiye katlandığını gösteriyor. Hatta bilgi teknolojisindeki hızlı gelişme ve gücün her yıl ikiye katlandığı da haber verilmekte. O hâlde bu alandaki gelişmenin 10 yılda ikiyle katlanmakla kalmayacağını, belki binle ifade edileceğini öngörmek mümkün oluyor.

RAY Curzweil, “Yakın zamanda ölümsüzlük gerçekleşebilir” diyen bir fütürist. Nice zamandan beri onun yapay zekâ ve insana dair savlarını topladığı kitabı dolaşmakta ellerde: “İnsanlık ya da Humanity 2.0”…

Buradan hareketle, henüz “İnsanlık 1.0” diye tarif edebileceğimiz klasik insanlık devrinin tamamlandığını söylemek mümkün değil. Yani hâlâ insanlık zafiyet içerisinde eksiklikleriyle, fazlalıklarıyla doğal kaderini yaşıyor, hastalanıyor ve ölüyor. Bu durumda sözü edilen fütüristin öngördüğü insanlık tipinin nihaî hedefi olması hayâl edilen ölümsüzlük için “Ancak anlamsız bir fanteziden ibaret!” diyebiliriz.

Lâkin bir kısım insanların hayâlleri ve bir kısım çılgın bilginlerin laboratuvarları bu iş için çalışmakta. Hatta bir kısım şirketlerin projelerinin de hayata geçirilmek üzere somutlaştırılmaya çalışıldığı bilinmekte. Meselâ “Avatar” projesi gibi… Avatar ve benzeri konularda çalışan bilim adamları, önce insan beynini modellemeyi, sonra bunu bir makineye aktarmayı düşünmekteler. Böylece insanları, daha doğrusu kendilerini, bir nevi mutant ya da cyborg gibi sonsuza kadar yaşatmayı kafalarına koymuş durumdalar.

Garip olan ise, bu düşüncede olanların ya da yandaşlarının birer savaşsever, kışkırtıcı, hatta cellat olarak binlerce insanı ölüme sürüklemekte bir mahzur görmeyişleri. Dünyada yaşanan bunca savaş, terör, zulüm, işkence, hastalık ve insanlığı, yani İnsanlık 1.0’ın yaşamını tehdit ederken, “Ben seni silikon-metal karışımı bir makineye aktaracak ve ölümsüzleştireceğim!” demek ve sonsuz yokluğu işaretle doğala meydan okumak, herhâlde Babil Kulesi’ni tersten inşa etmek anlamında olup “Tanrı’ya ve kadere isyan” sayılsa gerek.

Evet, bu girizgâhın ardından bakalım ne yaptıklarına. Efendim denilmekteki, “İnsan artık İnsanlık/Humanity 2.0 çağına giriyor”. GNR, yani “genetik, nano-teknoloji ve robotik” devrimlerin habercisi anlamında İnsanlık 2.0’ın henüz düşüncesinin başlangıcındayız. Ayrıca, “Bu devrimlerin son derece hızlı gelişimi ile bugünkü insan, yani Humanity 1.0 da beden olarak bu devrimlerden azade tutulamayacak kısa süre içinde yeni bir insan ve insanlık aşamasına yükselecek” denilmekte. Sadece bedeniyle mi? Tabiî ki aynı zamanda bilinç olarak da…

Yıl, 2003 idi. Amerika’da bir bilimsel konferans düzenlendi. "Yaşamın Geleceği" adlı bu konferansın amacı, DNA’nın yapısının Watson ve Crick adlı bilim adamları tarafından bulunuşunun 50. yılını kutlamaktı. Ve buraya sunulan tebliğler, ağırlıklı olarak gelecek 50 yılın neler getirebileceği konusundaydı. Ne var ki, bu husustaki tahminlerin çoğunluğu, aklı başında tahminlerden sayılamayacak kadar uçuktu. Meselâ James Watson adlı biri, “gelecek” deyince kilo almadan, istenildiği kadar yemeye imkân tanıyacak ilaçlardan söz etmekteydi. Dediğine göre bu tür ilaçlar fareler üzerinde çoktan denenmiş ve başarı sağlanmıştı. İnsanlar için tasarlanmaya ve hatta geliştirilmeye başlanmıştı bile. Aslında adam haklıydı; zira bu ilaçların kullanıma girmeleri, elli değil, belki on yıla dahi ihtiyaç duymaktaydı.

Bu örnekten hareketle, görüldüğü kadarıyla konferansa katkı yapanların hemen hemen tümünün yanılgısı, gelecek elli yılla ilgili kestirimlerle geride bıraktığımız elli yılda kat edilen gelişmenin ölçüt alınmış olmasıydı ve eften püften şeylerdi. Onlara göre bilimsel gelişme hızının gelecekte de aynı şekilde ve hızda süreceği düşünülmekteydi. Oysa bir kısım bilim adamları, gelişmenin katlanarak ivmeleneceğine inanmaktalar; doğrusu tecrübeler de bunu teyit etmekte. Bu kabil gözleri keskin bilim adamlarının dediklerine göre, 1990’da başlatılan “İnsan Genomu Projesi” başlangıç hızıyla ilerleseydi, projenin 2003 yılında tamamlanması namümkündü. Buna rağmen, hemen 1990’dan itibaren elde edilen genetik veriler her geçen yıl ikiye katlandı. Bilgi teknolojisinde her geçen gün yeni bir buluş hayattaki yerini alıyor. Dahası, tüm teknolojiler bilgi teknolojilerine dönüşüyor. Tüm bunlar, bir araya geldiklerinde yakın bir gelecekte “tekillik” olarak bilinen süper bir durumla karşılaşmanın bir adım ötede olduğunu söylemeyi imkân dahilinde kılıyorlar. Bu durumda, teknolojik değişimin ivmelenen hızı, sözü edilen ilk elli yıl içerisinde öyle olabilir ki, insan, geriye dönüşü imkânsız bir biçimde dönüşüme uğrar. Ne olur? O zamanı kestirmek mümkün değil!

Bu kabil katlamalı gelişmeyle ilgili kanıtları arayanlar çok zorlanmayacaklardır. Hemen hemen her yerde ve her sektörde karşımıza çıkıyor. Yazar Ray Curzweil, “Singularity is Near”, yani “Tekillik Yakınımızda” adlı son kitabında bu konuyu işlemekte. Ve iletişim, internet, beyin tarama ve biyolojik teknolojiler gibi farklı bilim dallarındaki katlamalı gelişmeleri, itiraz edilemeyecek bir şekilde örneklemekte. Bu örnekler, teknolojik değişim hızının on yılda bir ikiye katlandığını gösteriyor. Hatta bilgi teknolojisindeki hızlı gelişme ve gücün her yıl ikiye katlandığı da haber verilmekte. O hâlde bu alandaki gelişmenin 10 yılda ikiyle katlanmakla kalmayacağını, belki binle ifade edileceğini öngörmek mümkün oluyor.

Meselâ 1940’ların başlarında Nazi şifrelerinin çözülmesinde kullanılan hesaplama yöntemleri şeklinde başlayan bilgisayar yolculuğunda tarifsiz bir ilerlemenin kat edildiği görülüyor. Varıp dayanıyor üç boyutlu moleküler bilgisayarın hayata geçirilmesine.

Ancak şimdiden öngörülemeyen ve kesin olabilirlik vadetmeyen konular da yok değil. Fakat bilgi teknolojisinin her dalda sağlayacağı imkânların farklı alanları da yöneteceği gün gibi aşikâr. Bu nedenle deniyor ki, “İvmelenen bilim ve teknoloji gerçekliği, gelecek konusunda insan hayâlini zorlamakta”. Buna göre, yukarıda söz edilen değişim hızı ölçeğinde, hem de 2000 yılının hızıyla 2023 yılına varıldığında, 20. yüzyılın tümüne eşdeğerde bir birikimin birkaç katı sağlanmış olacak. Ardından aynı şeyleri bir kez daha hayata geçirmek için birkaç yıl yetecek.

Doğal olarak bu hız ve akıl almaz gelişme, sonunda, başta insanın hayatı olmak üzere düşünce ve biyolojik yapısının özünü bilgi teknolojisi oluşturacak.


Genetik, nano-teknoloji ve robotik devrim

Bu konuyla ilgilenen uzmanlar bir “G devrimi”nden söz etmekteler. Onlara göre insanlık, devrimin ilk aşamasında! Ama 21. yüzyılda üç teknoloji devriminin olması muhtemel. “G” ya da “genetik” konusundaki biyo-teknoloji hayata giriş yapalı epey oldu. Eldeki bir teknoloji de vücutta, sorun çıkartacak parçacıkların engellenmesi suretiyle belli genlerin devreden çıkartılmasında kullanılan RNA müdahalesi. Sadece müdahale ile kalınmayacak ve genetik bilgiler “bireysel literatür”e dâhil olduğunda beden, taze genler eklemenin yeni yolları da ortaya çıkacak. Deniliyor ki, “Herkesin kendi ideal genleri oluşturulacak”. Üzerinde değişiklikler yapılan gen, laboratuvarda üretilebilir hâle gelecek ve hastanın kanına aktarılarak doğru dokuların içine yerleştirilecek. “Gen-terapi” diye adlandırılabilecek bu yöntem farelere uygulanmış ve başarılı sonuçlar vermiş durumda.

Sırada insan var. Gen aktarımından sonra dokuların ve hatta organları oluşturmanın da yolu açılmış olacak. Bunun adı da bir nevi "klonlama" olarak geçmekte. Yani doku ve organların kendi hücrelerimizden “yaratılıyor” olmasından söz ediliyor.

Bir diğer devrim ise “N” ya da “nano-teknoloji devrimi” olarak hayata geçecek. 2020’den itibaren olgunluğa erişecek olan "N" ya da nanoteknoloji devrimiyle ve bilgi-işlem aracılığıyla, istenilen hemen her fiziksel ürün kolaylıkla oluşturulabilecek. İşte bu sayede biyolojinin sınırları aşılacak! Böylelikle biyo-beden, Humanity (sürüm) 1.0’ın yerine, geliştirilmiş Humanity (sürüm) 2.0’la kendini yenileyecek.

Uzmanlar, bir başka 21. yüzyıl mucizesi anlamında “R”, yani “robot devrimi”nden bahis açmaktalar. Hem de en büyük devrim olarak! Bu devrimin ilk hamlesi, insan kriterinde bir yapay zekâ olacak. Gelişen zekâ programları sayesinde, 2033’e doğru biyolojik zekâyı yeniden oluşturacak donanım ve yazılımlar kullanıma hazır olacak. Hani şimdilerde otomobillere uygulanma aşamasındaki “otomatik şoförlerden” söz ediliyor ya, işte onun gibi! Oluşturulan yapay zekâ programları, hayatın her aparatını bizzat kontrol ediyor olacak.

Sonuç mu? İnsan vücudu teknoloji ile yekpare hâle gelecek. Bunun için organlara ve beyne monte edilecek nano-robotlarla (nano-bot) işlemin tamamlanacağı söyleniyor. Nano-botlar, doğal hâlde insanların bilim altında plânlanan biyosistemi koruma, kollama ve çalıştırma işlevini en sağlıklı biçimde yerine getirmiş olacaklar. En önemlisi de, sanal gerçeklik olgusunu yaratarak internet üzerinden ve beyinden beyne haberleşmeyi sağlayacaklar. Ve tabiî en ufak bir “kader aksaması”na fırsat vermeden… Üstelik bu yapay zekâ, kendi ölçüsünü, gelişen teknolojiyle bağlantılayacak, yani güncellenme olanağı sağlayacak. Bilindiği gibi biyolojik zekâ, bir ölçüde sabit ama biyolojik olmayan “teknolojik zekâ” her yıl kapasitesini ikiye katlayacak.

2030’lu yıllara geldiğimizde zekâmızın biyolojik olmayan kısmı daha öne çıkacak. 2040’lı yıllarda biyolojik olmayan kısmın kapasitesi biyolojik olandan milyarlarca kez daha güçlü olacak. Ayrıca biyolojik olmayan kısım kendi tasarımına müdahale edebilecek yeteneğe sahip olacak ve kendi kendini onarabilecek ve yenileyebilecek.

Ve ekliyorlar uzmanlar: “GNR teknolojileri, insanın inanılmaz hedeflere ulaşmasını sağlayacak.” Peki, bunun beraberinde getirdiği hiç mi tehlike yok? Olmaz olur mu? Biyomühendislerin farkında olmadan, yan ürün olarak geliştirdiği “tekno-patolojik virüsler” şimdiden hayata geçmiş bile. Tıpkı bilgisayar virüsleri gibi...

Görüldüğü gibi uzmanlar, yapay teknoloji tabanlı sistemlerin doğuracağı risklerden de söz etmekteler. Ancak diyorlar ki, “Bu tehlikelerden kurtulmanın yolu, gelişmeleri reddetmek ve uzak durmak değil. Gelişmenin yolunu kesmek, insanı sahip olabileceği pek çok avantajdan mahrum bırakacağı gibi, bu teknolojnin merdiven altı olmasına ve tehlikenin boyutunu arttırmasına da sebep olacak”.

Bir de bu insan tipine, yani Humanity 2.0 projesine karşı çıkanlar var elbette. Onlar, insan üzerinde oynamadan sonra ortaya çıkan “mutantlara” hâlâ “insan” denilip denilemeyeceğini sorguluyorlar. Ve “kul” olma özelliğinin korunup korunamayacağını sorguluyorlar. Ki el-hak, doğrular!

Son söz olarak, yazının girizgâhını bir kez daha okumayı tavsiye ediyoruz.

Ve Allah-u âlem…