İNSANLIK tarihinde kısa ama keyifli bir yolculuğa çıkalım. Bunun
sosyolojik ve kültürel bir yolculuk olacağının farkında olarak birçok yöntemi
takip edebiliriz. Özellikle konu kıyafet olunca, zannediyorum ki, insanı son
derece renkli ve zannedildiğinden daha incelikli ayrıntılara ulaştıracağını öngörmek
zor olmasa gerektir.
Bu konuda (bilinen-bilinmeyen) çok fazla etken vardır ve yıllar
içinde bazı farklılıklar gösterse de o, insanların millet olarak kimliğinin oluşmasını
sağlamaktadır. Ve açıkça denilebilir ki, giyim şekilleri, bir arada yaşayan o insanların
“millet” olarak var olmalarını sağlar.
“Kipa” denilen şapka meselâ… Yahudilerin dinî merasimlerde
taktıkları bir şapkadır kipa. Zaman içinde anlamı dışında bir sembol, bir milletin
en basit şekilde birlikteliğini ve millet oluşunu sembolize eden bir nesneye dönüşmüştür.
Meselâ Londra’nın gri sokaklarında rengârenk kıyafetiyle dolaşan Hintli bir
kadın, mensubu olduğu milletin tüm değerlerini sadece yürüyerek, geçtiği
sokaklara âdeta kazır ve geçip gider. Bolivya’da yaşayan genç kızların okula
giderken ya da normal zamanlarda saçlarına bağladıkları büyük ponponlu ve renkli
süsler, onların güzelliğini ve saygınlığını arttırdığı inancıyla kullanılmaya
devam edilmektedir. Bu örnekleri dünyanın dört bir yanında binlercesiyle çeşitlendirmek
mümkündür.
Yani milletler giyim kuşam şekilleri ya da zaman içinde
sembolleşen birtakım başka nesnelerle binlerce yıllık birikimlerini damıtarak
devam ettirmenin bir yolunu bulurlar. Ve bu şekilde tarihin halkalarına
azalarak ya da çoğalarak eklemlenirler.
***
İnsanların yerküre üzerinde iklim ve doğa şartlarına (belki
çok daha sonra inanç esaslarına) bağlı olarak benimsedikleri farklı giyim ve
yaşam şekilleri mevcût. Bu öyle büyük bir zenginlik ve çeşitliliktir ki, büyük bir
hayret ve merak ile araştırılıp, konuşulup yazılabilir. Yüzyıllar, hattâ binyıllar
denilebilecek zaman dilimlerinde oluşabilen bu birikim, gerçek insan hazînesi
olarak tarihe, taşa toprağa, inanca, sanata, kültüre, doğaya kazınır.
Afrika ile ilgili belgesellerde şöyle bir alt anlatım
bulunur: O insanların kıyafetleri ya çok romantize şekilde verilir ya da yokluk
vurgusu altında dramatize edilir. Oysa doğayı son zerresine kadar sömüren
modern insan, bunun doğa ile barışık bir giyim şekli olduğunu, sıcak soğuk ve diğer
tabiat olaylarına göre yani ihtiyaca binaen oluştuğunu anlamaz ya da görmez. “İhtiyaç”
kavramını tamamen yitirmiş olan insan, orada sadece “ihtiyacı olduğu kadarının”
mâhiyetini anlamaktan çok uzaktır.
***
İnsan sadece varlığı ile dünyaya tecessüm eder. Ve bunun gerçek
mâhiyetini tam olarak anlayabilmek (mevcût şartlarda) mümkün görünmemektedir.
Sadece ülkemizde Göbeklitepe’den Side antik kentine, Alacahöyük’ten Sümela Manastırı’na
kadar birçok değer, sizce tam anlamıyla anlaşılmış mıdır?
Kıyafet sadece şekil açısından değil, isimleri açısından
da kültürler arasındaki iletişim ve etkileşimde önemli bir yer tutar. Bu
kulvara girmeden devam etmeyi tercih ediyorum…
Giyim kuşam ile milletlerin kimlikleri oluşur, kültürleri
değişir, dönüşür, zaman içinde de bunlar reddedilemez aidiyetler olarak kabul
edilir. Genel kanının aksine, giyim kuşam şekilleri, sadece bir bez/kumaş parçası
ya da şekil olmaktan çıkar, bir toplumun kendini tanımladığı ve hattâ oluşturduğu
temel unsurlardan birine dönüşür.
Kıyafetlerin sosyo-kültürel açıdan da pek çok işlevleri vardır.
Giysi, “insan vücûdunu dış
etkenlerden koruyan kültürün maddî unsuru” olarak tarif edilir. Örtünmekten
ziyâde, dış etkenlerden muhafaza olmak amaç edinilmiştir.
Giyim şekilleri zamanın gerekleri ve ihtiyaçlarına göre şekillenir.
Tabiî “moda” denilen faktörü de göz ardı etmemek gerekir. Moda modern ve yakın
zaman kavramlarından biri gibi görünebilir. Ama insanın, doğası gereği değişik ya
da sıra dışı olanı beğenme ve isteme içgüdüsü inkâr edilemez. Kadın erkek
demeden beğenme ve beğenilme duygusu, son derece baskın bir duygu olarak
çoğumuzda mevcûttur.
***
Bizler (ne yazık ki) yaşadığımız bu çağda aynılaşarak
azalmaya devam ediyoruz. Dünyamızın geldiği son nokta, birçok açıdan nefes
kesici. İletişimden modernliğin birçok gelişimine kadar haz ve hız çağının baş
döndürücü etkisiyle memnunuz. Bazı resmî günlerde yapılan gösteri ve
yürüyüşlerle varlığımızı beslememiz mümkün değildir. Müzelere ya da antika dükkânlarına
hapsolmuş bir geçmiş ile geleceğe yürüyemeyiz. Kendimizi sevip yine kendimizle
barışalım. Binlerce yılda oluşan kadim bir geçmişin gölgesi bu kadar cılız
olamaz.
Ne yapalım? Bir birey olarak ben ne yapabilirim?