Gidenin ardından: Yas psikolojisi

Her insan biricik ve tektir. Onun için hiçbir kimsenin yası, bir diğerine benzemez. Gösterilen tepkiler bireyseldir ve kişiden kişiye farklılık gösterir.

ÖLÜMÜN girmediği ev, çalmadığı kapı, varlığını hissettirmediği gün yoktur. Bazen akrabanın, bazen komşunun veya en yakın arkadaşın ölüm haberi olarak karşımıza çıkar, kendini hatırlatır bize. Doğduğumuza inandığımız gibi, bir gün elbet öleceğimizi ve ebedî istirahata çekileceğimizi biliyor ve sıramızın gelmesini bekliyoruz.

Gidenin ardından dökülen gözyaşının ve hissedilen acının tarifi yoktur. Önemli olan, kayıptan sonra geçen süreci en az hasarla sağlıklı bir şekilde atlata bilmek. Peki, bu süreç nedir ve bu süreçte neler yaşanır?

Yas nedir?

Yas, sevilen ve değer verilen bir kişinin veya bir şeyin kaybından sonra yaşanması gereken doğal tepkidir. Yas sadece gidenin ardından tutulmaz. Kişinin işini kaybetmesi, sağlığını kaybetmesi, evcil hayvanın kaybı, ilişkinin kaybı arkasından da yas tutulur. Yas tutmak, sadece ölüme karşı verilen bir cevap değildir. Burada önemli olan, değerli olan bir şeyin yokluğunu yaşıyor olmaktır.

Kaybetme, insanın canını acıtan ve ruhunu zedeleyen bir duygudur. Kişi, “Kimse beni anlamıyor”, “Acımın tarifi yok”, “Hiçbir yere sığamıyorum” cümleleri ile kendini ifade eder. Hiçbir kimsenin acısı birbirine benzemez. “Hiçbir kayıp sıradan olmadığı gibi, kaybımıza karşı verdiğimiz tepkiler de sıradan değildir. Yaşadığımız yas, en az hayatlarımız kadar benzersizdir.” (Dr. Elizabeth Kubler-Ross) 

Çocuk ve ergenlerde ölüm, kayıp ve yas

Çocukluk çağında, özellikle ebeveyn kaybı, zorlayıcı ve yıkıcı bir yaşantıdır. Çocuk ve ergenlerde gelişim dönemlerine özgü biçimde yas tepkileri görülür.

Bebeklik döneminde bebek, bakım verenin yokluğunun farkındadır. Ancak ölüm kavramı yoktur. Çocuk, kaybettiği ebeveynini arayabilir, çağırabilir; bununla birlikte duygusal içe çekilme, üzgün yüz ifadesi, yeme ve uyku sorunları görülebilir.  

3-6 yaş döneminde bakım veren kişi hakkında (anne, baba gibi) “Gitti ama geri gelecek” beklentisi vardır. Sürekli ölen kişiyi arayıp bulma çabası içerisindedir. Geçici olarak enürezis alt ıslatma, enkoprezis, bebeksi konuşma ve parmak emme, yemek problemi gibi davranışlar görülür. Ölüm hakkında birçok soru sorar: “Öldüyse nasıl nefes alıyor?” gibi… Ölen birinin “uykuda” olduğunu söylerseniz, “Ne zaman uyanacak?” diye sorar ve çocuk için birinin uykuda olması, onun ölümü anlamına gelir. Bazen çocuklarda yakın birinin ölümünün ardından uyku problemi görülür. Çocuk, uyuduğu zaman uyanamayacağını düşündüğü için uyumamakta diretir, hatta anne ve babasının da uyumasını istemez.

6-9 yaş, ölümü kendi suçu olarak görür. Örneğin, “Ben yaramazlık yaptım, onun için öldü” gibi… Bu yaş grubu çocuklar ölümü bir hayâlet veya melek gibi düşünebilir. Derslerine odaklanma güçlüğü, okul reddi yaşanabilir.

9-12 yaş, ölümün farkındadır. Yakın çevrede yaşanan ölüm olayından etkilenmekle birlikte, kızgınlık, suçluluk veya sorumluluk hissetme, sosyal içe çekilme, madde kullanımı gibi davranışlar söz konusudur.

Ergenlik dönemi, 12 yaş ve üstü çocuk için ölüm mutlak bir gerçektir ama ölümün kendisi için uzak bir gelecekte olacağına inanır.

Yas sürecindeki tepkiler nelerdir? 

Bedensel tekiler: Nefes darlığı, boğazda düğümlenme, yutkunma güçlüğü, kabızlık, ishal, kas ağrıları, kaslarda seğirme, uyku düzensizliği, hâlsizlik ve yorgunluk.

Ruhsal tepkiler: Ölen kişinin hayatta olduğunu hissetme, sesini duyma, hayâlini görme, ölüm ve ölümden sonraki hayatı sorgulama. Örneğin, “Şimdi nereye gitti? Bundan sonra ne olacak?” gibi…

Duygusal tepkiler: Ölümü inkâr etme, kabullenememe (eşini yakın zamanda kaybeden bir kadının eşinin geleceği ümidi ile evden ayrılmak istememesi gibi), ağlama, aklını kaybedeceği korkusu, hiçbir şeyden zevk alamama, geleceğe dair umutsuzluk, çaresizlik, yalnızlık.

Davranışsal tepkiler: Aşırı hareketlilik, insanlardan uzaklaşma ve görüşmek istememe (başsağlığı için arayanların telefonlarına cevap vermemek gibi), mezara sık sık gitme veya gidememe, alkol alma, kendini başkalarına yardım etmeye adayarak kaybın acısından kaçınma.

Bilişsel tepkiler: Ölümü düşünme, kendini suçlama, ölüm ânını tekrar tekrar hatırlama, pişmanlık, dikkatini toplayamama, bellek sorunları, kararsızlık.

Peki, bu süreç hep böyle mi devam edecek? Ne zaman bitecek? 

Her insan biricik ve tektir. Onun için hiçbir kimsenin yası, bir diğerine benzemez. Gösterilen tepkiler bireyseldir ve kişiden kişiye farklılık gösterir.

Yasın evreleri

Birinci evre: Birkaç saat ile birkaç hafta arasında değişen bir zaman dilimidir. Kişi bu sürede ölümün gerçekliğini kabul etmekte zorlanır, inkâr vardır. Yaşadığı olaylar karşısında tepkisiz, donuk, şok hâlinde, şaşkın olabilir. Olayı anlamaya çalışan ama daha çok inkâra giden bir ruh hâli, olayları hatırlamada güçlükler, bedensel birtakım belirtiler görülebilir.

İkinci evre: Kişi her geçen gün kaybın acısını biraz daha derinden hisseder, özlem duyguları ile karışık üzüntü hisseder, ölen kişiye karşı özlem duyar, zaman zaman ağlamalar olur, asabiyet, güvensizlik, korku ve heyecan, dikkati toplamada zorluk, daha önce ilgi duyduğu şeylere yönelik isteksizlik olabilir. Zihin, ölüm ve ölen kişiyle meşguldür. Bu evrenin belli bir zamanı olmamakla birlikte uzun süre devam edebilir.

Üçüncü evre: Aradan geçen uzun bir süre sonra ölümün kabullenilmesiyle kişinin hissettiği özlem ve üzüntü duygularının yoğunluğunda bir nebzede olsa azalma görülür.

Yakını ölen kişilere söylenmemesi gereken şeyler

Yakını ölen birine karşı, “Allah’tan çok çekmedi, öldü de kurtuldu”, “Seni anlıyorum” gibi yorumlardan kaçınılmalı. Karşı tarafın acısını anlayamayız; çünkü herkesin acısı kendine ve kendi içinde yaşanır. Üzüldüğünü görebiliriz ama acısını anlayamayız.

Ölen kişiden bahsederken “rahmetli” diye değil de kişiyi ismi ile anmak daha doğru olur.

Yakınını kaybeden kişi sürekli o konuyu konuşmak isterken etraf ise, “Boş ver başka şeylerden konuşalım” diyerek konuyu değiştirir; bu, yanlıştır! Bırakın, istediği kadar konuşsun, anlatsın, ağlasın, gülsün ve rahatlasın. Yeter ki duygusunu bastırmasın!

“Sen güçlü bir kadınsın”, “Ailenin reisi artık sensin”, “Çocukların hem annesi, hem babası oldun, senin ağladığını görmesinler” gibi sözler kişiyi teselli etmez. Bu söylemler kişiyi yıkar. Yakını ölen kişinin omuzlarına ekstra sorumluluk getirmekten başka bir şeye yaramaz.

“Allah’tan çocuğun ölmedi de kocan öldü, en azından sen hayattasın” gibi sözler çok sık duyduğumuz sözlerdendir. Söyleyenin amacı, karşı tarafı teselli etmek, iyileştirmek, yarasına merhem olabilmektir ama burada önemli olan, karşı tarafın bunu “nasıl algıladığıdır”. Bu gibi durumlarda şok, travma ve yas gibi beyin algısında değişimler olur ve yanlış algı ortaya çıkar. Her ne kadar niyet iyi olsa da bu, göz yapayım derken kaş çıkartmak olur.

Peki, o zaman ne söyleyeceğiz? Bir şey söylemenize gerek yok. Yanında olup, onu dinleyip ihtiyacını karşılamanız yeterli olacaktır. Yanında olduğunuzu hissettirmeniz önemli. Sadece dinlemenin bile çok büyük fayda sağladığını bilmelisiniz. Bırakın, istediği kadar konuşsun.

Sağlıklı bir yas süreci için öneriler

Cenaze törenine katılmak, kaybı kabullenmek için ilk adımdır. Ama kişi törene katılmak istemiyorsa, zorlanmamalıdır. Ölenin arkasından bir şeyler yapmak, cenaze işleri ile uğraşmak, Kur’ân-ı Kerîm okumak, duâ etmek, hep birlikte bu acının paylaşılması ve geride kalanların durumu kabullenmeleri için güç verir.

Her şeyin bir anda düzelmesini beklemeyin. Zamanla her şey daha iyi olacaktır. “Ağlarsam zayıf görünürüm”, “Ağlamak zayıflıktır” gibi düşüncelerle duygularınıza gem vurmayın. Ağlamak da gülmek gibi doğal ve rahatlatıcı bir davranıştır. Acıyı bastırmak veya “Unuturum” düşüncesi ile alkol veya madde kullanımına yönelmek yanlıştır.

İki sene gibi bir zaman geçmesine rağmen kişi hâlâ yastan çıkamamış ise bir uzmandan destek alması, kendisi ve çevresi açısından iyi olacaktır.

Sağlıcakla kalın…