
BU aziz ülkenin her
dem birilerinin hedefinde olduğu asla unutulmamalıdır. Bu ülkeyi istedikleri
şekle sokup vatandaşlarımızı da 1071 öncesi topraklara gönderme plânı devam
ediyor. Bizim aziz milletimiz canını verir ama toprağını vermez. Burada sorun
yok, ancak hedefe koyanların derinliklerini ve ciddiyetini de görmezden
gelemeyiz.
Üç
beş ağaç bahanesiyle İstanbul Taksim’de ortalığı dağıtan ve dünyaya kötü
görüntü verenler çevreyi büsbütün kirletmişlerdi. “Gezi Olayları” olarak
bilinen bu olay Anadolu’ya yansıtılmak istendi ama milletin ve Devlet’in
kararlılığı ile gereken yapıldı.
Masum
bir çevre duyarlılığı olarak ortaya çıktığı söylenen Gezi Olaylarında çevre
yıkılıp yakılmış, yabancı televizyon kanalları canlı yayın yapmıştı. O günkü
söylem ve eylemlerin masum olmadığı bugün bizzat kendi ağızlarından bir “terör
eylemi” olarak ifade edilmiştir. Bir televizyon kalanına konuşan bir terörist,
“ Gezi’nin öznesi de, öncüsü de bizdik!” ifadesini kullanarak Gezi zekâlıların
aslında terör eylemi yaptıklarını kabul etti.
Önemli
mâkâmda bulunan biri, iki yıl önce Gezi Olaylarıyla ilgili “Gurur duyuyorum” demişti.
Bu sözler üzerine tepkisini açıkça dile getiren İçişleri Bakanı, “İçime hançer
gibi saplanmıştır” diyerek haklı gerekçesini dile getirmişti.
Bir
televizyon kanalına çıkıp Gezi Olaylarını “terör eylemi” olarak itiraf eden
teröristin sözü bir tarafta, ortalığın yangın yerine çevrildiği Gezi Olayları
bir tarafta… Ve öbür tarafta da “Gezi Olayları ile gurur” duyduğunu ifade eden
biri…
Televizyon
kanalına açıklama yapan teröristin Gezi Olayları için, “Gezi’de yarım kalan işi
tamamlarız” diyerek açıklama yapması, başta ifade ettiğimiz gibi, bu ülkenin akışını
değiştirmek ve bu aziz milleti 1071 öncesi topraklara geri gönderme hedefine
koymaktan başka bir şey değildir.
Burada
sosyoloji açısından incelenecek çok sayıda akademik çalışma yapmaya müsait
malzeme bulunmaktadır. Daha çok belli görüş ve olayları taklit ve takip etmeyi
bırakıp canlı, ısrarcı ve hedefi ne olduğu açık olan Gezi türü olayların masum
perdesi altındaki derin izlerini ortaya koyacak akademik doktora çalışmalarına
ihtiyaç vardır.
Terörist,
“Onlar ‘15 Temmuz’da yarım kalan işi tamamlarız’ diyorlarsa bizler de Gezi’de
yarım kalan işimizi tamamlayacağız” ifadesini kullanıyor. Bu, şu anlama
geliyor: Yıllarca bir hareket olarak görünen ve 15 Temmuz’u yapanlar ile terör
örgütü aynı şeymiş. Bu durum 15 Temmuz öncesinde açıklansa kimse inanmazdı ama
şimdi kendileri açıklıyorlar.
Bunca
farklı görüntünün aslında tek hedeften yönetildiği ve çiplerinin aynı olduğu artık
açık seçik ortadadır. Durum böyleyken, ortamı yeniden gerip ülkeyi bir daha
ciddî sıkıntılara sokmak isteyenlere prim vermek akıl tutulmasıyla açıklanamaz.
Bu durum tam anlamıyla kodların değişmesiyle açıklanır.
Gezi
Olayları ile 15 Temmuz sırasında Devlet’in karşısında duranlar bugün de aynı
çizgilerinde duruyorlar. Farklı görüntü verseler de aslında aynı yerde
konuşlanıyorlar. Bu, o çizgide yer almak teröristlere cesaret veriyor. Fotoğraf bu olunca da teröristler şimdilerde
büyük şehirleri hedef alacaklarını açıklıyorlar. Devlet elbette böyle bir
durumda gerekeni yapar ama böyle bir olay yaşanmadan önce çözülmeli ki 2023 Seçimlerine
sakin bir ortamda girilmesi daha anlamlı olsun.
Afrikalılar
“Tek başına yiyen tek başına ölür” derken, Almanlar “konusunda uzman doktoralı
elemanlara” son derece önem vermektedirler. Almanların konusunda uzman akademik
dünyada yetişmiş doktoralı elemanlara son derece önem vermesi Almanya’yı
Almanya yapmıştır. Türkiye bu noktada Almanya’nın çok gerisindedir. Ne
istenildiği gibi bir doktora çalışması yapan, ne de buna hevesli bir irade
mevcut. Akademik çalışmaların büyük çoğunluğu unvan tamamlamak için yapılıyor. Zira
akademik çalışma yapmak ciddî ve zor bir iştir. Üstelik unvan tamamlandıktan
sonra bunun ciddî bir getirisi de olmuyor. Almanya ve diğer Batı ülkelerinde
ise durum farklı.
NATO
üyesi olmasına rağmen, Türkiye için hiç de iyi şeyler düşünmeyen ve dört bir
taraftan Türkiye’yi kuşatan ABD, bütün silah ve psikolojik gücünü Türkiye’ye
çevirmiş durumda. Gözünü para, petrol ve enerji bürümüş ABD ve Batı’nın
Türkiye’nin gaz iletim merkezi, kaya gazı ihracatçısı ve yeni bir anlayış
ortaya koyabilme potansiyelini sonlandırmak istiyor. Bunun için de herşeyi
yapabilme psikolojik eşiğine gelmiş durumda.
Fizikteki
kuvvetleri, makro ve mikro dünyalar düşünüldüğünde kabaca iki gruba
ayırabiliriz: Birincisi dış kuvvetler, diğeri ise iç kuvvetlerdir. Dış
kuvvetler, dinamik sistemleri tanımlamakta kullanılan dinamiğin ikinci yasası
ile izah edilir. İç kuvvetler ise, daha çok atomik dünyalarda faaliyet
gösterir. Sosyal açıdan dış kuvvetler toplumsal ve devletlerarasındaki
olayları, iç kuvvetler ise bireyin toplumsal olaylardaki davranışını
açıklamakta kullanılır. Batı ve ABD, Türkiye üzerinde hem dış, hem de iç
kuvvetleri kullanmak istemektedir. Türkiye, kendisi için dış kuvvetleri aktif
edip son derece başarılı işler yaparken, iç kuvvetler açısından iyimser bir
görüş belirtilemez. Türkiye’nin iç kuvvetlerini kullanmaktaki zafiyeti Batı’nın/ABD’nin
sızma noktasıdır.
Batı’da
iç kuvvetleri sosyal açıdan değerlendiremeyenler iç dinamiklerini de harekete
geçiremezler. Buna karşın Türkiye, iç kuvvetlerini sosyal açıdan
değerlendirmekte yetersiz kalırken, iç dinamiklerin harekete geçmesindeki
toplumun idrak ve irfanı son derece aktif hâldedir. Bu aktiflik yine olaylar
peyda olduğunda veya başını çıkardığında harekete geçmektedir.
Netice
olarak, Türkiye’nin, hem iç, hem de dış kuvvetlerin sosyolojik ve toplumsal
açıdan değerlendirildiği aktif ve dinamik akademik çalışmaları desteklemesi gerekir.
“Gezi’nin öznesi de, öncüsü de bizdik!” diyen bir terörist varsa, Gezi
Olaylarıyla ilgili “Gurur duyuyorum” diyen varsa, “Gezi’de yarım kalan olayları
tamamlarız” cümlesi bunlarla yan yana duruyorsa, yeniden düşünmek gerekiyor.
Üstelik bu olayların ifade edildiği tarihe bakınca, konuşulanların Türkiye ve
KKTC’nin Doğu Akdeniz’de gerçekleştirdiği Şehit Teğmen Caner Gönyeli Arama Kurtarma
Tatbikatı sırasında söylenmesi manidardır.