Gereksizlikler listesi

Amacın mutlu olmaktı ve bu amaca hizmet edecek hedefin bir yalı almaktı. Hepsini yaptın ama huzurun yok. Ne oldu şimdi? Olmadı. Evet, bir yalın oldu ama hedefe varış gerçekleşmedi. Şimdi ben sana, “Lüks bir yalı isteme” mi dedim? İnan ki demedim. İste isteyebildiğin kadar! Ama ne istersen iste, akışa bırak! Meftunu olma!

HANİ hep derler ya “Ölmeden muhakkak yapmalı” diye, pek çok maddeye uyar bu cümle. Bazen görmek ve gezmek üzerinde durulur, bazen alışılagelmiş âdet ve yaşam biçimleri ile ilgilidir. Fakat “muhakkak” yapmamız gerektiğine inandırıldığımız yüzlerce madde sayılabilir. Gel gelelim, asla o yüzlerce madde tamamlanamaz. Tamamlanması da gerekmez zaten…

Sıklıkla, ezanla salâ arasındaki bu hülyalı geçit, çok şeyin sığdırılması gereken bir bavul muamelesi görüyor. Sanki yaşamak meziyetini hakkıyla yerine getirebilmede standartların ve insana has tutkuların varlığı baskınmış izlenimi veriliyor. “Yapılıyor, ediliyor” diyorum da kim yapıyor? Elbette biz! Yapan biz olmamıza rağmen, bu belli belirsizlikte edilgen bir yaklaşımı tercih etmemin de sebebi var. Bana göre (en sevdiğim cümle girizgâhıdır)… Çünkü gerçekten bilimsel ve kitlesel olmayan bir kanaatle, sadece bana göre: Bilinçsiz eylemlerimizde özneyi “ben” ya da “sen” olarak kullanmakla, niyetini sorgulayacağın bir ifade seçmiş olurum. Bilinçsiz ve öncesinde düşünülüp tasarlanmış bir süreç bulunmaksızın yaptıklarımız, edilgen tavırlıdır. Değilse bile oldukça benzer…

Her insana ait, tercih alanı dışında kalan bir yaşam standardı olduğu muhakkak… Hattâ sevmek bile bir tercihten daha çok, belirlenmiş bir yol güzergâhında gedikli bir yolcu olmanın uzantısıdır. Hayatımızın bu dosya uzantıları, “doğum” adlı ana dosyanın bıraktığı ve tercih dışı verilerdir. İnsan annesini sever. Sever de, bu annesi olmasına bağlıdır ve gerçekten öncesinde tercih aşaması yaşanmamıştır. İnsan doğduğu şehri de benimser sıklıkla. İşte enfes bir dosya uzantısı daha! Doğarken adres tayin etmeyenler… Yani hepimiz için bu kaçınılmaz bir sevme faaliyetidir. Tek tek saymaya lüzum yok. Liste gitgide uzar.

Özetle, sevmekle yükümlü olduklarımız, sevmemiz için bize sunulanlar ve bizim bu seçenekler arasındaki kıt ve dar alanlı tercihlerimiz… Bunlar hayat boyu, varlığının üzerimizde hâkimiyet kurduğu kaçınılmaz olgulardır.

Şimdi tekrar dönelim gerekli zannettiğimiz, gerekli gördürülen çeşitli yaşam profillerine…

Eğriyi doğru göstermeyi de sanattan saydıkları oluyor. Fakat ben buna “sığınmak” da istemiyorum. Eğriyi doğru göstermek gâyesi de taşımıyorum. Ne kadar süslesem de sonuç değişmeyecek sanırım. İş, eş, çocuk, kariyer, para (fazlaca), eğlence, güzellik, ev, araba, mâkâm, titr, unvan, san, güç, özgüven, çevre, aktiviteler, gezme ve benzeri ne kadar ortak paydaşlarımız varsa, “yaşam amacı” diye nitelendirdiğimiz ne kadar pozitif algımız varsa, bunları değişmez gerekliliklerimiz olarak görüyoruz. Evet, tam da tahmin ettiğiniz üzere, eğriyi doğru göstermekle suçlanacağım kısım burası!

Hayat bir gâyedir. Öyleyse ben de buradaki gâyemi açıklayarak, tüm suçlayan fikirlerde kendimi aklamanın mücadelesini vereyim. Tüm o pozitif beklentiler listesi için “Olmamalıdır” demiyorum. “Olması için çaba harcanmamalıdır” da demiyorum. Bu listede yer alan her bir yaşamsal güdüyü itibarsızlaştırmak niyetinde de değilim. Ve ayrıca bunları istemenin de yanlış olduğunu düşünmüyorum. İnsan iyi bir iş ister. İstememek farklı bir iç organizasyonun yansımasıdır. Ya da iyi bir eş, çocuklar, konforlu bir ev vesaire. Bunları istemede ve bunlara giden yolda mücadele vermede hiçbir beis yok elbette. Buraya kadarki savunmamı ikna edici bulduysanız, bu gereklilikler listesiyle hangi noktada çatışmaya girdiğimi anlatmama imkân vermiş olursunuz. Zaten ikna sürecinin hemen bitiminde, gereksizlikler listesini de açıklayarak, yağmurun bittiği kesitte sizi bekliyor olacağım.

Hayat, bir gâyeyle birlikte anlamlanıyor. Yoksa boşlukta, tercihsiz bir yönelimle savrulmak, hayatla anlamdaş olamaz. O yüzdendir ki, insan kendini keşfetmeye başlar başlamaz bir gâye edinmek gerekliliğiyle de yüzleşiyor. İşte büyük girdap burası ve bundan sonra ileri süreceğim tüm iddialar, bazen güçlü bazen cılız rüzgârlar kadar tesirli olacaktır. Ama “girdap” dediğim odaklanma eylemi, çok erken yaşlarda ve tercih etmediğimiz, kendimizi içinde bulduğumuz koşullara göre gerçekleşiyor. Nerede, kimlerle, hangi şartlarda, hangi duygu yoğunluğunda ve ne tip beklentilerin öznesi hâlinde kendimizi keşfe dalıyorsak, ilk belirlediğimiz gâye de bu kriterlerle şekilleniyor.

Evlenmek, bir gâye değil, bir akıştır. Ne zaman ki evliliği bir yaşam amacı, hattâ yaşamın çekirdeği olarak görürsek, buna erişemediğimiz her zaman diliminde sevimsiz bir duygu birikimine doğru yol alıyoruz. Bu gâye, aynı zamanda mutluluğun formüle edilmiş şekli olarak fikrisabit bir profile dönüşmemizi de beraberinde getiriyor. Hâlbuki akış, bunu doğru zaman ve mekânda gerçekleştirecektir. Bir yaşam biçimi insanın gâyesi hâline geldiğinde, o yolda verilen mücadele daha yorucu ve o uğurda fedâ edilenler daha hacimli olur. Hâlbuki “akış” dediğim o tevekkül hâli, insanı, kaderini beklerkenki yaşam şeklinde yüceltir. Hâddi aşan bir mücadeleye girmeden, istemek ve arzu etmekle birlikte, akışın getirdiklerine râzı olarak ve bu zaman diliminde ısrarcı bir hedefe kilitlenmeden, daha verimli bir yaşam biçimi yakalamak mümkün.

Kariyer, bir gâye değil, yaşam birikimlerinin sonucudur. Bilgi ve emekle birlikte geldiğinde hem insanın kendine, hem de çevresine büyük getiriler sağlar. Fakat hayata daha emekler nispette atılan adımları tamamen bir kariyer hedefine odaklamak, beyni uyuşturmakla eş değer. “İllâ olsun” dediğimiz her şey böyledir. Ama bu “İllâ olsun” denilen ne varsa, bir yandan da oldukça tabiî isteklerdir. Kendimi savunurken eksik bırakmışım. Şimdi tam yeri: Tüm o arzu ve istekler yanlış değiller, onları gâye hâline getirmek yanlış. Asıl altını çizdiğim nokta tam da burası!

Evlilik sünnettir. Nasıl yanlış olabilir? Ama hayatın tüm gâyesi değildir. Böyle gördüğünde insan, olmamasının meydana getirdiği tablo içler acısı bir hâl alır. İşte kariyer de öyle bir şey! “Şimdi bir insan kariyer sahibiyse, tutup da niye?” diyecek hâlimiz yok. En fazla tebrik ederiz. Burada şair diyor ki, “Kariyersiz bir hayat yaşayamam demek, bu mücevher saatlerin tek bir hedefe kilitlenmesiyle hebâ olması, insanın hayatı anlamlandırma kabiliyetinin düşmesi, şükürlü bir kalbe sahip olmada sarp bir yolda yürümesi anlamına gelir. İnsan en güzel hayatlara bile ‘İllâ olmalı’ diye bakarsa, hayat bir tutam hüsran, bir tutam hayâl kırıklığı ve alabildiği kadar isyandan yapılmış bir mahsul kıvamına gelir”.

“Beklentiler olmayabilir, istenmeyenler başa gelebilir!”

Beklentiler olmayabilir, istenmeyenler başa gelebilir!

Çok yargı cümlesi vardır böyle… Herkesin altına imzasını atacağı kadar yoğun bir kabul görür. Ama kimse alıp da “Kendi hayatımda kullanıma sunayım” demez! Bunlar yazık cümlelerdir. Keşfedilmemiş cümleler yazık değildir meselâ… Onlar ilk duyulduklarında bir uyanış etkisi bırakır ve bu etkinin gücü nispetince reel hayata adapte edilir. Fakat ezelden kabul görmüş tüm yargı cümleleri, fikren ve zikren vardır. İcraatta asla kullanılmayan ve zamanla üzeri küflenmiş bir darb-ı mesel olarak kalırlar.

“Beklentiler gerçekleşmeyebilir”... Ne kadar da doğru bir cümle! Fakat insanda bıraktığı etkiye bakıldığında, sanki hiç akla gelmemiş gibi… Öyle bir amaç hâline gelmiş ki istekler, olmadıkları bir yaşam biçimi nefretle karşılanmış. Ve bazı şeylerin olmaması öyle olağandır ki bu yüzden olmazlar. Ama insanın algısı hiç de olağan değildir. Sürekli bir reddedişle sınanır bu arzular: “Nasıl olmazlar? Sen öyle istemiştin. Senin hayatının anlamı buydu… Sadece bunun için yaşıyordun oysa…” Affınıza sığınarak, “Hadi oradan!” diyorum kendime. İnanın, sürekli kendime diyorum bunu…


Meselâ bir insanın tek amacı çocuk sahip olmak olsun. Çok çok tabiî bir istek… Oldukça kıymetli ve bir o kadar da Allah’ın yarattığı düzene uygun… Ayrıca insanın değerine değer katan bir yaşam biçimi… Bir evlât sahibi oluyorsun, onu vatana ve dine faydalı bir şekilde yetiştiriyorsun, o büyüyüp hayırlara vesîle oluyor, var mı bundan öte güzellik âlemde? Elbette çok az şey bu durumun güzelliğine erişebilir. Fakat yine niyetimi es geçmeyin diye söylüyorum; evlât sahibi olmayı eleştirmiyorum. Bu akla sığmaz zaten… Ben bunu hayatın olmazsa olmazı yapmaya karşıyım. Ama yapılıyor. Edilgen karakterli bir eylem plânı daha… Kim yapıyor? Elbette biz… Bilinçsiz ve tasarısız da olsa, yapan biziz işte! Bir insanın bütün gâyesi bu olamaz! Olursa, kayıp büyük olur. Çünkü evlât sahibi olamayan insanlar var. “O insanların hayata tutunmalarını sağlayacak başka hiçbir değer yok” mu diyorsun? Elbette vardır. Ama bu akıştır. Akış, kaderdir. İnsanın arzusunu ve çabasını aşan bir kader vardır. Bu bazen imtihandır, bazen de bir hayırdır. Şer görünen hayırlardan…

Bir ev istiyordur insan. Ne kadar da mantıklıdır bu… Bir ev satın alabilmek için çabalar, çalışır, emek verir. Fakat tüm gâye ve haz bundansa, yazıktır. Çünkü evi olmayan insanlar vardır ve onlar için de hayatı değerli kılan pek çok şey olacaktır. Tek bir gâye, insanı kısır, verimsiz, sevimsiz, mutsuz ve yetersizlik duygusuna dûçar eyler.

Standart yaşamı sembolize eden ev, araba, iş, kariyer, çocuk ve yeteri kadar gezip tozma gibi tüm eylemler, hedefe kilitlenmiş insanlarda tek bir odaktır. Genelde bunların birkaçına ya da hepsine ve sıklıkla da daha fazlasına müptelâdır insan…

Fakat bana göre (en sevdiğim girizgâh), hayat asla bunlar değildir. Bunlar hayatın içindeki melodilerdir. Bunlar tınılardır. Bunlar renktir, kokudur, lezzettir, hazdır ve benlik tatmininde araçtır. Bunların bir kısmı bir kısmından daha kıymetlidir, bir kısmı diğerlerinden daha elzemdir, bazıları bazılarına göre hacimsel ve nitelik bakımından daha evlâdır. Ama bunlar akıştır. Bunlar amaç değildir.

İstemek doğal bir güdü. Ayrıca insanın Yaradan’a el açmasında muhteşem bir vâsıtadır. İstemek, korkmak ve sakınmak gibi durumlar, insanı Allah’a (cc) karşı muhabbette tutar. Muhabbeti sınırlayan ya da sekteye uğratan eylem, arzu ettiklerimizi olmazsa olmaz saymamızdan ileri geliyor. “Olmazsa olmaz” denilebilecek çok belirgin şeyler vardır oysa. İmanla ve ibadetle yaşamak, Allah’ın rızâsında sabit kalmak ve kazâ-belâ gibi şeylerden korunabilmek, sağlık gibi son derece mühim talepler bunlar arasında sayılabilir. Bu tasnif de genişletilebilir elbette. Ama olaya dikkat çekecek kadar yeterli sanırım.

Hayatın gâyesi ve gereği nedir?

Gereği düşünüldü! Şimdi desem ki sana, “Hayat, akışa uyum sağlamaktır”, tutar da buradan “Hiçbir şey isteme ve hiçbir şey için çaba sarf etme” yargılarını çıkarırsın, üzülürüm. İyisi mi, öyle demeyeyim. Hattâ bir de şunu eklerim: Tutamam kendimi, “Hayatın gâyesi mutlu olmak değildir”… İşte o zaman sen beni bu satırda terk edersin, maazallah. Ben buralara hiç girmeden devam edeyim. Bir şeyi söylemenin binbir yolu var nasılsa…

Hayatta taleplerin, isteklerin, tutkuların olsun elbette… Müptelâ olma! Hayatta olmazsa olmaz listeni belirlerken mâneviyatı ön plâna al; çünkü onlar gerçekten olmazsa olmaz, ama geri kalan her şey ve bilhassa maddî şeyler, büyük ihtimâlle olmaz! Hayır, elbette olurlar da, bu oldukları anlamına gelmez. Meselâ bir yalı istersin, bunu gâye edinir, ömrünü bu uğurda harcarsın. Bu hırslı bir kalp besler içeride, farkına bile varmazsın. Bu yolda günahı haramı görmezden gelirsin, kendine bile itiraf etmezsin. Birilerini kırar dökersin, dönüp bakmazsın. Sonra bir yalı sahibi olursun, bir bakmışsın, huzurun yok! Haydiii! İşler burada sarpa sarıyor.

Amacın mutlu olmaktı ve bu amaca hizmet edecek hedefin bir yalı almaktı. Hepsini yaptın ama huzurun yok. Ne oldu şimdi? Olmadı. Evet, bir yalın oldu ama hedefe varış gerçekleşmedi. Şimdi ben sana, “Lüks bir yalı isteme” mi dedim? İnan ki demedim. İste isteyebildiğin kadar! Ama ne istersen iste, akışa bırak! Meftunu olma!

Peki, insan bir ev, araba, bir seyahat ya da herhangi bir talepte bulununca bu onu kötü insan mı yapar? Asla! Ama bunları gâye edinmek, putlaştırmaya benzer ki o da insanı bozar.

Şimdi kuracağım cümle aynı ses tonuyla okunmazsa sevinirim. Ben fısıldıyorum çünkü… Kimse duymasın!

Hayatta hiçbir hedef, ana cadde değildir. Tâlî yoldur, sapaktır, bazen kestirmedir falan… Ama ana cadde, imanlı bir hayattır. Gerisi külliyen boştur!

Fısıldadım, evet. Çünkü bu cümleden şu anlamı çıkaracak insanların karşı çıkışlarını duyar gibiyim. Hattâ ses tonu yükselenler ve kaş çatanlar bile var: Sanki ben demişim ki, “Yeme-içme, gezme-tozma, sevme-sevilme, çalışma-çabalama, sadece dini yaşa!”. Bunu diyen varsa, lütfen şimdi iyi dinlesin. Evet, “Sadece dini yaşa” diyorum. Ama din bana “Çalışma, yeme, gezme, isteme!” demiyor. Yani bu karşı çıkış cümlesi kendi içinde çelişkili olduğundan, kendini feshediyor. Bana gerek bile yok.

Dinim bana diyor ki, “Dünyayı akılla ve faydayla yaşa! Akıl, fayda almak ve vermek üzere işler. Meselâ zarar üzere kullanılan şey akıl değil, kibir, hırs ve nefistir. İste, arzula ve bu yolda çalış, ama olmadığında kahrolacak kadar put edinme hiçbir metayı! Hastalık ve dertten kaç, Allah’a sığın ve bu yolda dünyevî adımları at. Fakat başına geldiğinde de şükrünü sorgulatmasın sana! O hâlde de bil ki, şerde hayır var. Bu da geçecektir. Sabrın sonu selâmettir”.

Hem dünyada bitmeyen ne var ki? Zaman ve mekân dâhilinde ne varsa tükeniyor. Tükenmeyen şeyler, zamana ve mekâna bağlı olmayan, Allah katında değeri olanlar… Ondandır ki, bir ibadet, bir hayır tüketilemez. Dünyada var edilir ama dünyaya sığmaz. Sonra ilim öğrenmek, öğretmek hiç azalmaz. Kat kat artan bir birikimdir o, para gibi değer kaybetmez de… İnsan, insanın kalbine ulaşabilen bir varlık. Ama sadece “sevdâ” denilen kalp yolcuğundan ibaret değil ki bu… Kuşun da, karıncanın da kalbi var meselâ… Annenin, babanın kalbine dokunabilmek de var. Bu böyle yayılır gider, sınırını tayin edemediğimiz kadar uzun ve uzak gider hem…

Öyleyse tevekkül zamanı!

Çalışalım, öğrenelim, gezelim de… İsteklerimiz, hayâllerimiz olsun ki kalbin atımlarını değiştirecek bir gâyemiz olsun. Gâyelerimiz olsun… Ama hiçbir şey hayatın gâyesi olmasın maneviyattan başka… Süsü olsun hayatın, dekoratif bir öge olsun, bazen çok daha hayatî de olabilir ama gerçekleşmiyorsa da kararmasın kalpler… Akış Allah’tandır. İstemek, iki ihtimâle de râzı olabilmekle anlamlanır.