Gerek şart ve yeter şart

Türk demokrasisinde seçmenimizin, hukuk içinde özgürce yapılan şeffaf seçimlerde yaptığı tercihler ve gösterdiği kararlar için siyâsî aktörlerde aradığı yeter ve gerek şartlar elbette vardır. Milletimiz, siyâsî seçenekler arasında demokratik tercihlerini ortaya koyarken bu “yeter ve gerek şartlar” üzerinden ön eleme yapmaktadır.

EMEKLİ Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı diyor ki, “Büyük devlet olmak için bir gerek şart, iki de yeter şartın yerine getirilmesi gerekir. Gerek şart; iç huzuru temin etmiş olmak. Yeter şartlar; enerjide dışa bağımlı olmamak ve nükleer teknolojiye sahip olmak”.

Elbette bu konuda başlıklar çoğaltılabilir ya da öncelikler tartışılabilir. Ancak bana göre, Yaycı Paşa’nın söylediği ifadedeki “büyük devlet olma” iddiasına dair ihtiyaçların yerindeliği kadar, bu sözlerin de yine iddiası bir milleti muhatap alması önemlidir. Paşa, olacağına inandığı için, milletimizde bu potansiyeli gördüğü için böyle bir düşünceyi dile getiriyor...

Millet ve devlet olarak son yıllarda denizlerde var olmanın gereği, değeri ve etkinliğini fark eden bir Türkiye var artık. Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye, uzun yıllar boyunca çeşitli sebeplerle denizlere sırtını dönmüş ve anavatan olan Anadolu’ya sığınmıştı. Bir anlamda Anadolu insanının denizlerimiz ve kıyılarımızla yeniden buluşması, 1980’lerde rahmetli Turgut Özal’ın öncülük ettiği dış ticaret ve turizm sektörünün canlanmasıyla olmuştur bir yönüyle.

Daha sonralarda ise denizcilikte çevresel tehditler, liman işletmeciliği, lojistik, balıkçılık ve enerji başlıkları ile savunma alanında denizlere ve Deniz Kuvvetlerimize olan ihtiyaç fark edilerek millî bağımsızlıkçı karakterdeki insanımız sayesinde yavaş yavaş ama kararlılıkla gelişim gösterilmiştir.

Bazı çevrelerce siyasetin en belirleyici konusu olarak ekonomik durum, üretim ve istihdamdaki gelişme ve refah paylaşımı başlıkları öne çıkarılıyor. Doğrusu bunlar dünyanın her yerinde, tüm ülkelerde önemli görülüyor elbette. Burada bir istisna olarak Türk halkının, milletimizin hakkını teslim etmeliyiz ki, son yirmi yıldır kaosa ve teröre karşı meşru hükûmetinin, seçilmiş liderinin ve devletinin yanında dimdik durmayı milletimiz birinci önceliği olarak defalarca ifade etmiştir.

Milletimiz, “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyerek her seçimde ve her bâdirede gereğini yapmış, seçerek göreve getirdiği meşru siyâsî iktidarı ve liderini yalnız bırakmamış, devletin sahipsiz olmadığını yeri geldikçe canıyla, kanıyla, maddî-mânevî her türlü fedakârlıkla ispat etmiştir.

Bundan bahisle, dünyanın her yerinde toplumsal ve siyasal gündemin en önemli başlığı olan ekonominin dışında, milletimizin daha öncelikli konuları olduğu görülmektedir. Bu hususu belki şöyle ifade edebiliriz: Türk demokrasisinde seçmenimizin, hukuk içinde özgürce yapılan şeffaf seçimlerde yaptığı tercihler ve gösterdiği kararlar için siyâsî aktörlerde aradığı yeter ve gerek şartlar elbette vardır. Milletimiz, siyâsî seçenekler arasında demokratik tercihlerini ortaya koyarken bu “yeter ve gerek şartlar” üzerinden ön eleme yapmaktadır.

Bu yeter ve gerek şartlarsa şöyle izah edilebilir:  

Gerek şartlar “devletin bekâsı, milletin bağımsızlığı” gibi olmazsa olmaz hassasiyetlerdir.

Yeter şartlar ise “samîmiyet, güvenilirlik, yerli ve millî duygulara sahip olmak”tır.

Milletimiz seçeceği olduğu tercihe, “Hem yeter, hem de gerek şartları sağlıyor mu?” diye öncelikle bakıyor, sonrasında diğer istek ve taleplerine/vaatlerine bakıyor. Hem gerek şart yönünden tereddütte olmayacak, hem yeter şartları sağlayacaksınız ki sonrasında ekonomi, refah, yatırımlar, eğitim ve kültür gibi konularda milletimize ne söylediğinize bakılsın...

İşte milletimizin bu seçmen tavrı ve demokrasi kültürü; olmazsa olmaz konularda gerek ve yeter şartları geçemeyen, denenmemiş, tanınmamış, dibi başı belli olmayan, proje isimlerin ve adayların geleceğin Türkiye’sinde varlık göstermesini son derece zorlaştırıyor.

Hele denizlerdeki iddialarımız ve Mavi Vatan sınırlarındaki zenginliklerimiz tıpkı Tuna-1 Kuyusu’ndaki 320 milyar metreküp doğalgaz rezervi bulunmasında olduğu gibi ortaya çıktıkça, milletimizin -karar verme süreçlerinde- üzerindeki refah kaygısı baskısı daha da azalacaktır. Yani ekonomik olarak daha güçlü, enerjide bağımsız ve hattâ belirleyici olan bir Türkiye’de, milletimizi kriz ile tehdit edemeyecek olan çevreler, hangi tehditlere başvurabilirler ki?

Türkiye’nin geçen hafta Karadeniz’de bulduğunu açıkladığı enerji kaynağının üzerine ilâve olarak Akdeniz’de aradığı enerji kaynaklarını bulduğunu da açıkladığında, milletimizin iradesine ipotek koymak ve onu teslim almak asla mümkün olmayacaktır. En kötü günlerinde bile bu millet, tehdit ve şantaja pabuç bırakmamıştır; enerji zenginliği ile üzerindeki refah kaygısı bakısı ve ekonomik tehdit olmadığında bu millete asla yön verilemez!

Bu durumda Türkiye’yi sömürmek, bölmek ve işgal etmek isteyenlerin ellerinde tek seçenek olarak darbe, işgal, terör, suikast ve iç karışıklık gibi, emperyalizmin yüz yıldır kullandığı yöntemler kalıyor.

Bu tarz demode yöntemlere karşı bağışıklık kazanmış bir devlet olan Türkiye’ye karşı seçenekleri azalan Batılı güçler, çâresizce son çırpınışlarını yapmaktalar.

Bu hafta, tarihin önemli bir izdüşümüne şâhitlik ediyoruz. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi’nden 26 Ağustos 1922’de başlayan ve yine zaferle biten Büyük Taarruz’un yıldönümlerine…

Biri Anadolu’nun kapılarını açan ve fethi başlatan, diğeri ise bu bin yıllık iradeyle vatan bellenen Anadolu’ya göz dikenlere karşı ölümüne karşı koyuşun ve kurtuluşun tarihi…

Gelecek, kendisine inananların ve bu yönde gayret edenlerindir. İnanıyoruz ki, gelecek elbet bizimdir!