
SORUNUN ortaya konup çözümlerin yapılmaya başlanması, tedavi/ çözüm sürecinin olmazsa olmazıdır. Gerçek sorun tanımlanamadığında beklenen çözümlere ulaşmak ve sıhhat bulmak da mümkün değildir. Türkiye iki asırdır ciddi sorunlarla mücadele ediyor. Sorunlar, hem içeriden hem de hariçten peyda oluyor.
Türkiye’nin sorunlarına gerçekçi yaklaşıp, günlük siyasî işlerden ırak olmak üzere çözüm aranması gerekir. Politik ve siyasî işler günlük ve geçici olduğunda halkın bezmesine neden olur. Politik çözümler ülkenin gerçek sorunlarına odaklanmaktan uzak durma tehlikesini taşıdığından temel sorunlar perdelenebiliyor.
Meselenin en temelinde “gerçek sorunun” ne olduğunun doğru bir şekilde tanımlanıp ortaya konması gerekir. Bu birinci aşamadan sonra, çözüm önerisi sunulup çözme iradesini ortaya koymak gerekiyor.
Dünyanın gerçek sorununun çatışma, kaynak mücadelesi, eşitsizlik, işbirliğinin olmaması, güvensizlik, iklim değişikliği, yoksulluk ve sağlık krizleri olduğu ifade edilebilir. Bunların ne kadarı gerçek anlamda sorunun odağında yer aldığı tartışmalıdır. Bunlar daha iyi bir dünya için dünyanın gerçek sorunları olabilir mi acaba, ya da bunların çözümleri?
Türkiye’nin dış kaynaklı sorunları, iç kaynaklı sorunları çözemediğinden kaynaklanır
Türkiye’nin gerçek sorunları tanımlanmak istenirse, yaygın kanaat herhâlde ekonominin gidişatı, politik işler, sosyal bölünmüşlük, jeopolitik zorluklar ve mülteci krizi sayılabilir. Peki, bunlar ne kadarı Türkiye’nin gerçek sorununu teşkil eder ve hayatın merkezinde yer alır?
Ekonomik işler, bir dönem iyi, başka bir zaman kötü seyredebilir. Dahası insanların gayretlerine ve dünya ile olan ekonomik ilişkilere bağlı mecraya da girebilir. Asıl sorun bu olmasa gerekir. Politik işlerde ise seçilmişleri değiştirme ve devam ettirme durumu millete aittir. Bu da sorunların kaynağında yer alan bir sorun gibi görünmüyor. Sosyal bölünmüşlük de bir sonuç gibi duruyor. Çünkü sosyal bölünmüşlüğü çözecek veya çözmüş bir sistemin varlığı da asıl sorun gibi görünmüyor. Asırlardır yaşanılan bu coğrafyada jeopolitik zorluklar refleks hâline geldiğinden gerçek sorun olarak görülemez.
Mülteci olayı bir kriz olarak da görülebilir, bir fırsat olarak da. Mülteci olayını kriz olarak görenler ile fırsat olarak görenlerin olaya politik/ siyasî çerçeveden baktıkları bir ortamda mülteci krizi de gerçek sorun olarak görülemez.
Türkiye için gerçek sorun tanımlanamadığı zaman dünyanın sorunlarının Türkiye üzerindeki etkisi de yanlış tanımlanmış olur. Türkiye’nin dış kaynaklı sorunları, iç kaynaklı sorunları çözemediğinden kaynaklanır. Türkiye’nin iç kaynaklı sorunları doğru tespit edilip gerçekçi çözüm iradesi sergilenirse dış kaynaklı sorunlar suni hâlde kalır ve püskürtülmesi kolay olur.
Çatışma, kaynak mücadelesi, eşitsizlik, işbirliğinin olmaması, güvensizlik, iklim değişikliği, yoksulluk ve sağlık krizleri gibi olaylar dünyanın genel karşılaştığı meseleler olduğundan bütün ülkelere eşit şekilde etki eder. Eşit şekilde etki eden bir durum gerçek sorun olarak görülemez, ikincil duruma düşer. Pandemi buna bir örnektir.
Deprem gibi doğal afetler ise her ülkenin kendi coğrafî durumu olduğundan ülkelerin buna göre konuşlanılmasını gerektirir. Dâhilde gerçekçi sorunlar doğru çözülürse doğal afetler sorun olmaktan çıkar. Ülkenin potansiyelinin doğal afetlere yansıması gerektiğinden ikincil bir sorun olduğu görülür, esas meselenin yerini işgal etmez.
Toplum içerisinde liyakat ve ehliyet sahibi kişilerin desteklenmesi gerekir. Böyle bir durum olmuyorsa bireyin şahsî menfaatleri ön planda demektir. Sanırım hâl bundan ibaret. Bu ise mümince bir davranış değildir. Merkeze yönelenlerin gündelik işlerine merkez etki etmiyor, bir tuhaf hâl var.
Türkiye’nin en önemli sorunlarına odaklanmak aklın ve bilimin kullanılmasını gerektirir
Türkiye için dünyanın gündelik sorunlarına bakmaktan ziyade sonuçtan gerçek sorunu tespit etmek daha doğru olacaktır. Toplumun kademelerinde farklı türden yanılgıların olduğu biliniyor. Ülkeye beklenmedik anda kötülüklerin yapıldığına da şahit oluyoruz. Ülkeye bilerek veya bilmeyerek zarar verilmesine müptela oluyoruz. Fenalık yapmak isteyenlerin sayısı azımsanamayacak kadar çok olduğu malûmun ilânı olur. Bu ve benzeri olumsuz neticelerin odağına inildiğinde gerçek nedenin cehâlet olduğu görülür. Bu tür olayların gösterdiği cehâlet, gerçek birer sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Cehâletin gerçek bir sorun olduğu yerde eğitim-öğretim aksamaları gerçek sorun olarak görülemez. Bu tür işler teknik bir aksaklık olarak görülmelidir. Eğitim ve öğretim işleri cehâletin giderilmesine yardımcı elaman olarak veya destek pozisyonu olarak yer almalıdır.
Bir ülke için yukarıda sayılan olumsuzlukların köklerinde cehâlet olması, toplumu oluşturan ve bu olumsuzluklara su taşıyan bireylerin önemli bilgi veya olgulardan habersiz olduğu görülür. Bu tür bireyler teknik, usul ve olgusal açıdan doğrulardan habersiz kişilerdir. Toplumda bunlar çoğaldıkça olumsuz işler de görülür. Bunun için çare/ çözüm tek başına eğitim-öğretim süreci olamaz. Eğitim-öğretim süreci asıl sorunun çözümünde taşıyıcı görevi görür.
Asıl sorun sadece eğitim-öğretim olursa çözüm bilimle noktalanırdı. Oysa bilimden harika bir sanat eseri çıkarmaya kadar geniş bir yelpazede süreç devam etmektedir. Diğer bir ifadeyle bilim, teknoloji ve sanayi düzlemi bir süreci gösterir. Bir iş veya sanat eseri ortaya konduğunda bunun estetik özelliğinin olması cehâlete vurulmuş en büyük darbedir.
Türkiye’nin en önemli sorunlarına odaklanmak aklın ve bilimin kullanılmasını gerektirir. Bu temel bilimsel veriler teknik ve sanayi ile birleşirse fen ve mühendislik alanında iyileşme olur. Toplumun yararına sosyal işler yapıldığında toplumsal işler iyileşme gösterir. Sosyal işlerde toplumun yarına işler yapılırken cehâletin panzehri sanatsal işler doku ve mayaya uygun olduğunda mükemmel sonuçları ortaya koyar.
Türkiye’nin uzun süredir yaşadığı olumsuz olaylardan birisi hiç şüphesiz ortak değerlerde ve savunma sanayinde bile aynı noktaya parmak basamamaktır. Bu durum aslında cehâletin bir yansıması değil, farklı fikirlerin ihtilaf şekline dönüşmüş hâlidir.
Akıl odur ki toplumun yararına ve savunmaya dair işlerde ortak noktaya parmak basamamak, Türkiye’nin gerçek bir sorununun da ihtilaf olduğunu ortaya koyuyor. Toplum ve ülke yararına işlerde yararın en üst düzeyde ve daha iyi olması için bireylerin farklı düşünmesi çok doğal bir iştir. Ancak kronik şekle dönüşen inatlaşma ve karşı çıkışlar ihtilafın gerçek sorunlardan biri olduğunu taçlandırıyor.
Makro dünyaların ölçeği ile mikro dünyaların olaylarına bakmak yanıltır
Benzer şekilde Türkiye’nin sorunları, sonuçtan hareketle tespit edilerek belirlenmesi anlam kazanıyor. Aksi durumda tespit edilen sorunlar gerçekçi olmayabilir. Kangren hâlini almış olan bu ihtilaf sorununun tek çaresi mümkünat içerisinde ortaya konulan en makbul çözümde ittifak yapabilmektir. İttifak yaparken inatlaşma ve sırf karşı çıkma için yapılan itirazlar diğer bir sorun olan cehâletin eseridir ya da daha fazla kangren olmuş başka bir durumun sonucudur. Daha fazla ve derindeki kangren olmuş sorunu tespit için de yeni sorunları ortaya koymak gerekiyor.
Türkiye’de hiçbir kesime ve STK’ya saldırı olmazken birilerinin sürekli olarak Müslümanlara saldırması bilimsel bir çalışmanın eseri, aklı kullanmanın bir neticesi veya bir sorunun çözmek için odaklanıldığında çıkan sonuç değildir. Akıl bilgiyi kullanırken çok sayıda ihtiyaç duyduğu verileri toplama içine girdiğinde din kavramına da ihtiyaç duyar. Bu nedenle derine girmeden Türkiye’de İslâm ve Müslümanlara karşı yapılan saldırılar farklı bir din ve bağımsızlığa farklı bir bakışın eseridir. Bu alana uzmanları dile getirmektedirler.
Olayları anlama ve arka planda yatan sorunları tespit etmede en öncelikli iş, olayın boyutunu görmektir. Makro ve mikro dünyaların sorunları ile beden ve ruhun sorunları aynı değildir. Bu nedenle, Türkiye’nin olaylar olmadan önce sorun belirlemede sıkıntı çekmesinin en büyük nedeni olayların boyut ve ölçeklendirmesini yapamamasıdır. Sosyal açıdan birey ve toplumsal olayların aynı düzlemde görülmesi doğru değildir. Böyle durumlarda sorunu doğru tespit edememe sorunu ile karşı karşıya kalınır. Bu tür gidişte ahenge karşı çıkışlar, hesap kitap işleriyle perçinleşip kazan kaldırmaya kadar gider.
Gerçek sorunların tespit edilmesine kıyas, ölçü ve boyut analizleri yaparak başlayabilir. Alanında uzman kişilerin sisteme dâhil olduğu bir süreçte yola koyulabilir. İşlerin ilerlemesi ve çözümü noktasında liyakat sahibi olmayanların ortaya koyacağı bir veri dünyası, data çöplüğünden öteye geçemez. Aynı düzlem ve seviyede tespit edilemeyen hiçbir sorunun kaynağı asıl soruna götürmeyecektir. Bu nedenle çözümlerde doğru olamayacağından sürekli olarak bir belirsizlik ve flu durum gündemi işgal edecektir.
Olayların odağında emir komuta veya müdahil olma değil, doğal sürecinde bir harmoni ile gerçekleşme olduğundan, fen kanunlarının perde arkasında büyük bir aklı görmek gerekir. Görünen makro olayların aslında mikro olayların birlikteliğinin eseri olması da büyük bir yanılgı ve akla büyük bir imtihandır. Çünkü makro dünyaların ölçeği ile mikro dünyaların olaylarına bakmak yanıltır.
Bireylerin sorunlarının çözümünü toplumsal olayların çözümü için uyarlamak doğru değildir. Günümüzde Batı dünyası bireyi hiçleştirip, sıradanlaştırıp makro dünyayı esas alarak, insan olgusunu yok etmiştir. Doğu dünyası bireyi esas almasına rağmen toplumun yapıtaşları olarak görmeye büyük zarar vermiştir. Türkiye de bundan payına düşeni almıştır. Çünkü gündelik hayatta mâkâm, para, arsa, otomobil, hız ve haz gibi olaylar parmaklıkları insanı hapsetmiştir.
Şimdiki zamanı bilediğimizden geleceği bilemeyiz. Zira şimdiki zaman varlık âlemine anlık olarak düştüğü için ölçmede sabit zamana müptela değildir. Bundan dolayı geleceğe dair toplumsal olaylarda mümkünattan bahsedilirken bireyin davranışlarından bahsedilemez. Bireyin davranışları belirsizdir. Birey ise normal dışı davranışlar sergilemeye zorlanarak kontrol edilip belirsizlik ortadan kaldırılabilir.
Türkiye sorun çözmeye odaklanmadan önce asıl sorunların ne olduğunu tespite odaklanmalıdır
Türkiye’de toplumun ortak değerlerinde bile tek yürek olmanın güçleştiği hengâmede aynı merkeze yönelenlerin farklı fikirlerde olması Batı’nın işine gelmektedir. Aynı merkeze yönelenlerin çıkmaz sokak olarak gördüğü farklı yelpazeler, Türkiye’nin kanayan bir yarası olarak görülebilir. Bu durum hem Batı için kullanışlı bir hâl almakta hem de otobandan çıkıp tali yollara girmeye duçar olmaya namzettir.
Bu hatalara neden olan bir tek asıl sorun vardır: İnandığı gibi yaşamamak… Toplum içerisinde liyakat ve ehliyet sahibi kişilerin desteklenmesi gerekir. Böyle bir durum olmuyorsa bireyin şahsî menfaatleri ön planda demektir. Sanırım hâl bundan ibaret. Bu ise mümince bir davranış değildir. Merkeze yönelenlerin gündelik işlerine merkez etki etmiyor, bir tuhaf hâl var. Bu nedenle ülkede en büyük sorunlardan bir tanesi, bir merkeze yönelenlerin birlikte hareket edememesidir.
Bir merkeze yönelenler ortak değerlerinde birbirini birleştiren değerleri gündelik işlere döndüklerinde dikkate alamıyor olmaları, hem Türkiye’nin hem de İslâm coğrafyasının en büyük sorunudur. Bu sorun olmasaydı Gazze, Lübnan ve Suriye’de Müslümanlar soykırıma uğramazdı. İşin çok daha ilginç olan yanı ise, bu devâsa sorunun İslâm coğrafyasında sadece savunma sanayideki teknolojik yetersizlik olarak görünmesi de ayrı bir sorundur. Bu durum asıl sorunu perdelemektedir. Yani “Savunma Sanayi”ndeki teknolojilerle düşman püskürtülse bile asıl sorun ortaya konmadıkça Doğu toplumlarının bir araya gelmeleri mümkün değildir. Çünkü madde açısından bir araya gelme durumu merkeze yönelme değerinin önüne geçmektedir.
Dünya devletlerinin sürdürdüğü hayat anlayışının çoğu insan merkezli değildir. Olaylar adım adım olmaktan ziyade temelinde anlık olmasına karşın adım adım oluyor diye anlaşılan makro olaylar anlık olan mikro ölçekteki birey ve aile değerlerini önüne geçmektedir. Bir ülkede ailenin felç olduğu yerde yeni bir medeniyet inşâ etmek mümkün değildir. Bu nedenlerle Türkiye sorun çözmeye odaklanmadan önce asıl sorunların ne olduğunu tespite odaklanmalıdır.
Olayların tamamında gerçek sorunlar tespit edilip çözülse bile bunların tamamı insan kaynaklı olduğu görülür. Dolayısıyla insanın müdahil olmadığı hiçbir olayda gerçek anlamda sorun vardır da denilemez. Geri dönüp bakıldığında gerçek bir sorun tanımlanamaz. Evren ve içindekiler mükemmel şekilde işliyor; her an herşeye müdahil olan bir akıl tarafından…