BAŞLIĞA bakıp “Siyâsî
bir bakış” veya “Aklından zoru var!” gibi fikirlerin hatıra gelmesi, bu başlık
çerçevesine girer. Gerçek sorunun ne olduğunu pek tanımlayan kimse yok. Kafanın
rahat edeceği ve sorunların üstesinden gelindiği düşüldüğünde hiç beklenmedik
yollara girildiği de oluyor.
Aklından
gerçekten zoru olan bazılarının Mevlâna ve Şems hakkındaki görüşleri uçuk bir
duruma bürünmüş. Akıl o kadar iptal edilmiş ki tamamen Batı’nın tarlası hükmüne
geçmiş. Aynı kişilere Einstein’in kişisel ve özel yaşantısıyla ilgili ifadeler
kullanırsanız küplere binerler.
Dolayısıyla
esas olan, kişi ve bireylerin eser ve kendi haricindeki insanlar için neler
yaptıklarıdır. Bireylerin ve kurumların Mevlâna, Şems ve Einstein gibi
insanların eser ve fikirlerinden yaralanmasıdır. Fikir adamlarının kişisel
işleri kendi tercihleridir. Aklından zoru olanlar Batılı fikir adamlarının
düşüncelerini öne sürüp Doğu’nun fikir dünyasına hiç girmeden Doğulu fikir
insanlarının kişisel işlerini öne çıkarmaları işgal edilmiş bir aklın ürünüdür.
Putin’in
Ukrayna’ya başlattığı işgal girişimi ve çözüm önerilerine karşı sürekli şartlar
dayatması yanlış ölçünün sonucudur. Görünen o ki, Putin, başlattığı işgal
girişimindeki plânlarda hata yaptı. Benzer şekilde Zelenski de hata yaptı.
Zelenski Batı’ya güvenmekle, Putin ise komşusuyla oturup konuşmamakla hata
yapmıştır. Putin’in haklı olduğu nokta ise Ukrayna’nın NATO üyesi olması
durumunda bunu tehdit algısı olarak gördüğünü birinci ağızdan dillendirmesi ve
Zelenski’nin buna karşı bir adım atmamasıdır. Zelenski bu durumu ancak şimdi anlayabildi.
1900
yılına kadar özellikle fen alanında hemen her şeyin bulunduğu ve yapılacak bir
işin kalmadığı düşüncesi hâkimken, Planck’ın İskenderiye kütüphanesinden
çalınan, işgal edilen ve el konulan üç beş kitapla kuantumu keşfi, her şeye
yeni baştan başlamak gerektiğini ortay koydu. Einstein ise yaptığı bilimsel
çalışmayla Planck’ın kuantum keşfine katkı sağlamıştır. Ancak işin nereye kadar
gidebileceğini gördüğünden hemen tali yollara girmekten çekinmemiştir. “Ay’a
bakılmadığında Ay’ın kesin olarak yerinde olduğunu” ima eden bir ifade
kullanarak klasik düşünceye yönelmiştir. Art niyetli olmadığını düşünürsek…
İşin
aslı, doğru ölçü ve bakışı ortaya koyup oradan yürümektir. “Ölçü ve bakış”
kararlı olan kelimelerden neşet ettiği için, hayatın merkezine dair ölçü ve
bakışın da belli kararlılıkta olmalıdır ki bu durum klasik görüşü
çağrıştırıyor. Burada hataya düşülen nokta, çok sayıda “kararlılık” eksenli
kelimenin birlikte telaffuzu sonucu bir sonraki adıma tesir etmesidir.
Aslında
hayata dair sorunların odağında hayat ve hayata bakış vardır. “Hayat”
kelimesinin kendisi “diri olan, canlı olan ve yaşayan” anlamlarına gelir. Bunların
bitki, hayvan ve insan için düşünülmesi yanlış olmaz.
Kur’ân-ı
Kerîm’de yer alan “hayat” kelimesine mercekleri çevirdiğimizde, beş grubun fâniler
için, diğerinin ise “ölümsüzlük” (bekâ) anlamlarına geldiği görülüyor. Baki
olan hayat karşılığı anlamındaki “Hay”, “hakkında ölüm geçerli olmayan varlık”
demektir. Akıl odur ki, fâniler için geçerli olan hayatın bekâ için
yürümesidir.
Böyle
bir hayatta diri, canlı ve gelişmenin merkez olduğu bir kararlılık, gerçek bir
ölçü ve yol penceresi olarak görülmelidir.
“Diri,
canlı ve hayat” kelimelerini kuşatan “ihyâ” kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de “can
veren” mânâsındaki Muhyi’ye gitmektedir. Bununla ilgili olan âyetler, yağmurun
yağdırılması (asr) ve toprağın diriltilmesiyle bitki, hayvan ve insanların
gelişimlerine işaret olarak görülebilir. İnançlı insanlara dünyada ve ahirette doğru
bir hayatın yolları gösterilmektedir.
İlginç
olan durumlardan bir tanesi de diriltmenin en zirvede taçlandırılacağı durumun ahirette
ölülerin dirilteceğine olan keskin gösteridir. Farklı bir yazı konusu olacak bu
durum, hayata dair sorunların nasıl kavranması ve nasıl görülmesi gerektiğine
dair bir bakışla ortaya konulabilir.
Ölçü
ve bakışın kararlılığının aksine “diri, canlı ve hayat” kavramlarının ortaya
çıkması manidardır. Diri, canlı ve hayatın ölçü ve bakışı, değişkenlik içeren
kararlılığı ortaya koymaktadır. Yani hayatın sürekli değişmelere gebe olduğunun
bilinci kararlı olmalıdır.
Bakmak,
tesir etmektir. Tesir, varlığın durumuna müdahaledir. Dolayısıyla Einstein’in
iddia ettiği gibi, biz, “Ay’a bakmadığımızda Ay yine yerindedir” gibi kesin
ifade kullanamayız. Bunun aksi olarak yani “Bakmadığımız zamanlarda da Ay kesin
olarak yerinde değildir” de diyemeyiz. Bunu “bir insan için bu durumun
bilinememesi” (kuantuma göre belirsizlik) olarak görmek en doğru olandır. Bu
pencereden görülen “bilememe” durumu insanın fâni olduğuna bir işarettir.
Sanırım
bazı okuyucular kızacak ama tahminim odur ki, Einstein’in kuantuma katkı sunup
klasik düşünce yoluna sapması, bunu önceden sezmiş olmasıyla ilgilidir. Çünkü
bu durum tam olarak İslâm-Tevhid inancına yol gösteriyor.
Kuantuma
göre, bir şeye bakmadan önce o şey, hakkındaki olasılıkların hepsinde birden
aynı anda var olurken, baktığımızda ise sadece baktığımız yerde olur.
Yaramazlık yapan çocukların gözlerine bakınca oldukları yerde donup kalmaları
gibi...
“Aslında
baktığımız evren gerçekten baktığımız evren mi?” diye düşünmeden edemiyoruz.
Şundan kesin eminim ki, baktığımızda gördüğümüz evren ne kadar güzel ve
mükemmel ise, bakmadığımız ve görmediğimiz milyarlarca güzellik ve mükemmellik
bu evrende var. Yapmamız gereken, bakışımızı değiştirmemizdir.
Hayata
bakışı doğru ölçü ve pencereden görüp ona göre siper almalıyız. Putin’in
Ukrayna’ya işgal girişimi, market zincirlerinin toplum ve devlete ekonomik
darbe ve ayaklanma kalkışmaları, toplumun sinir uçlarıyla oynanmak istenmesi ve
diğerleri ile bunların hepsi hayatın içinde zaten var. Önemli olan, olmadan
önce bunu görmektir. Zelenski’nin Putin’in işgal girişimine kalkışabileceğini
görememesi de, market zincirlerinin ekonomik darbeye kalkışmasının görülmemesi de
aynı şeydir.
Devletlerin
bunlara göre hazırlık yapmamaları kendi hatalarıdır. Toplum içindeki bireylerin
de hayatın muhtemel şartlarına göre konuşlanması mantıklı olandır. Şu hayat her
daim diri, canlı ve gelişmeye endeksli bir yapıdadır. Buna göre bir hayat
ölçüsü ve buna göre bir pencere açılması şarttır.
Zihni
işgal altında olan bir toplumun kendisini özgür hissetmesini düşünmek,
deliliğin bir çeşididir. İşin tuhafı, zihnin işgal altında olunduğunun
görülmemesi de bir o kadar ilginçtir. Bu nedenle fikir hürriyetinin gelişme,
dirilik ve hayata dair gerçek yönlerini ortaya çıkartacak şekilde sesinin gür
çıkması önemlidir. “Fikir hürriyeti” derken, hakaret, iftira ve kendi çıkarları
doğrultusundaki söylemleri bu çerçevede görmediğimi özellikle belirtmek
isterim.
Türkiye’nin
küresel sistemin prangalarından kurtulmasının tek yolu diri, canlı ve hayat
dolu bir evrene bakışını delilleriyle ortaya koymasıyla mümkündür. Bunun için
medeniyet iddiasını hızlandırılması ve bu uğurda maya, doku ve öze dönük
bilimsel çalışmalar yapması, fikrî iktidarın anahtarı olmalıdır. Bununda
ivmelenmesi, maddî kazançtan ziyade manevî atılım ve yatırımla gerçeğe
dönüşmesi mümkündür.
Gerçek
hiçbir sorun yoktur.
Sadece
her şeyin ne olduğunu sabitleştirip gelişmeye engel olan bir anlayışın
hâkimiyeti hüküm sürüyor. Bu nedenle insan odaklı bir hayatta her şeyin ihtimâller
arasında olduğunu görmek doğru bir bakıştır. Görülmeyen her ihtimâl bir gün
kesinlik kazanabilir. Bu nedenle hayatın her daim diri, canlı ve gelişmeye
endeksli bir yapıda olduğunu gören kararlı bir ölçü ve pencere, işin büyük
kısmını hâlledecektir.
İşin
özü, her an her şeye hazırlıklı olmak en iyisi!
Gerçek
problemin ne olduğunun tanımlanamadığı bir hayatta gerçek sorun da yoktur.
İnsanların,
daha fazla kazanma iştahı ve daha fazla kelimelerinin arkasına dizdikleri
nicelikler vardır.