
DELİ deli çağlayan bir
şelâlenin farkına varamamak ve ondan istifade edememek ne kadar üzücü!
İnsanlığın
enerji kaynağıdır gençlik. Gençlik çağına denk gelen yaş aralığının iyi
değerlendirilmesi, bütün yönleri ile ele alınması, araştırılması ve çözüm
sistemlerinin derhâl devreye sokulması gerekir.
Ağaç
yaşken eğilir. Devletlerin ve toplumların en büyük derdi gençlik olmalıdır. Gençliğimiz
sadece iyi bakılması gereken bir alan değil, aynı zamanda sorumluluğu büyük bir
önem arz eden büyük bir güç kaynağıdır. Bu kaynağın doğru anlamda kullanılması,
bir ülkenin yaşam kalitesini ve kaderini belirleyecektir.
Büyük,
güzel ve çok yüksekten akan bir şelâledir gençlik. İşte gençliğimiz bizim en
güzel manzaramız, en deli çağımız ve kullanabileceğimiz en önemli yakıtımızdır.
Gelişigüzel politika ve programlarla ele alınamayacak kadar değerli bir
mücevherdir. Gençliğin kıymetini bilmek elbette önemli ama kıymet bilmenin içi
nasıl doldurulacak, bunun iyi tartışılması gerek.
Gençliği
ne ile besleyeceğiz, gençliğe nasıl bakacağız, gençliği nasıl anlayacağız?
Geçmişten
gelen tecrübelerimizle hareket etmek yeterli olmayacaktır sanırım; zira geçmiş
bize hep hayırla gelmez. Yaşananların değerlendirilmesi, uzmanlıkların masaya
yatırılması, farklı yönlerden bakılması, farklı kişi ve kuruluşlardan fikir
alınması ve yenilikler kazandırılması ile tecrübe oluşur. Oluşan tecrübeyi
düzenli, kararlı ve doğru şekilde aktarmak da farklı bir yeteneği gerektirir. Gençliği
sevgi ve eğitimle beslemeli, ona özgürlüğünü kısıtlamadan ama meydanı da boş
bırakmadan bakmalı ve gençliği anlamak için onlarla sürekli ve dengeli bir
iletişim içinde olmalıyız.
Konu
kadar ruha işleyiş de çok önemli. Her taraftan gelen farklı çağrılarla
kararsızlık içinde bırakmak mı daha uygun olur, yoksa çağ kapatıp çağ açan Fatih’in
fetih ruhu ile donatıp ne yapacağına bir şahin gibi odaklanmış bir gençlik mi
daha iyi olur?
Her
şeyin, ama her şeyin başı eğitimdir. Eğitimin sağlığı sağlıklı bir eğitim
sisteminden geçer ki eğitim sisteminin çok uzun yıllardır hasta olduğu herkes
tarafından bilinmektedir. Hasta bir eğitim sisteminin olduğu bir toplumda birçok
şeyin düzensiz gitmesi doğaldır. Eğitim camiası ve eğitim sistemini
iyileştirecek alan uzmanları gerekli donanıma sahip olamıyorlar. Bu yetersizlik,
yetişen neslin yetersiz kalmasına neden olunca farklı kadrolarda görev alan bu
insanlar toplumun inşâsını da eksik yapıyorlar. Bu kısır döngü böyle devam
ettikçe biz yolu hep yaralı yürümeye devam ediyoruz.
Gençliğe
gerçek hedefler işaret etmek gerek. Vatan aşkı, hizmet aşkı, şehadet aşkı,
çalışma aşkı, gelişim aşkı, paylaşma aşkı ve sistemi düzeltme aşkı gibi… Doğru
besini almış bir gençlik, geleceğin en büyük teminatıdır.
Şunu
unutmamak gerek: Atacağımız her adım, yürüyeceğimiz yoldaki seçenekleri
belirlerken yolculuğu da şekillendirir. Gençlik, adı üstünde, içindeki ateş
genç ve taze olan demek. O ateşin ya kendi kendini yakıp tüketmesine izin
verirsiniz ya da o ateşi faydalı bir geleceği inşâ etmek için kullanırsınız. Çoğu
alanda olduğu gibi gençlik ile ilgili çalışmalar da parça parça; bütünün bundan
haberi yok. Kamu, özel sektör ve ilgili paydaşlar yaptıkları çalışmaları birleştirmelidirler.
Spor, eğitim, istihdam, dinî eğitim ve kültürel donanımlar sahada ayrı ayrı
değil, bütünleşik hareket etmelidir. Örneğin spor yaparak bedenini çalıştıran
ve bu sayede sağlıklı bir beden ile bu alanda başarılar sağlayan bir genci
tebrik etmek ve desteklemek tabiî ki vazifemiz. Lâkin sadece bu alanda bir
yerleri kendisine hedef almak suretiyle hayatın esas amaçlarından, manevî
iklimlerden, vatanına karşı sorumluluklardan uzak kalması üzücü bir durum olmaz
mı? İyi bir sporcu aynı zamanda iyi bir lider, iyi bir konuşmacı veya farklı
alanlarda iyi bir sanatçı da olabilir. Bu anlamda gençliğe eldeki olanaklar
azamî ölçüde sunulmalı ve gerçek kapasitesi ortaya çıkarılmalıdır. Ondan sonra,
dilenirse tek bir alanda, dilenirse birçok alanda kapasitesi oranında
desteklenmelidir. Burada önemli olan, gençliğin doğru şekilde ve tüm imkânlar
seferber edilerek işlenmesidir.
Dünyanın
en büyük projeleri birtakım insan ürünü yapılar değil, insanın insanı
yükseltişine dair olmalıdır. Gençliği anlamak için sadece gençlik dönemine
bakmak, bakış açımızı sınırlar. Gençlik, öncesi ve sonrası ile değerlendirilmelidir.
Çocukluk döneminin nasıl geçirildiği, gençliğin ve aslında tüm hayatının nasıl
bir zihinsel altyapı içinde geçeceğini belirler. Yaşlılık dönemine baktığımızda
ise gençlikten elde edilenin ne olduğuna bakarız. Boşa giden yıllar mı, hoşa
giden yıllar mı kalmıştır geriye?
Gençlik
konusunun geçtiği her konuda Fatih Sultan Mehmed’in adının geçmesi doğaldır
sanırım. Gençlikten bekleneni anlatmaya bir Fatih yetmektedir. Fatih ve fetih…
İyi bir eğitim, meraklı bir zihin, kutsal bir dâvâ ve büyük bir mücadele… Bu
parçalar doğru şekilde bir araya getirildiğinde, karşısında ne bir
imparatorluğun, ne de bir çağın durabildiğinin kanıtıdır Fatih ve fetih. Olay
bu kadar açıkken beklemek, oyalanmak, toplantı üstüne toplantı yapmak, herkesin
kendince çözüm üretip deneme yanılma ile yol almaya çalışması, zaman ve nesil
kaybından öteye geçememektedir. Bizimkisi okyanusun ortasında susuzluk çekmeye
benziyor. Yıllardır söylenen ile “Okyanus tuzlu su, arıtma işi maliyetli, kara
da görünmüyor ise ne yapalım, elimizden gelen bu kadar” demek kadar garip ve
trajik bir durumdayız.
Burada
okyanus suyundan temiz su elde etme projelerini konuşacak değiliz elbette. Zira
her işi ehline bırakmak gerek. Benim dikkat çekmek istediğim nokta
önceliklerimiz. Elimizde en bol bulunan ve tükenmesi çok zor olan güneş,
okyanus ve yağmur gibi kaynaklar, keşfetmemiz, geliştirmemiz ve çözüm üretmemiz
gereken önceliklerimiz varken, onun yerine yeni savaş araçları, yeni cep
telefonu modelleri, yeni mutfak eşyalarının gelişimine odaklanmış bir altyapı
ile kendimize çok yol alamayacağımız kesindir.
İnsanlık
daha önceki ayak izlerini izlemekte ısrarcı. Eğitim sistemi çitlerle çevrili olan
müfredatta ısrarcı. Teknoloji kafasına göre takılmakta ısrarcı. Toplum üreten
değil, tüketen olmakta ısrarcı. “Sorunun çözümü nedir?” sorusuna gelmeden önce
aşmamız gereken çok engel var. Okyanusu, güneşi en faydalı şekilde kullanmadan
önce, birbirimize akıl vermeden çok önce, birbirimizi kazanmalıyız. Birlikte
hareket edebilme yeteneğini kazanabilmeli, ülkelere, dinlere, siyâsî paydalara
bölünmeden insanlıkta birleşmeyi başarabilmeliyiz. İnsanı insandan kurtarıp
birlikte insanlığı yeniden inşâ etmeliyiz. Bu çalışmaların yegâne güç kaynağı
gençliktir. Onların ellerine doğru malzemeyi ve desteği verin, yeter! Pırıl
pırıl zihinlerin ve yüreklerde sönmemiş ateşin üstesinden gelemeyeceği sorun
yoktur. Dilerse karadan, dilerse havadan gemi yürütürler, eğitim sistemini sil
baştan yazabilir, okyanusu tatlandırabilir, bütün teknolojiyi su ve güneş ile
çalıştırabilirler.
Hayâl
gücü olmayanın gerçeği tartışılır
Yıllar
önce içimde duyduğum ve kulak çınlaması gibi uzun yıllardır içimde yankılanan
bir sestir bu. Önce gerçeklerimizi sorgulamalıyız. Gerçeğimiz önümüzde duruyor
ve siz söyleyin, ne kadar gerçek? İnsanın insana ettiği tüm bu şeyler,
savaşlar, açlık, tıbbın belirli alanlarda ilerleyişi ve belirli alanlarda
sessizliği, çöken ahlâk sistemi, aile yapısının bozulması, sosyal medyanın ve
teknolojinin sokakları boşaltması mıdır gerçeğimiz? Oysa masal dinleyerek geçen
bir çocukluk, dengeli ve yeterli bir eğitim, iyi bir aile düzeni ve hayâl gücü
ile beslenen zihinler yeni dünyalar inşâ eder. Hayâl gücü olmayan toplumlar ise
dünü takip etmekten öteye geçemezler.
Önce
inanmalı, gençliğimize yol açmalıyız. Otuz kırk yıl tecrübe diye sorumluluk
alanları hep aynı kişiler tarafından idare edilirse, toplum kendi kendini nasıl
yenileyecek, dününü nasıl yarın edecektir? Düşünsenize, bedenimize ait
hücrelerde bu şekilde hareket etse ne olurdu? Bilgisinin ve kapasitesinin
yeterli olduğunu düşünen hücreler yerlerini bırakmasalardı, beden çok hızlı
yaşlanır ve çok hızlı ölürdü.
Yerini
terk etmek istemeyen ve arkadan gelene yol veremeyenlerde gördüğüm bazı ortak
özellikler var: Dinlemeye tahammülleri yok. Ne iç dünyalarını, ne de farklı
görüşleri dinlemek istiyorlar. Dinlerlerse iç dünyalarında bir çatışmaya girmek
zorunda kalacaklar ve sonrasında hem iç dünyalarında, hem dış dünyalarında
yolculuğa çıkmak zorunda kalacaklar. Bu mümkün değil; çünkü insan genellikle
kök saldığı yeri (benliğini) bırakmak istemeyen bir varlık. Yerinde kök salan
büyükler, bilgeliklerini ömür boyu yaşamak istediklerinden, yapacakları ve
söyleyecekleri şeyler bitmeyeceğinden, gençlere gençken fırsat vermek
akıllarına gelmiyor.
Diğer
bir ortak özellikleri ise, gelenekselliğe ve gerçekliğe kafayı takmış olmaları.
Onlar için dünün öğretilerini takip etmek ve olaylara keskin hatlardaki bir
gerçeklikte bakmak önemli ve doğru olanı. Onlara göre hayâl âlemine dalmamak
gerek. Bu tür düşüncede olanlar, icatlara ve icat sahiplerine, sanat ve diğer
alanlarda yenilik getirenlere bütün devirlerde önyargılı olmuş ve birçok engel
çıkartmışlardır.
Yıllar
önce bir iletişim eğitimine katılmıştım. Eğitmen çok heyecanlı idi, o birkaç
günlük eğitim boyunca heyecanı hiç düşmedi. Ne anlatmak istedikleri bitti, ne
de biz bir sohbet niteliğindeki bu eğitime doyabildik. Olaylara bakış açımız
ivme kazanmış ve kaliteli zaman geçirmiştik. Yalnız bir durumu sonradan fark
etmiştim. Eğitimin konusu iletişim idi. Birkaç günlük eğitimde herkes oturduğu
yerden ya da bulunduğu noktadan ayağa kalkarak sabit birkaç cümle söyleyebilme
fırsatı bulabilmişti. Ama iletişim bu muydu? Canlı bir eğitimde iletişim
eğitimi sizce sadece iletişim hakkında bilgi edinmekle mi olmalıydı?
Düşünün,
bir konuda uzmanlığınız var ve dört gün eğitim veriyorsunuz; arada birkaç soru
sorup “Tamam, görevim bitti” diyerek işi sonlandırıyorsunuz. Bu kadar mıdır
yani? Gerçekten birebir uygulamalarla ne verdiğinizi görmek ve aslında iletişim
eğitiminde, meselâ iletişimi iletişim hâlindeyken işlemek daha bütünsel ve daha
kazançlı olmaz mıydı? Uzun süreli konuşanı ve dinleyeni sabit bir süreç, bence
bir iletişim süreci değildir.
Gençliğe
yol açmak, hak ettiği değeri vermek gerek. Kendini bilmeyenin bildiğinden ne
fayda gelir? Bugün insanlık kendine çok uzaklaşmıştır. Hayatı yanlış anlamış ve
bu yanlış anlama yanlış bir hayat kurgusu ortaya çıkarmıştır. Dünyanın bir
kısmı fizikî yaşam mücadelelerinde perişan olurken, bir kısmı konforunu en üst
seviyeye çekme telaşında gelişen teknoloji ile kendini avutma derdindedir. İyiler
iyilikleri ile avunmakta, zalimler ise kendilerine engel olacak, yanlış yoldan
kendilerini döndürecek ve kendilerinden daha güçlü bir etken bulamadıkları için
zalimliklerini arttırmaktadırlar.
Kendimizden
uzaklaştık, gençliğimizden uzaklaştık. Kısacası, kendimize ait bir gerçeklik
kurup yaşamı ıskaladık. Hayâlsiz, bayat ve sıradan bir hayatı ne ile takas
ettiğimizin gerçekten farkında mıyız?
Tüm
dünyaya sesleniyorum: Derhâl yerinizi terk edin, çünkü başaramadınız! Dünyam ve
yaşam kan ağlıyor. Taze cana ihtiyaç var. Çağımızın serumu gençliktir. Yorgun
bedenler ve yorgun zihinler aradan çekilmedikçe hayat canlanamayacak, toplum ve
insanlık ayağa kalkamayacaktır.
Ne
kadar çözüm önerisi getirilirse getirilsin, soruna dışarıdan baktığımız sürece
yol almamız mümkün olmayacaktır. Gençlik herhangi bir konu gibi masaya
yatırılıp ele alınamaz. Bakmamız gereken yer içimizdir. Başka bir şeyi değil,
kendimizi iyileştirmemiz gerekiyor. Herkes kendi evinin önünü süpürdüğünde
dünya çok daha temiz olacak. Bir parça sorumluluk, kendimizle baş başa kalarak
tefekkür etmek, yaşamımızı elden geçirip gerçek mânâda değerlendirmek yetecek.
Kendimize yapacağımız her yatırım, geleceğimize, toplumumuza ve insanlığa
yapılmış bir hizmet olacak.