Gençlik ve vatan sevgisi

Yaşadığımız topraklarda her şey güllük gülistanlık devam etmiyor. Etmeyebilir de. Ama her ne olursa olsun, yaşanan hiçbir olumsuz durum bizi kendi vatan topraklarımızdan soğutmamalı. Yaşanan olumsuzlukları konuşup tartışırken sözlerimizi özenle seçmeliyiz.

“VATAN sevgisi imandandır” buyurmuş Hazreti Muhammed Efendimiz (sav). Ne kadar kutlu ve ne kadar büyüleyici bir söz. Vatanına karşı içinde sevgi beslemeyen, vatan denildiğinde tüyleri ürpermeyen ve vatanına bir zeval geleceğini hissettiğinde canını seve seve ortaya koyamayan bir insanın imanı şüphededir.

Efendimiz vatan sevgisine böyle büyük bir anlam yüklemişken, bizim bu konuyu basit görmemiz mümkün olamaz. Yaratılışımızda bu sevgiyi Rabbim nakış nakış işlemiş gönüllerimize. Peygamber Efendimiz buyurmuşlar ki, “İki göz vardır ki Cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz ve gecesini Allah yolunda nöbet tutarak geçiren göz” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12). Yani Allah için, vatanı için nöbet tutanı, Efendimiz bu hadis-i şerifi ile müjdelemiştir.

Peygamber Efendimiz de vatanına çok düşkünmüş. Hatta Mekke’den Medine’ye hicret edişi sırasında vatanını geride bırakmanın hüznünü şu sözleriyle dile getirmiş: “(Ey Mekke!) Vallahi sen Allah’ın en hayırlı ve Allah’a en sevimli olan beldesisin. Senden (zorla) çıkarılmış olmasaydım, seni asla terk etmezdim.” (Tirmizî, Menâkıb, 68; İbn Mâce, Menâsik, 103) 

Nerede doğduysak, nerede yaşıyorsak orası bizim vatanımızdır. Doğup büyüdüğü topraklardan uzakta bir yerleri vatan edinenler de vardır mutlaka. Ama içinde bir yerlerde mutlaka kendi topraklarına duyduğu özlem, ince bir sızıyla sızlatır kalbini. Nitekim Efendimiz (sav) yine hicreti esnasında Yüce Allah’a (cc) şöyle yalvarır: Allah’ım! Bizlere Mekke’yi sevdirdiğin gibi, ondan daha da fazla Medine’yi sevdir. (Buhârî, Deavât, 43)

Hac ya da umre ibadeti için Kâbe’yi ziyaret etmek ve Efendimizin kabr-i şeriflerini görmek üzere Mekke ve Medine’yi ziyaret edenler, oradan döndükleri vakit o kutsal beldeleri çok özlediklerini, tekrar tekrar gitmek istediklerini söylerler. Sanki orayı vatan edinmişler gibi özlem duyar, vuslatı beklerler. Biz Müslümanlar doğup büyüdüğümüz, doyduğumuz toprakların dışında bir de bizim için dinen kutsal kılınmış topraklara vatan gözüyle bakarız. Meselâ şu an Filistin’de yaşanan katliam canımızı çok yakıyor, gözyaşlarımız dinmiyor, kalbimiz adeta yerinden sökülüyor gibi hissediyoruz. Bıraksalar, vatan aşkıyla yanıp tutuşan bizler, Filistin’e gider, Filistinlilerle birlikte cihat ederiz. Çünkü o topraklarda, biz Müslümanları oraya bağlayan Mescid-i Aksa var. Bizim için apaçık düşman olan Yahudilerin kıyımına uğrayan kardeşlerimiz var. Orası da bizim vatanımız sayılmaz mı? Eğer değilse, bizim canlarımız neden bu kadar yanıyor?

Şanlı tarihimize baktığımızda vatan aşkıyla yanıp tutuşan atalarımızı görürüz. Onlar sayesinde böyle güzel bir ülkede özgürce yaşayabiliyoruz. Onların vatanlarına düşkünlükleri canlarından, mallarından, ana, baba ve hatta evlatlarından bile önde geliyordu. Nene Hatun’u hatırlayalım; 93 Harbi’nde küçük yaşta oğlunu ve henüz 3 aylık kızını da beşikte bırakıp savaşa katıldı. Çünkü vatan sevgisi evlat sevgisinden, vatanını kaybetme korkusu evlatlarını kaybetme korkusundan ağır basmıştı. Esaret hâlinde yaşamaktansa belki ölmek daha iyiydi. Bu, çocukları için de geçerli. Düşman işgali altında vatansız, hürriyetten yoksun yaşamaktansa çocuklarının da hayatta olmaması daha hayırlıydı belki de.

Tarihimiz daha böyle nice fedakâr atalarımızın hikâyeleriyle dolu. Meselâ yine Kurtuluş Savaşı yıllarında henüz bir çocuk olan Bombacı Ahmet, savaşın en şiddetli anlarında kaledeki askerlere mühimmat ve erzak taşıyordu. Ahmet’teki nasıl bir iman, nasıl bir vatan sevgisiydi ki o çocuk yaşta bu kadar cesur olabiliyordu. Bu vatan için henüz beşikteki bebekten beli iki büklüm olmuş yaşlılara kadar herkes canını ortaya koymuştur. Bu yüzden biz Türkler çok ama çok şanslıyız. Onlara çok şey borçluyuz. En önemlisi de, onların bunca fedakârlıkla koruyup bugüne getirdikleri vatan toprağını, aynı onlar gibi koruyup gözetmek her birimizin birincil vazifesi olmalı. Bu vatanın kolay kazanılmadığını, binbir türlü mücadelelerle bugüne getirildiğini hep hatırlamalıyız. Bizden sonraki nesillere de bunu böyle aktarmalıyız.

Vatana sevgisini aşılamak

Mehmet Akif Ersoy’un, “Sahipsiz vatanın batması haktır/ Sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır” dizeleri, hem yaşadığı zamanki gençlere, hem de geleceğin gençlerine hitap eden mükemmel bir sözdür. Evet, geçmişte binbir mücadele ederek, binlerce, belki milyonlarca şehit ve gazi verilerek bu vatan kurulmuştur. Artık vatan bizlere emanet; bizler de aynı şekilde bize düşen görevi seve seve yerine getirmeliyiz. Çocuğundan yaşlısına, her kesim, her yaşa düşen mutlaka bir görev var. En basiti yerden bir taşı kaldırmak, en ağırı canını feda etmek olmak üzere, herkes vatan mevzu olduğunda üzerine düşeni yapmakla mükelleftir. Gerçek vatanseverler bu görevleri hakkıyla, cân-ı gönülden zaten yapıyorlar, her daim yapacaklardır. Vatan denildiğinde, başka bir kelâm edilmese de insanın ruhunda coşku oluşur. Bayrağımız hep göklerde dalgalanmalıdır. Onu yere düşürmemek adına nasıl Mehmetçik her an teyakkuzda bekliyorsa, biz de hangi mesleği icra ediyorsak o alanda en iyisi olma gayretinde olmalı, en iyisini yapmalı, “Her konuda en iyi olan vatanımızda olmalı” düşüncesiyle hareket etmeliyiz.

Her meslek dalı şüphesiz çok önemli. Hiçbir mesleği diğerinden üstün ya da daha gerekli gibi göremeyiz. Bir öğretmen nasıl çocuklarımızı eğitip onların vatanına, milletine yararlı birer birey olmalarını sağlıyorsa, aynı okulda çalışan bir hizmetli de o çocukların daha temiz, daha sağlıklı bir ortamda ders görmelerini sağlar. Hastalandığımızda nasıl iyileşmemiz için bir doktora ihtiyaç duyuyorsak, aynı hastanede tedavi görürken bir hemşirenin yardımına da ihtiyaç duyarız. Bir binanın yapımında bir mimar ne kadar olmazsa olmaz ise, bir inşaat mühendisi de o kadar gereklidir. Tabiî ki bu örnekleri uzatmak mümkün. Önemli olan, hangi meslek grubunda olursak olalım, vatanımız ve milletimiz için işimizi en iyi şekilde yapalım.

Bir ev hanımı olan anneyi düşünelim. Henüz okula başlamadan ilk eğitim ve öğretim, biliyoruz ki evde başlıyor. Anne ve babanın çocuklarını nasıl yetiştirdiği çok önemli. Çünkü çocuğun ileride hangi meslek grubunda nasıl bulunacağı, anne babasının onu nasıl yetiştirdiğine bağlı olacak. Anne baba çocuğunu Allah, Peygamber, vatan, millet, bayrak sevgisi ile büyütmüş, ona göre terbiye etmişse, mesleğini yaparken o yaşta öğrendikleri ona ışık olacak. Kul hakkına girmemeyi, işini doğru bir şekilde yapmayı, adil olmayı, fedakârlığı, alın terini ve ahlâkı, henüz okula başlamadan, anne-baba terbiyesinden öğrenecek. Vatanına, milletine bağlı her bireyin arkasında, onu en iyi ve en doğru şekilde yetiştiren bir anne ve baba var. Vatan sevgisini çocuğun kalbine ilk aşılayan, şüphesiz anne ve babadır.

Günümüzde maalesef çevresel faktörlerin ve uyaranların fazla oluşu çocuklarımızı olumsuz yönde etkiliyor. Ebeveynler olarak onların yüreklerine filizlensin diye attığımız her tohum, adeta sosyal medyada karşılaştıkları olumsuz görüntüler ya da çevrelerinde arkadaşlarından görüp duydukları olumsuz davranışlardan dolayı ölüp gidiyor. Tarihimizden örnekler vererek, geçmişimizde yaşananları hatırlayıp anlatarak onlara farkındalık oluştursak da bazen ufacık olumsuz bir etki her şeyi mahvedebiliyor. Meselâ Gazze’de yaşanan zulüm ve bu zulüm karşısında ölmeyi göze alıp vatan topraklarını terk etmeyen Gazzeli Müslüman kardeşlerimizi gördüklerinde, yüreklerinde mutlaka bir hüzün duyuyor ve bu zulüm karşısında harekete geçmeyi düşünüyorlar. Ama sosyal medyada bir video görüp yapılan hareketlerin onlara bir fayda sağlamayacağını duyduklarında, anında kalplerindeki coşku sönüyor ve yerini umursamazlığa bırakıyor. Özellikle ergenlik çağındaki gençlerimiz maalesef çok çabuk bu olumsuz duyumlardan etkilenebiliyorlar.

Ne yapmalıyız ki gençlerimizin, çocuklarımızın kalplerine attığımız tohumlar filizlensin ve meyve versin, hiçbir olumsuz düşünce onları etkilemesin, duruşlarını asla bozmasın? Çocuk, daha doğrusu gelecek nesli yetiştiren, geleceği şekillendiren ebeveynler olarak bu sorunun cevabını aramalıyız. Elimizden gelenin daha fazlasını yapmalıyız. Gelişmeye, geliştirmeye önce kendimizden başlamalıyız. Ne işle uğraşıyor olursak olalım, şanlı tarihimizi okuyup anlamak için zaman bulmalıyız. Bu vatanın kolay kazanılmadığına ve kolay kolay kaybedilmeyeceğine önce kendimizi inandırmalıyız. Ülkemizi çok sevmeli ve bu sevgiyi çocuklarımızın gözleri önünde yaşamalıyız. Onların yanında konuşmalarımıza çok dikkat etmeliyiz.

Yaşadığımız topraklarda her şey güllük gülistanlık devam etmiyor. Etmeyebilir de. Ama her ne olursa olsun, yaşanan hiçbir olumsuz durum bizi kendi vatan topraklarımızdan soğutmamalı. Yaşanan olumsuzlukları konuşup tartışırken sözlerimizi özenle seçmeliyiz. Zira özellikle küçük yaştaki çocuklarımız sürekli kayıt hâlindeler. Biz nasılsak, onlar da öyle davranış geliştiriyorlar.

Vatan sevgisi ile alâkalı en fazla enerjiyi çocuklarımız için harcamalıyız. Bu konuda neler yapılabileceğine zihnimizi sürekli yormalıyız. Gençlerin kalbine henüz çocukken vatan sevgisini aşılamak için çeşitli faaliyetler yapmak faydalı olabilir. Meselâ kitaplar okutulabilir, belgeseller ve filmler izletilebilir. Ailece bu konu hakkında konuşulup yorum yapılabilir. Yaşadığımız toprakların güzelliklerini anlatabiliriz. Nasıl kazanıldığını, bugünlere nasıl gelindiğini anlatan tarihî bir yolculuğa çıkarabiliriz çocuklarımızı. Tabiî bunları yaparken her anne-baba, kendi çocuğunu nasıl etkileyebileceğini, onun kalbine giden yolun nereden geçtiğini, hangi şekillerde konuşursa onun zihninde yer edeceğini bilir. Her çocuğun etkilenme ya da anlama şekli ve oranı aynı değildir. Biz büyüklere bu konuda çok fazla görev düşüyor. Ve de sabır…

Günümüz şartları biz büyükleri sabır konusunda fazlaca yoruyor, bu sebepten çocuklarımıza fazla enerjimiz kalmayabiliyor. Ama ne yapıp edip gelecek neslin daha fazla vatanına, milletine bağlı olması, yaşadığı ülkenin gelişip daha üst seviyelere çıkmasına destek olmaları konusunda onları sabırla bilinçlendirmeye devam etmeliyiz. Geçmişten bugüne çok fazla sayıda üstün zekâ ve yeteneğe sahip kişiler farklı ülkelere gittiler, hâlâ gidiyorlar. Yani beyin göçü yaşanıyor ülkemizde. Bilim insanları, doktorlar, mühendisler, daha doğrusu işini çok iyi yapan kişiler farklı ülkelere gitmek istiyorlar. Giden ya kendini daha fazla geliştirip dönmek için gidiyor ya da maddî olarak daha fazla karşılık bulmak için. Bana göre gidip de dönmeyenlerin temelde vatan sevgileri eksik. Vatanlarıyla bağ kuramamış kişiler… Düşünseler bu vatan kazanılırken açlıkla, susuzlukla, maddî manevî kayıplarla kazanılmış, ecdadımız umutsuzluğa düşmemiş, vazgeçmemiş… Şimdi ise maddî kaygılar her şeyden daha önemli olmuş durumda. Her insan mutlaka konforlu yaşamayı, kaygı duymamayı, hep daha fazla kazanmayı ister. Bu nasip işidir ama biraz da insanın çalışmasına bağlıdır. Daha çok kazanmak için daha çok çalışmak gerekir. Bir dalda ilerlerken başka iş dallarını da araştırmak, öğrenmek gerekiyorsa, birden fazla iş yapmak gerekir.

Bu konuda bireysel olarak sorumluluklar düşüyor ama daha fazla görev Devlet yöneticilerine düşüyor. Gençlerimize ülkemizi sevdirecek, vatanı korumanın, sahip çıkmanın ne kadar önemli olduğunu gösterecek projeler üretmesi gerekiyor. Bu tarz projelere çocuklarımızı, gençlerimizi dâhil etmesi gerekiyor. Onların özellikle en iyi şekilde eğitim-öğretim görmeleri için çaba harcaması gerekiyor. Eğitim ve öğretimi her çocuğa ve gence eşit bir şekilde vermesi gerekiyor. Okullarda vatan bilincini aşılama konusunda müfredatta yer vermesi gerekiyor. Ülkemizi ileri medeniyetler seviyesine çıkararak, üstün zekâ ve yetenekteki insanların kendi topraklarında fayda vermesini sağlaması gerekiyor. Vatan sevgisi çocukların zihinlerine ve gönüllerine ilk önce ailede aşılanıyor fakat bunu sürdürmek ve pekiştirmek okullarda devam ediyor. Devlet bu konuda hem aileleri, hem de okul müfredatını içerisine alan projeler üretmeli.

Âşık Veysel’in “Vatan Sevgisi” adlı şiirinde tüm bunlar özetlenmiş. Onun bu şiiriyle veda ederken, bu güzelim vatanı bize armağan eden, savaşan, uğrunda canını veren tüm ecdadımızı bir kez daha özlemle anıyorum. Ruhları şâd olsun.

“Vatan sevgisini içten duyanlar/ Sıtkı ile çalışır benimseyerek/ Milletine, ulusuna uyanlar/ Demez neme lazım, neyime gerek// Her ferdin hakkı var, bizimdir vatan/ Babamız, dedemiz döktüler al kan/ Hudut boylarında can verip yatan/ Saygıyla anarız, şehit diyerek// Vatan aşkı ile çalışan kafa/ Muhakkak erişir öndeki safa/ Tesir nüfuz olur her bir tarafa/ Herkes onu büyük tanır severek// Olmak istiyorsan dünyada mesut/ Hakka halka yarayacak bir iş tut/ Çalıştır oğlunu, kızını okut/ İnsan olmak için okumak gerek// Vatan bizim, ülke bizim, el bizim/ Emin ol ki her çalışan kol bizim/ Ay yıldızlı bayrak bizim, mal bizim/ Söyle Veysel öğünerek, överek.”