Gençlerin ömürlük yanlışları

İnsanın zekâ seviyesi ne kadar yüksek olursa olsun, ne kadar çok okumuş, öğrenmiş olursa olsun, ne kadar gezmiş görmüş olursa olsun, belli bir deneyime kavuşmadan bakış açısı genişlemiyor. Ve ne kadar deneyim kazanırsa kazansın, insan hatâ yapan bir sistem. Fakat tek bir yanlış karar, bazen bütün bir ömrü hebâ etmekle eş değer! Evlilikte mal, para, zenginlik, lüks, keyif, eğlence kriterleri olamaz.

SENCE hatâların var mı?

Adımların hep sağlam mı? Ya da “Benim hatâlarım, benim tercihlerim” diyenlerden misin?

İlk soruya cevabın “Hayır!” ise, bu, ömürlük yanlışların ilkidir.

İkinci ve üçüncü soru cümlesini okuduktan sonra “Evet!” dediysen, bu da ömürlük yanlışlarda ilk ona girer.

Bu üç soruya da doğru cevabı vermek çok büyük önem taşıyor. Yoksa bir kısmını doğru cevaplayanlar da olacaktır. Meselâ, “Evet, hatâlarım var ama bunlar sadece beni ilgilendirir” diyerek ilk soruya gereken cevabı vermiş olacak, ama devamında her şeyi berbat edecek.

Sâbit bir sayı kadar kesin ki, hepimizin hatâları var, adımlarımız sağlam mı, emin olamayız ve yaptığımız her hatâ, bir başkasını ilgilendirecektir.

“Ömürlük yanlışlar” dediğimizde, eminim, herkesin aklına hemen birkaç başlık gelecektir. Meselâ yanlış eş seçimi kadar insanın ömrüne etki eden başka ne var ki? Tabiî inanç ve itikat konularını cepte kabul ederek bu tespiti yapıyorum. Zaten o hususa değinecek olursak ömürlük değil, “sonsuz” sıfatını kullanmak gerekir.

Hayatında dinî, millî ve kişisel değerlerde gerekli bir seviyeyi sağlamış her insan için, standart yol ayrımları bu yazının ana temasını oluşturacaktır.

“Yanlış evlilik” tamlamasının da ne kadar doğru olduğunu bilemedim açıkçası. Belki her kötü evlilik için farklı bir değerlendirme yapmak gerekir. Çünkü bazen her şey başta o kadar doğrudur ki… Sadece tercih yapanın kendiyle de sınırlı değildir bu… Çevresindeki herkes ve toplumsal normlar bakımından da son derece doğru görünen bir evliliktir. Fakat sonucu çok vahim olabilir. Bunları baştan kestirmek ve en doğru adımları atmak her zaman mümkün olamaz. Beşer şaşar. Hattâ bu, şaşmak kadar iradeye bağlı bir eylemle de olmayabilir.

Bazen evlilik, insanın imtihanı olabilir. Bazen çok tümsekli bir yol olabilir. Bazen de hayatının en pürüzsüz yolculuğu hâline gelebilir. Bir evliliğin kötü sonuçlanmış olması, kişinin hayatının hatâsını yaptığı anlamına da gelmez. Allah-u âlem, o deneyimi yaşaması gerekiyordur, kişiliğini tamamlamaya giden süreçte birtakım zorluklardan geçmesi lâzımdır, pek çok zorluğun yanında çok değerli şeyler de katabilir ömrüne… Bu ve benzer daha pek çok nedeni olabilir, bunları dışarıdan bir göz olarak anlamlandırmak şöyle dursun, yaşayanın kendisi için bile dogmatik bir çıkarım yapmak oldukça zor. Hesapların, plânların, beklentilerin ve matematiğin çok da karşılığı olmayan bir âlemdeyiz sonuçta…

Bir evlilik ne zaman ömürlük yanlışlar listesine dâhil olur? Madem doğru gibi görünen bir tercih bile hüsranla sonuçlanabiliyor, o zaman ömürlük hatâ olmasındaki kriter ne? Ya da biten her evlilik, ömürlük yanlış olarak mı ele alınmalı?

Hemen son soruya cevabı vermek istiyorum: Elbette hayır!

Ömürlük yanlış değil bu… Bu, “Su akar, yolunu bulur” dedikleri olay…

Ömürlük yanlış, çok daha farklı bir şey! Varılan sonuçtan ziyâde, tutulan yoldan kaynaklanıyor.

Özellikle de gençler için bazı duyguların henüz olgunlaşmamış olması, insanı hayatı boyunca ceremesini çekeceği cinsten yanlışlara götürebiliyor. En derin duygularla ailesini seven bir genç bile bu hatânın hemen bir adım gerisinde sayıyor. Her an yanlış bir adımla bu girdaba girebiliyor. Ben bu satırlarda buluşmak ümidi taşıdığım gençlere ve özellikle de genç kızlara birkaç hatırlatma yapmak ve aslında çok iyi bildikleri ama kendilerinden bile sakladıkları bazı cevher kıymetinde duyguları ayyuka çıkarmak istiyorum...

Gençlikte karar verme yetisinin verdiği gurur ve keyif duygusunu bastırmak oldukça zor olur. Özellikle de her bir yeni duygu, heyecan ve merak duygusu taşır ve kendini frenleyecek kadar güçlü bir irade henüz oluşmamıştır. Gerçi bazı insanlarda bu sistem ömür boyu oluşamayabiliyor yazık ki… Fakat en karakterli ve ahlâk sahibi bir genç insanda bile bu sistemin her gerektiği anda devreye sokulması oldukça zor. Özellikle de aileler tarafından yapılan her bir uyarı ve alârm, o insanda duvara çarpma etkisinden öteye geçemiyor.

Bu yüzden bazen dışarıdan birinin sözlerine ihtiyaç artıyor. Varsa şu an bu satırları okuyan bir genç, beni o dışarıdaki göz kabul ederse memnuniyet duyarım…

Şimdi en yoğun düşüncen, “hayatının yön haritasını belirleyecek bir zekâ ve deneyime sahip olduğun” yönünde; buna öyle gönülden inanıyor ve itibar ediyorsun ki en sevdiklerin, annen-baban dahi bunu zedeleyecek bir yönlendirme yaptığında anlaşılmadığın kanısına varıyorsun. Uyarıların haklı olup olmadığıyla ilgilenmiyor, sadece yapılan bu müdahalenin senin yetki alanına destursuz giriş yapmak olduğunu zannediyorsun.

O kadar doğru düşünüp doğru hissettiğin hâlde, bu baskıcı müdahale de nereden icap ediyor, değil mi?

Senin hayatını etkileyecek kararları sen alamıyorsan, yaşamanın ne anlamı var? Hem ailen seni bu kadar seviyorsa, neden senin mutlu olmanı istemiyorlar? Sen bir karar veriyorsun, buna karşı çıkarken ne hissettiğini hiç mi düşünmüyorlar? Sorular yığınla…

Fakat bu soruları soruyor olmanın sebepleri var. Şöyle ki…

Düşünce kanalların dar, henüz genişleyecek kadar çok şey yaşamadın çünkü. Uzağı göremiyorsun, melekelerin o kadar gelişkin değil. Sebep-sonuç sentezin için kullandığın veriler kısıtlı, birikiminde kendini önceleyen birkaç data dışında pek bir şey yok. Fakat bunlar eksiklik değil, zaman içinde genişleme ve yayılma gösterecek olan şeyler. Her insanda var olan fakat yaş ve yaşamakla paralel artan kabiliyetler…

Meselâ ailenin en zekisi ve en kültürlüsü olabilirsin. Fakat bu sana anne-babandan daha öteyi ve derini görme becerisi katmıyor yazık ki…

Seviyorsun, değil mi? O insanda kimsenin göremediği şeyler görüyorsun. Hattâ sık sık üzülüyor, yıpranıyor ama vazgeçemiyorsun. Kalbinin sesini dinlemek istiyorsun. Fakat ailen karşı çıkıyor. Seni anlamıyorlar. Senin böyle mutlu olacağını bir an durup düşünmüyorlar. Ya da sadece at gözlüğüyle bakıyorlar. Hem yaşları da geçkin, gençlerin his dünyasına bir hayli uzaklar… Bu cümleleri kuruyor ve ailenle çatışıyorsan, yapman gereken şey çok basit: Bazı değerler belirlemeli ve o değerler üzerinden karar vermelisin. Bu değerler, ailenin karşı çıktığı insanda veya olguda varsa ve onlar buna rağmen karşı çıkıyorlarsa, sana ben de söz veriyorum ki, şöyle diyeceğim: “Ailen yanılıyor, sen doğru yoldasın.”

Öncelikle ne hissettiğini şimdilik rafa kaldır. Çünkü hisler, özellikle de ömrün ilkbaharındaki hisler, genellikle ömürlük yanlışlara bulaşmanın aslî sebebidir. Hem sonra yine raftan alır, kullanırsın. Şimdilik, en azından bu yazı boyunca hissettiklerini yok saymalıyız ki daha adaletli bir sonuca varabilelim...

Sonra ailenin bu konu dışındaki tüm yanlışlarını bir kenara bırak! Çünkü her ne kadar anne-baba da olsalar hem insanî eksikleri, hem de sana karşı yanlış davranışları muhakkak vardır. Ve bu davranışlar sende bir duygu birikimi yapar ve ömrünün her karar aşamasında onların sözleri ve yargıları senin gözünde değersizleşir. Bu hiç adaletli değil. Ama duygular ağır basar. Anne-babanın sana karşı bir yanlışı, diğer tüm sözlerine mesafeli olmanı sağlar. Bu da gençliğin verdiği hoyratlıktan ileri gelir fakat bunu gençlikte keşfetmek oldukça zordur.

Evleneceğin kişi, gitmek istediğin bir yer, olmak istediğin kişi gibi bir karar aşamasındasın. Ailen buna karşı çıkıyor ve sen, anlaşılmadığından şikâyetçisin. Haklı da olabilirsin. Ama ailen de haklı olabilir. Ve tam bu noktada, senin kendini haklı görüyor olman, hormonlarının ve dar bakış alanının yarattığı bir yanılsamadır. Bu yanılsamayı geçip ömrünce sana en fayda sağlayacak kararı vermen gerekiyor.

Öyleyse yazı bitene kadar benimle kal, sonra yine istediğini yap!

Hisleri rafa kaldırdık. Ailenin diğer tüm eksik ve kusurlarını konu dışı bıraktık. Seçtiğin kişi ya da şeyi neden seçtiğini, onda ne gibi güzellikler gördüğünü şimdilik es geçmek zorundayız. Çünkü bu da senin duygunun var ettiği süslemeler olarak çoğunlukla yanlıştır. Sen, aslında hiçbir sebep yokken, sadece öyle hissettiğin için öyle hissediyor olabilirsin.

Ama yine tekrar ediyorum: aslında çok da haklı olabilirsin…

Peki, bunu nasıl anlayacağız?

Ben sana değişmez, sarsılmaz, hatâ kabul etmez ve kişiye göre değişmez birkaç kriterden bahsedeceğim. Sen de seçtiğin olguyla bu kriterleri eşleştireceksin. Sonra ne senin, ne de ailenin şahsî görüşü önem taşıyacak.

Burada seni mutlu etmek hedefine en doğru yoldan gitmek için varız. En büyük yanlışlar “aşk ve sevgi” adı altında yapıldığına göre, biz de durumu bu hikâye üzerinden yürütebiliriz. Senin karar noktan çok başka bir konu üzerine de olabilir. Ama kriterler benzerlik gösterecektir.

Diyelim ki, ailenin karşı çıktığı biriyle evlenmek istiyorsun. Şu maddelere bir bak lütfen:

İmanlı mı?

Öyle lâfta bir imandan bahsetmiyorum. Lâfta herkes her şeyin en güzeline sahiptir. Kendini birkaç sözünden yola çıkarak kandırma! İmanlıysa, o imanı anlatan bilgisi olmalı. Ona göre davranmaya gayret eden bir kaygısı… Kimse hiçbir şeyi mükemmel yapamaz elbette ama sırf öyle diyor diye öyle kabul edersen, yanılırsın. İmansız biriyle evlenirsen de ömründe adalet, saygı ve merhamet görmen oldukça zor.

Merhametli mi?

Bir insanda merhamet azsa; sana iyi bir eş olmasını, çocuklarına iyi bir anne/baba olmasını, senin ailene değer vermesini bekleme. Merhametin olmadığı bir evlilikte, günden güne içinin çürüyeceğini de unutma. Kızdığında, kırdığında gönül yapmayı bilmeyen bir insanla ömrünü huzur içinde geçireceğin yanılgısına düşme. “Evlenince değişir” sözünü de hâfızandan tamamen sil! İnsanlar değişir ama bu, senin öngörebileceğin bir şey değildir. Bunu kimse öngöremez. Hattâ bazen değişim iyi yönde değil, kötü yönde vuku bulur. Merhametini sana olan tavrından ölçmeye kalkarsan, yanılırsın. Orada zorlayıcı bir davranış biçimi daha baskın olacaktır. Önce bir bak; kendi anne-babasına merhametli mi, yoldaki insana, iş yerindekilere, okuldakilere ve diğerlerine…

Saygılı mı?

Saygı her şeydir. Fakat yine anlamı kaçırmamak lâzım. Sana karşı saygısı elbette çok mühim. Fakat yine evlenmeden önce rol yapılabilecek bir alan... Bir insanın kendi ailesine saygısı, ileride kuracağı ailede yaşatacağı saygı miktarını belirlemede öncüldür. Sonra yine diğer insanlara, hiç tanımadıklarına ve nicesine…

İbâdet ediyor mu?

Şöyle dediğini duyar gibiyim: “Evlenince ben ona öğretirim.” Bana sakın ihtimâllerden bahsetme. İnsan, hayatını ihtimâller üzerine kurarsa hem yanılır, hem yorulur. Hem bütün ibâdetlerden de bahsetmiyorum. Ama bir tek ibâdeti bile yaptığını görmüyorsan, duymuyorsan, “Ondan kork!” derim.

Edepli mi?

Hiç kadın/erkek ayrımının mevzubahis olmadığı bir konudur “edep”. Büyüğüne laubali konuşandan, oturup kalkmasını bilmeyenden, her şeyi her ortamda söyleyenden, hatâsından utanmayandan ne eş olur, ne anne/baba. Yarın evlenince de en edep dışı sözleri, tavırları gördüğünde “Neden?” diye sormaman gerekir. Bu edep, öyle es geçilir bir kriter değildir. Kendi anne-babasına edebi olmayan biri, yarın senin ailene karşı da sınırları rahatlıkla aşacaktır. Ama bunu evlenmeden önce yapmak gibi bir gaflete düşmez, emin ol!

Kötü alışkanlığı var mı?

Kötü alışkanlık başlığında çok şey sayılabilir. Fakat herhangi bir şeye aşırı bir meyli varsa insanın, burada iman, irade ve ahlâk zayıflığı kaçınılmazdır. Günah ve haramlara meyilli bir insanın evlenince değişeceği yanılgısına düşersen, vay hâline! Değişip değişmeyeceğini bilemeyeceğimiz gibi, hangi yönde değişeceğini de bilemeyiz. O hâlde biz, elimizdeki duruma bakarak bir yargıya varmak zorundayız. Bir maddeye bağımlıysa, bir davranışa, bir eğlenceye ya da teknolojik bir alete aşırı düşkünse, “Ömrünü bir cenderenin içine sokmak için zorlama!” derim. Bu tip şeyler aileden gelen ve çok zor değişen ârızalardır. Daha baştan yıpratıcı bir mücadeleye girmenin ve bunu yaparken anne-babanı ezip geçmenin hiçbir mantıklı açıklaması olamaz.

Kitap okuyor mu?

Çok marjinal gelmedi, değil mi? Fakat okumayan insan, gelişmiyor demektir. Gelişmeyen insan da asla yerinde saymaz, yaş aldıkça geriye gider. Çünkü karar ve hareket alanı genişleyecek, bilgi ve görgüsü o nispette küçülecektir. Beş yaş aklının ve bilgisinin 30’larında yetmeyeceği ne kadar mantıklıysa, okumayan, araştırmayan bir insanın da evlilikte aciz kalacağı aşikârdır.

Ailen neden karşı çıkıyor?

Bir insanın bu saydığım maddeleri de aşan eksikleri olabilir. Ya da bütün bu ârızalar onda hiç bulunmayabilir. Fakat Allah, anne-babaların görüşünü ve hissedişini evlâtların faydasına göre düzenler. Burada biraz tevekkül gerekiyor. Ailene karşı çıkmak ve anlaşılmamaktan şikâyet etmek yerine, bir de sen anlamaya çalış. Ailenin maddelerini öğren. Çünkü inan bana, dünya üzerinde hiçbir aşk, dostluk ve benzeri sevgi barınağı, anne-babanın evlâdına olan sevgisini geçemez. Onların öngörüsüne hiçbir profesör yetişemez. Hiçbir bilim, bir annenin hissinden daha gerçek sonuçlar veremez. Bunlar Allah’tan bahşedilen özellikler…

Sonuç olarak; insanın zekâ seviyesi ne kadar yüksek olursa olsun, ne kadar çok okumuş, öğrenmiş olursa olsun, ne kadar gezmiş görmüş olursa olsun, belli bir deneyime kavuşmadan bakış açısı genişlemiyor. Ve ne kadar deneyim kazanırsa kazansın, insan hatâ yapan bir sistem.

Fakat tek bir yanlış karar, bazen bütün bir ömrü hebâ etmekle eş değer! Evlilikte mal, para, zenginlik, lüks, keyif, eğlence kriterleri olamaz. Bunlar hem değişken verilerdir, hem de asla öncelikli değildir. Sâbit değerler üzerinden bir hayat çizmek lâzım. Bunlarsa iman, ahlâk, edep, sevgi, saygı, merhamet, hoşgörü ve benzeri, elle tutulmaz şeylerdir.

Evlenirken bunları aramayan insan, evlendikten sonra son nefese kadar bunlara hasret kalır. Bu, gerçekten bir matematik işlemi kadar net sonuçlar verir. Asla bu saydığım maddeleri taşımayan bir insanın mutluluk verdiği görülmemiştir. Diyen varsa da yalan söyler!

Sosyal medyada yansıtılan o çok mutlu hayat profillerinin ardında nice gözyaşlarının, kavgaların ve umutsuzluğun saklandığı gerçeği gibi…