SENCE hatâların var mı?
Adımların
hep sağlam mı? Ya da “Benim hatâlarım,
benim tercihlerim” diyenlerden misin?
İlk
soruya cevabın “Hayır!” ise, bu, ömürlük yanlışların ilkidir.
İkinci
ve üçüncü soru cümlesini okuduktan sonra “Evet!” dediysen, bu da ömürlük
yanlışlarda ilk ona girer.
Bu
üç soruya da doğru cevabı vermek çok büyük önem taşıyor. Yoksa bir kısmını
doğru cevaplayanlar da olacaktır. Meselâ, “Evet,
hatâlarım var ama bunlar sadece beni ilgilendirir” diyerek ilk soruya
gereken cevabı vermiş olacak, ama devamında her şeyi berbat edecek.
Sâbit
bir sayı kadar kesin ki, hepimizin hatâları var, adımlarımız sağlam mı, emin
olamayız ve yaptığımız her hatâ, bir başkasını ilgilendirecektir.
“Ömürlük
yanlışlar” dediğimizde, eminim, herkesin aklına hemen birkaç başlık gelecektir.
Meselâ yanlış eş seçimi kadar insanın ömrüne etki eden başka ne var ki? Tabiî
inanç ve itikat konularını cepte kabul ederek bu tespiti yapıyorum. Zaten o
hususa değinecek olursak ömürlük değil, “sonsuz” sıfatını kullanmak gerekir.
Hayatında
dinî, millî ve kişisel değerlerde gerekli bir seviyeyi sağlamış her insan için,
standart yol ayrımları bu yazının ana temasını oluşturacaktır.
“Yanlış
evlilik” tamlamasının da ne kadar doğru olduğunu bilemedim açıkçası. Belki her
kötü evlilik için farklı bir değerlendirme yapmak gerekir. Çünkü bazen her şey
başta o kadar doğrudur ki… Sadece tercih yapanın kendiyle de sınırlı değildir
bu… Çevresindeki herkes ve toplumsal normlar bakımından da son derece doğru
görünen bir evliliktir. Fakat sonucu çok vahim olabilir. Bunları baştan
kestirmek ve en doğru adımları atmak her zaman mümkün olamaz. Beşer şaşar.
Hattâ bu, şaşmak kadar iradeye bağlı bir eylemle de olmayabilir.
Bazen
evlilik, insanın imtihanı olabilir. Bazen çok tümsekli bir yol olabilir. Bazen
de hayatının en pürüzsüz yolculuğu hâline gelebilir. Bir evliliğin kötü sonuçlanmış
olması, kişinin hayatının hatâsını yaptığı anlamına da gelmez. Allah-u âlem, o
deneyimi yaşaması gerekiyordur, kişiliğini tamamlamaya giden süreçte birtakım
zorluklardan geçmesi lâzımdır, pek çok zorluğun yanında çok değerli şeyler de
katabilir ömrüne… Bu ve benzer daha pek çok nedeni olabilir, bunları dışarıdan
bir göz olarak anlamlandırmak şöyle dursun, yaşayanın kendisi için bile
dogmatik bir çıkarım yapmak oldukça zor. Hesapların, plânların, beklentilerin
ve matematiğin çok da karşılığı olmayan bir âlemdeyiz sonuçta…
Bir
evlilik ne zaman ömürlük yanlışlar listesine dâhil olur? Madem doğru gibi
görünen bir tercih bile hüsranla sonuçlanabiliyor, o zaman ömürlük hatâ
olmasındaki kriter ne? Ya da biten her evlilik, ömürlük yanlış olarak mı ele
alınmalı?
Hemen
son soruya cevabı vermek istiyorum: Elbette hayır!
Ömürlük
yanlış değil bu… Bu, “Su akar, yolunu
bulur” dedikleri olay…
Ömürlük
yanlış, çok daha farklı bir şey! Varılan sonuçtan ziyâde, tutulan yoldan
kaynaklanıyor.
Özellikle
de gençler için bazı duyguların henüz olgunlaşmamış olması, insanı hayatı
boyunca ceremesini çekeceği cinsten yanlışlara götürebiliyor. En derin
duygularla ailesini seven bir genç bile bu hatânın hemen bir adım gerisinde
sayıyor. Her an yanlış bir adımla bu girdaba girebiliyor. Ben bu satırlarda
buluşmak ümidi taşıdığım gençlere ve özellikle de genç kızlara birkaç
hatırlatma yapmak ve aslında çok iyi bildikleri ama kendilerinden bile
sakladıkları bazı cevher kıymetinde duyguları ayyuka çıkarmak istiyorum...
Gençlikte
karar verme yetisinin verdiği gurur ve keyif duygusunu bastırmak oldukça zor
olur. Özellikle de her bir yeni duygu, heyecan ve merak duygusu taşır ve
kendini frenleyecek kadar güçlü bir irade henüz oluşmamıştır. Gerçi bazı
insanlarda bu sistem ömür boyu oluşamayabiliyor yazık ki… Fakat en karakterli
ve ahlâk sahibi bir genç insanda bile bu sistemin her gerektiği anda devreye
sokulması oldukça zor. Özellikle de aileler tarafından yapılan her bir uyarı ve
alârm, o insanda duvara çarpma etkisinden öteye geçemiyor.
Bu
yüzden bazen dışarıdan birinin sözlerine ihtiyaç artıyor. Varsa şu an bu
satırları okuyan bir genç, beni o dışarıdaki göz kabul ederse memnuniyet
duyarım…
Şimdi
en yoğun düşüncen, “hayatının yön haritasını belirleyecek bir zekâ ve deneyime
sahip olduğun” yönünde; buna öyle gönülden inanıyor ve itibar ediyorsun ki en
sevdiklerin, annen-baban dahi bunu zedeleyecek bir yönlendirme yaptığında
anlaşılmadığın kanısına varıyorsun. Uyarıların haklı olup olmadığıyla
ilgilenmiyor, sadece yapılan bu müdahalenin senin yetki alanına destursuz giriş
yapmak olduğunu zannediyorsun.
O
kadar doğru düşünüp doğru hissettiğin hâlde, bu baskıcı müdahale de nereden
icap ediyor, değil mi?
Senin
hayatını etkileyecek kararları sen alamıyorsan, yaşamanın ne anlamı var? Hem
ailen seni bu kadar seviyorsa, neden senin mutlu olmanı istemiyorlar? Sen bir
karar veriyorsun, buna karşı çıkarken ne hissettiğini hiç mi düşünmüyorlar?
Sorular yığınla…
Fakat
bu soruları soruyor olmanın sebepleri var. Şöyle ki…
Düşünce
kanalların dar, henüz genişleyecek kadar çok şey yaşamadın çünkü. Uzağı
göremiyorsun, melekelerin o kadar gelişkin değil. Sebep-sonuç sentezin için
kullandığın veriler kısıtlı, birikiminde kendini önceleyen birkaç data dışında
pek bir şey yok. Fakat bunlar eksiklik değil, zaman içinde genişleme ve yayılma
gösterecek olan şeyler. Her insanda var olan fakat yaş ve yaşamakla paralel
artan kabiliyetler…
Meselâ
ailenin en zekisi ve en kültürlüsü olabilirsin. Fakat bu sana anne-babandan
daha öteyi ve derini görme becerisi katmıyor yazık ki…
Seviyorsun,
değil mi? O insanda kimsenin göremediği şeyler görüyorsun. Hattâ sık sık
üzülüyor, yıpranıyor ama vazgeçemiyorsun. Kalbinin sesini dinlemek istiyorsun. Fakat
ailen karşı çıkıyor. Seni anlamıyorlar. Senin böyle mutlu olacağını bir an
durup düşünmüyorlar. Ya da sadece at gözlüğüyle bakıyorlar. Hem yaşları da
geçkin, gençlerin his dünyasına bir hayli uzaklar… Bu cümleleri kuruyor ve
ailenle çatışıyorsan, yapman gereken şey çok basit: Bazı değerler belirlemeli
ve o değerler üzerinden karar vermelisin. Bu değerler, ailenin karşı çıktığı
insanda veya olguda varsa ve onlar buna rağmen karşı çıkıyorlarsa, sana ben de
söz veriyorum ki, şöyle diyeceğim: “Ailen yanılıyor, sen doğru yoldasın.”
Öncelikle
ne hissettiğini şimdilik rafa kaldır. Çünkü hisler, özellikle de ömrün
ilkbaharındaki hisler, genellikle ömürlük yanlışlara bulaşmanın aslî sebebidir.
Hem sonra yine raftan alır, kullanırsın. Şimdilik, en azından bu yazı boyunca
hissettiklerini yok saymalıyız ki daha adaletli bir sonuca varabilelim...
Sonra
ailenin bu konu dışındaki tüm yanlışlarını bir kenara bırak! Çünkü her ne kadar
anne-baba da olsalar hem insanî eksikleri, hem de sana karşı yanlış
davranışları muhakkak vardır. Ve bu davranışlar sende bir duygu birikimi yapar
ve ömrünün her karar aşamasında onların sözleri ve yargıları senin gözünde
değersizleşir. Bu hiç adaletli değil. Ama duygular ağır basar. Anne-babanın
sana karşı bir yanlışı, diğer tüm sözlerine mesafeli olmanı sağlar. Bu da
gençliğin verdiği hoyratlıktan ileri gelir fakat bunu gençlikte keşfetmek
oldukça zordur.
Evleneceğin
kişi, gitmek istediğin bir yer, olmak istediğin kişi gibi bir karar
aşamasındasın. Ailen buna karşı çıkıyor ve sen, anlaşılmadığından şikâyetçisin.
Haklı da olabilirsin. Ama ailen de haklı olabilir. Ve tam bu noktada, senin
kendini haklı görüyor olman, hormonlarının ve dar bakış alanının yarattığı bir
yanılsamadır. Bu yanılsamayı geçip ömrünce sana en fayda sağlayacak kararı
vermen gerekiyor.
Öyleyse
yazı bitene kadar benimle kal, sonra yine istediğini yap!
Hisleri
rafa kaldırdık. Ailenin diğer tüm eksik ve kusurlarını konu dışı bıraktık.
Seçtiğin kişi ya da şeyi neden seçtiğini, onda ne gibi güzellikler gördüğünü
şimdilik es geçmek zorundayız. Çünkü bu da senin duygunun var ettiği süslemeler
olarak çoğunlukla yanlıştır. Sen, aslında hiçbir sebep yokken, sadece öyle
hissettiğin için öyle hissediyor olabilirsin.
Ama
yine tekrar ediyorum: aslında çok da haklı olabilirsin…
Peki,
bunu nasıl anlayacağız?
Ben
sana değişmez, sarsılmaz, hatâ kabul etmez ve kişiye göre değişmez birkaç
kriterden bahsedeceğim. Sen de seçtiğin olguyla bu kriterleri eşleştireceksin.
Sonra ne senin, ne de ailenin şahsî görüşü önem taşıyacak.
Burada
seni mutlu etmek hedefine en doğru yoldan gitmek için varız. En büyük yanlışlar
“aşk ve sevgi” adı altında yapıldığına göre, biz de durumu bu hikâye üzerinden
yürütebiliriz. Senin karar noktan çok başka bir konu üzerine de olabilir. Ama
kriterler benzerlik gösterecektir.
Diyelim
ki, ailenin karşı çıktığı biriyle evlenmek istiyorsun. Şu maddelere bir bak
lütfen:
İmanlı mı?
Öyle
lâfta bir imandan bahsetmiyorum. Lâfta herkes her şeyin en güzeline sahiptir.
Kendini birkaç sözünden yola çıkarak kandırma! İmanlıysa, o imanı anlatan
bilgisi olmalı. Ona göre davranmaya gayret eden bir kaygısı… Kimse hiçbir şeyi
mükemmel yapamaz elbette ama sırf öyle diyor diye öyle kabul edersen,
yanılırsın. İmansız biriyle evlenirsen de ömründe adalet, saygı ve merhamet
görmen oldukça zor.
Merhametli mi?
Bir
insanda merhamet azsa; sana iyi bir eş olmasını, çocuklarına iyi bir anne/baba
olmasını, senin ailene değer vermesini bekleme. Merhametin olmadığı bir
evlilikte, günden güne içinin çürüyeceğini de unutma. Kızdığında, kırdığında
gönül yapmayı bilmeyen bir insanla ömrünü huzur içinde geçireceğin yanılgısına
düşme. “Evlenince değişir” sözünü de hâfızandan tamamen sil! İnsanlar değişir
ama bu, senin öngörebileceğin bir şey değildir. Bunu kimse öngöremez. Hattâ
bazen değişim iyi yönde değil, kötü yönde vuku bulur. Merhametini sana olan tavrından
ölçmeye kalkarsan, yanılırsın. Orada zorlayıcı bir davranış biçimi daha baskın
olacaktır. Önce bir bak; kendi anne-babasına merhametli mi, yoldaki insana, iş
yerindekilere, okuldakilere ve diğerlerine…
Saygılı mı?
Saygı
her şeydir. Fakat yine anlamı kaçırmamak lâzım. Sana karşı saygısı elbette çok
mühim. Fakat yine evlenmeden önce rol yapılabilecek bir alan... Bir insanın
kendi ailesine saygısı, ileride kuracağı ailede yaşatacağı saygı miktarını
belirlemede öncüldür. Sonra yine diğer insanlara, hiç tanımadıklarına ve
nicesine…
İbâdet ediyor mu?
Şöyle
dediğini duyar gibiyim: “Evlenince ben ona öğretirim.” Bana sakın ihtimâllerden
bahsetme. İnsan, hayatını ihtimâller üzerine kurarsa hem yanılır, hem yorulur.
Hem bütün ibâdetlerden de bahsetmiyorum. Ama bir tek ibâdeti bile yaptığını
görmüyorsan, duymuyorsan, “Ondan kork!” derim.
Edepli mi?
Hiç
kadın/erkek ayrımının mevzubahis olmadığı bir konudur “edep”. Büyüğüne laubali
konuşandan, oturup kalkmasını bilmeyenden, her şeyi her ortamda söyleyenden, hatâsından
utanmayandan ne eş olur, ne anne/baba. Yarın evlenince de en edep dışı sözleri,
tavırları gördüğünde “Neden?” diye sormaman gerekir. Bu edep, öyle es geçilir
bir kriter değildir. Kendi anne-babasına edebi olmayan biri, yarın senin ailene
karşı da sınırları rahatlıkla aşacaktır. Ama bunu evlenmeden önce yapmak gibi
bir gaflete düşmez, emin ol!
Kötü alışkanlığı var mı?
Kötü
alışkanlık başlığında çok şey sayılabilir. Fakat herhangi bir şeye aşırı bir
meyli varsa insanın, burada iman, irade ve ahlâk zayıflığı kaçınılmazdır. Günah
ve haramlara meyilli bir insanın evlenince değişeceği yanılgısına düşersen, vay
hâline! Değişip değişmeyeceğini bilemeyeceğimiz gibi, hangi yönde değişeceğini
de bilemeyiz. O hâlde biz, elimizdeki duruma bakarak bir yargıya varmak
zorundayız. Bir maddeye bağımlıysa, bir davranışa, bir eğlenceye ya da
teknolojik bir alete aşırı düşkünse, “Ömrünü bir cenderenin içine sokmak için
zorlama!” derim. Bu tip şeyler aileden gelen ve çok zor değişen ârızalardır.
Daha baştan yıpratıcı bir mücadeleye girmenin ve bunu yaparken anne-babanı ezip
geçmenin hiçbir mantıklı açıklaması olamaz.
Kitap okuyor mu?
Çok
marjinal gelmedi, değil mi? Fakat okumayan insan, gelişmiyor demektir.
Gelişmeyen insan da asla yerinde saymaz, yaş aldıkça geriye gider. Çünkü karar
ve hareket alanı genişleyecek, bilgi ve görgüsü o nispette küçülecektir. Beş
yaş aklının ve bilgisinin 30’larında yetmeyeceği ne kadar mantıklıysa, okumayan,
araştırmayan bir insanın da evlilikte aciz kalacağı aşikârdır.
Ailen neden karşı çıkıyor?
Bir
insanın bu saydığım maddeleri de aşan eksikleri olabilir. Ya da bütün bu ârızalar
onda hiç bulunmayabilir. Fakat Allah, anne-babaların görüşünü ve hissedişini
evlâtların faydasına göre düzenler. Burada biraz tevekkül gerekiyor. Ailene
karşı çıkmak ve anlaşılmamaktan şikâyet etmek yerine, bir de sen anlamaya
çalış. Ailenin maddelerini öğren. Çünkü inan bana, dünya üzerinde hiçbir aşk,
dostluk ve benzeri sevgi barınağı, anne-babanın evlâdına olan sevgisini
geçemez. Onların öngörüsüne hiçbir profesör yetişemez. Hiçbir bilim, bir
annenin hissinden daha gerçek sonuçlar veremez. Bunlar Allah’tan bahşedilen
özellikler…
Sonuç
olarak; insanın zekâ seviyesi ne kadar yüksek olursa olsun, ne kadar çok
okumuş, öğrenmiş olursa olsun, ne kadar gezmiş görmüş olursa olsun, belli bir
deneyime kavuşmadan bakış açısı genişlemiyor. Ve ne kadar deneyim kazanırsa
kazansın, insan hatâ yapan bir sistem.
Fakat
tek bir yanlış karar, bazen bütün bir ömrü hebâ etmekle eş değer! Evlilikte
mal, para, zenginlik, lüks, keyif, eğlence kriterleri olamaz. Bunlar hem
değişken verilerdir, hem de asla öncelikli değildir. Sâbit değerler üzerinden
bir hayat çizmek lâzım. Bunlarsa iman, ahlâk, edep, sevgi, saygı, merhamet,
hoşgörü ve benzeri, elle tutulmaz şeylerdir.
Evlenirken
bunları aramayan insan, evlendikten sonra son nefese kadar bunlara hasret
kalır. Bu, gerçekten bir matematik işlemi kadar net sonuçlar verir. Asla bu
saydığım maddeleri taşımayan bir insanın mutluluk verdiği görülmemiştir. Diyen
varsa da yalan söyler!
Sosyal medyada yansıtılan o çok mutlu hayat profillerinin ardında nice gözyaşlarının, kavgaların ve umutsuzluğun saklandığı gerçeği gibi…