Genç

Ey genç, yirmi dört saatin içinde bir saat olsun, kendine bir randevu ver! Sorgula yaşamını, sorgula yaşananları, sorgula gitmekte olduğun yolu. Geçip gitme öyle, ne olur!

GENÇLİĞİMİZ kayıp, geleceğimiz belirsiz. Deli dolu ciğerpâreler şimdilerde sessiz. Çağlar açıp kapayan yürekler bir küçük telefonun işgalinde. Beyin bilimi ile uğraşan insanlarımıza sesleniyorum buradan: Araştırmalarınız sadece bir makale yayımlamak için mi? Koca bir toplumu yutan teknoloji çağının nasıl bir beyin hasarı yaptığını ve acilen alınması gereken tedbirleri ne zaman açıklayacaksınız?

Kendini bilmeyen insanın, kendi kayboluşundan, akıntıya kapılıp fert fert döküldüğünden hiç mi haberi yok? Masal dinlemeden büyümekte birçok nesil. Ne büyük bir kayıp! Hayâl gücü gelişmeyen, rüyalarına koşmayan, devlerle çarpışıp masal masal gezmeyen bir çocuk, kayıp bir çocuk ve kayıp bir büyüktür.

İnsan coşku, heyecan ve merak ile yol alır, basamak atlar. Merak, heyecan ve kısaca yaşam enerjimizi kaybettik. Birbirimizi kaybettik.

Yapılması gereken çok işimiz var. Görmeyen gözlerimizin görmesi, kulaklarımızın duyması ve kalplerimizin işitmeye başlaması gerek artık. Bunun için acilen bütün meşguliyetlerimize bir ara vermeliyiz. Editörler yedi gün yirmi dört saat okuyup yazmak zorunda; yöneticiler öyle, bakanlar öyle… Esnafı, ev hanımı, öğretmeni, doktoru, boşta gezeni bile yedi gün yirmi dört saat dolu… Ne kendine, ne bir başkasına farkındalıklı ve faydalı bir vakit ayırma niyeti içinde.

Vakit yok vakit! İş, para, övgü, unvan kazanmak için, televizyon için, seyahat için, çeşitli sorumluluklarımız için vakit var. İnsan kazanmak için vakit yok. İnsana yatırımı konuşur mu Merkez Bankası kalpler bu niyete endekslenmeyince?

Hani nerede o teknolojinizin faydaları; birçok işimizi yaparak bize vakit ayıracaktı bilgisayarlar ve de arabalar, uçaklar, hızlı trenler bizi hızlıca varış yerine uçuracaktı da bize zaman kalacaktı? Hani cep telefonlarımız hızlıca bizi tüm insanlığa bağlayacaktı da her an her şeyi yazabilecek, paylaşabilecek, birbirimize vakit ayırabilecektik? Bir kuru Watzap mesajına kaldık! İçinde duygu yok, ruh yok, ilham yok…

Medya, televizyon ve teknoloji, Allah aşkına, ne zaman bizim özümüze hizmet etmeye başlayacak? Beyin ve gönül yıkan program ve yapımlara kim “Dur” diyecek? Düşünüyorum da, medya neler yapmazdı ki… Yeni bir çağı açmak o kadar kolay olurdu ki… Öyle özel yapımlar yapılabilir ve o yapımlarda milletimin özü canlandırılıp coşturulabilirdi ki... Genç ve yeni nesil meraklı, heyecanlı kâşiflere, büyüklerimiz araştırmacı ruhlara, yaşlılarımız bilgelik yolculuklarına çıkabilir, kısaca insanlık el ele tutturulabilirdi.

Buradan Millî Eğitim Bakanlığımıza sesleniyorum: Bir program hazırlayın; bütün bilim adamlarımız, sanatçılarımız, yazarlar, öğretmenler, doktorlar, işçisi ve ev hanımıyla sürece dâhil edilerek, buluşturularak, kaynaştırılarak ve nihâyetinde toplum için toplumun inşâsına yönelik adımlar atılarak büyük yol kat edilebilir. Daha anasınıfı ve ilkokul birinci sınıftan başlayan bilgi yükleme baskısını aşmalıyız. Kendini tanımayan, kişiliği inşâ olmamış, beynini nasıl kontrol edip kullanacağını bilemeyen, iletişim dilini öğrenmemiş, davranış bilimini bilemeyecek tâze zihinlere bilgi bombardımanı yapıp da karşılığında tablet bilgisayar mı bekliyorsunuz? Hâricî disk yapmaya mı çalışıyorsunuz çocuklarımızı?

Güzel konuşan, güzel yazan gençler gerek

Allah aşkına, biraz toplumun içine girip araştırın. Bazı insanlar ve bazı kurslar var, buralarda birtakım öğretiler yapılıyor. Konuşma ve hitabet sanatını öğreniyorlar ki nasıl etkili konuşabilir, nasıl içindeki bilgiyi düzenleyip karşı tarafa etkili sunabilir diye. Beden dili eğitimi var bazı kurslarda. Beden dili çok şey anlatır. Duyguları, düşünceleri yansıtır. İletişimde olmazsa olmazdır; insana hislerini tanıtır, insan okumayı öğretir, bedeninin sesini duyar. Bir seminerde konuşmacı daha konuşmaya başlamadan, topluluk konuşmacıdan bir şeyler almaya başlamıştır. Daha en baştan beden dili yüzünden o konuşma bitmiş olabilir.

Sonra diksiyon var. Konuşmak bize göre alelâde bir şey. Ne var ki? Konuş gitsin! Hayır! Dilin bir bilimi var. Harflere sesi giydirmenin teknikleri var. “Sesi eğitmek” diye bir şey var. Evet, aklınıza geldi, değil mi? Hani şu dizide bir seslendirme vardı. Aman Allah’ım, ne tatlı bir ses tonuydu! Rûha işleyen ne etkili bir rengi vardı, değil mi? “Hep dinlesem bu sesi” dediğiniz, belki de sesin sahibini bile merak etmediğiniz ama büyülendiğiniz o ses, bir eğitimden geçti işte!

Yazmayı bilmek yetiyor mu etkili yazılar oluşturmak için? Asla! Yazarlık benim en büyük rüyalarımdan biri. Üstünde ismim olan bir kitaba sarılmak, onunla yürüyüşe çıkmak, ara ara bakmak… İyi bir yazar olmak için kurslar bile yetersiz kalabiliyor, biliyor musunuz? Ömür boyu kursa gitseniz bile yetmeyebilir bu çok farklı, masalsı bir yol. Her seferinde farklı dokunuşlar yapabilmek için ilham kapılarını kullanabilmeyi öğrenmek gerekiyor. Başka dünyalara, galaksilere, rüyalara, bilgilere erişebilmelisiniz. Yazı ile arkadaş ve sırdaş olabilmelisiniz.

Kendinize çok değerli bir hediye vermek ister misiniz? O hâlde yazarlık için kendinize emek verin. Kazanacaklarınızın hesabı yok, inanın!

Okumak, iyi bir okuyucu olmak için bile eğitim almalısınız. Liderlik için, ustalık için, annelik ve babalık için eğitim almalıyız. Neden? İnsan bilmeyendir. Bilmek için vardır. Parçalamak için değil, parçaları birleştirmek için vardır.

Genç, sana sesleniyorum şimdi!

İçinde dağlar erir senin. Sen erime faydasız zaman ve uğraşlarda. Sen istersen içinde yollar açılır. Yollarını kapatma olan bitenin düşünceleriyle. İstersen, istediğin kişi olabilirsin. Başkasını taklit etme. Ordular yönetebilirsin. Sosyal medya esiri olma!

En güzel resim henüz yapılmadı, en güzel beste henüz çıkmadı. En güzel yemek fırında hâlâ. En iyi yönetici sahaya inmedi. Çünkü sen sahaya inmedin. Bir kararını bekler gökler, bir kararını bekler açılmak için yollar. Bir niyetine bakar kader.

Evet, biliyorum, “Bunlar imkân ve yetenek meselesi” dersin. Cesaret istersin, destek istersin, eğitim istersin. “Birileri beni yönlendirse ne güzel olurdu” dersin. “Bu zamanda zor bunlar” diyorsun, biliyorum. Çünkü yalnız kaldın. Kalabalıklardır en çok insanı yalnızlaştıran.

Sen içindeki ateşi canlı tut arkadaşım! Sen içindeki heyecanı canlı tut İnci Hanım, Ebru Hanım, Filiz Hanım, Emine Hanım, Feyza Hanım, Hilal Hanım, Hazel Hanım, Ayşe Hanım, Sema Hanım, Kübra Hanım, duygulu Duygu Hanım, Elif Hanım…

Sen, sana düşeni yap! İçinden ne yapmak geliyor, hangi sanat, hangi bilgi kategorisi, hangi alanlarda ilerlemek isterdin önce buna bir karar ver Ahmet Bey, Faruk Bey, Mehmet Bey… Sen yeter ki kalben iste, bana inan Arif Enes Bey, Fatih Bey, Demir Bey, Hakan Bey, Adnan Bey, Berk Bey, Onur Bey…

Bekleyin bizi, birlikte düzelteceğiz işleri. Önce yoluna koyacağız eğitim sistemini. Sayın Bakanımız ve ekibi elinden geleni yapıyor. Destek olacağız verilen emeklere…


Bir olan gençlik

Bekleyin bizi; sanatta, edebiyatta, akademide yeni yollar açacağız. Bekleyin bizi, imkânsızları başaracak ve uzaya, galaksilere yol alacağız. Bekleyin bizi, gençliğimize, çocuklarımıza sahip çıkacağız.

Nasıl mı inşâ edeceğiz yeni dünyayı, nasıl mı çıkacağız nesillerimize, geleceğimize? Bir araya gelerek...

Etrafınıza bakar mısınız? Kâinat nasıl da tek bir beden. El ele vermemiş tek bir parça göremezsiniz. Kâinatın belki de göremeyeceğimiz en uzak köşesindeki bir yıldız, bir karanlık noktanın, dünyamızdaki bir okyanusun en derinindeki bir kum tanesinin ile bir bağı, bağlantısı varken, bizim birbirimize bu kadar uzak olmamız yeter! Neden elinizi uzatmaya korkuyorsunuz? Haydi, herkes elini uzatsın bir diğerine!

Saygıdeğer yöneticilerim, toplumun her kesimi, medya! Hep beraber bir çalışma yapalım. Birlik olma, kalpten kalbe yol alma, insanı tanımlama ve değerler üzerine bir atılım yapalım. Şu âna kadar yapılmakta olan çok ciddî işlerimizin bize getirilerinin dünyayı ne hâle getirdiği ortada. İklimleri değiştirdik, kutupları erittik, kaç tür hayvanı katlettik, kaç nesli yitirdik… İçimizdeki çocuğu yetim bıraktık ve masalları unuttuk.

Yeter Allah aşkına! Zalimin zulmüne en güzel cevaptır iyinin şahlanışı. Haydi, ayağa kalk ulusum! Haydi, ayağa kalk insanlık!

Karanlık aydınlığı bekler. İnsan insanı bekler. Yüce Yaratıcı, bir niyetini bekler…

En çok da çocuklara üzülüyorum. Sadece savaşlara doğup, yitip gidenlere, yetimine öksüzüne, hasta ve aç kalmışına değil üzüntüm. Bir de zenginlik için kalbi fakir bırakılan çocuklar var. Anne ve babasının çalışması gerektiği için belli saatlerde yetim kalan, sesi kısılan, derdini anlatamayanı var. Öyle ki, sessiz çığlıkları dünyaları yıkacak da duyacak kalp olmayınca kalıyorlar ortada işte! Siz de etrafınızda, belki evinizde şâhit oluyorsunuz. Evdeki kişiler arası iletişimsizlikten, dengeli, sevgi dolu bağlar kurulamadığı için orta yere yayılan negatif elektriğin bu küçük yavrularımızı nasıl çarptığını, geleceklerini nasıl yıktığını bilirsiniz…

Yavaş yavaş öldürürüz masal kahramanı çocuklarımızı. Bir de kibirleniriz; “Bir an önce büyü de sorumluluk al! Bak, falancanın çocuğu neler yapıyor” diye kaşlarımızı çatarız. Eğitim mi? Alın size eğitimin âlâsı(!)… Her an yapmakta iseniz, hiçbir şey bile olsa bu. Durun! Kıyıya çıkıp arkanıza bir bakın: Ne yaşadınız, ne yaşattınız! Nasıl bir iz kalmış sizden geriye? Çevrenizdekiler sizinle ilgili ne hissediyor, gerçekten dürüst olun kendinize. Her ne görürseniz görün, eksiğiz her halükârda. Tamamlamak istemez misiniz kendinizi,  bulmak istemez misiniz çocukluğunuzu, kayıp kimliğinizi? Buldukça yükselmek istemez misiniz? Yaşamın mucizevî enerjisine tekrar kavuşmak istemez misiniz? Coşup çağlamak istemez misiniz? Paylaşmanın, bir olmanın inanılmaz gücünü anlayıp aileyi, toplumu, insanlığı yüceltmek istemez misiniz?

Gözlerinizin içine bakmaya korkan o minik bedenleri kazanmak ne güzel olurdu! Bir minik yüreği sarıp sarmalamak, ondan özür dilemek, varlığınızın her hücresine o kadar iyi gelirdi ki… Güzel olurdu içinizdeki derin kuyuya düşmüş çocuktan özür dilemek. Çekip çıkarmak ve kalan ömrünü kahkahalara, salıncaklara, araştırmaya, merak ve heyecana, daha güzel bir dünyanın inşasına harcamak… Dünyanın birçok bölgesinde yaşanan insanlık dramları insanı derin düşüncelere sevk ediyor, umutlarımızı tüketiyor. İnsan, aklını ve kalbini bu kadar kaybetmemeliydi. Ülkemizin kıymetini bilmek, sadece içimizde bir değer olarak değil, bütün bir insanlığa umut ışığı olması açısından da çok büyük önem arz ediyor.

Gençliğimize hizmet etmek, emek vermek, bir sorumluluktan çok daha ötede, bu milletin yükselen geleceğini işaret ediyor. Bir şeyler yapılıyor olsa da kesinlikle yetersiz. Hükûmetinizin, bakanlıkların, ilgili kuruluşların çabaları hep kapalı kapılar ardında. Yetkili kişilerin sınır çizgileri içinde. Sınırlar da sınırlar içinde. Aşılması gereken şey birkaç sorun değil; alışkanlıklar, medyanın kullanımı, teknolojinin esâreti, eğitimin kendi içinde sıkışmış döngüsü…

Toplumun özüne inilmeli. Toplum ancak, içinde kendisinin yüreğiyle bir bütün olarak katıldığı seferberlikle yükselişe geçecektir.

Ey genç, yirmi dört saatin içinde bir saat olsun, kendine bir randevu ver! Sorgula yaşamını, sorgula yaşananları, sorgula gitmekte olduğun yolu. Geçip gitme öyle, ne olur!