Genç kızlar ve aileleri (3)

Aşk kalbin yükünü tuttuğu bir yolculuk olsa da aklın ve izanın da bu işin içinde etkin rol oynayan aktörler olduğunu keşfetmek gerek.

SAYFALARCA ve bölümlerce yazarak bitirmenin çok mümkün olmadığı bir konu üzereyim. Hem öyle tek başlıkta ve dar bir zaviyeden ele alınacak cinsten de değil. Genç kızların ailevî problemleri hatalı kararlara, hatalı kararlar da bir ömrü “eyvah”a mahkûm eden çöküşlere zemin hazırlıyor.

Bazen aile içindeki sevgisizlik, şiddet, sürekli hor görme ve baskı bunun birincil etken maddesi olabilirken, bazen genç kızların ailesini yadsıma ve aile dışı bireyi yüceltme gayreti bu ahvalin en itici gücü olabiliyor. Her iki durumda da hem genç kız, hem aile büyük hasarlar alıyor. Yine de ben, genç kardeşlerime hitaba başlamadan aile boyutunda birkaç sürece değinmek istiyorum.

Evlâdına söz hakkı tanımadan konuşan, onu aşırı baskı altına alıp asgarî taleplerde bile önüne yasaklardan bir seri meydana getiren, hor gören ve zorla evlendirme gayretine giren aileler, bu üzücü akıbetleri kendi elleriyle hazırlamaktalar. Tamamen sürecin matematiğinden bahsetmeye çalışıyorum. Sebep-sonuç ilişkisi bazı durumlarda göz göre göre istenmeyen vasatları oluşturur. Bunu el yordamıyla meydana getiren ebeveyn ise sonuçtan duyduğu memnuniyetsizliğin yükünü sadece evlâda yükleyerek düzeltme yolunda da tek bir ilerleme kaydedemez.

Hâlbuki insan hatalı bir varlıktır. Anne-baba olmak, devlet idarecisi olmak, bir yerde müdür olmak ya da en üst rütbelere erişmiş bulunmak hatasızlık garanti etmez. Bu çıkarımdan hareketle, yaşça büyük olmanın ve anne-baba sıfatını üzerinde taşımanın rehavetine de kapılmamak lâzım. Var olan hataları saptamak, iyileşmeye giden yolda son derece lüzumlu.

Bir diğer mevzu da şu ki, çocukların büyük yanlışlara düşmeyecek bir bilinçte olması adına ailevî, dinî ve millî bağları sağlam tutmak, onlara sevgiyle yaklaşmak ve sevginin abâd edeceği güven duygusunda eğitmek gerekiyor. Fakat tüm bunlara rağmen gençlerin hatalı kararlar alabilme potansiyeli de göz önünde bulundurulmalı. Benim gözleme dayalı saptamam şu ki, bir ailede sevgi bağları, kulluk gayreti, iletişimde hatalara rağmen özverinin baskınlığı gibi aranan nitelikler varsa, o ailede yetişen bireylerin hata oranı ya daha düşük oluyor ya da hatadan dönüş yolları çok daha kısalıyor. Ama sıfır hata ebeveyn ve evlâtlar için hiçbir surette geçerli olmuyor. Sanırım bu anlattığım kısım da mantığın devrede olduğu yargıları içeriyor.

Gelelim genç kardeşlerime…

Bu yazıyı genç “kızlar” üzerine yazma kararımda en büyük etki, genç kızların “aşk” kavramına bakışlarındaki gedikleri fark etmiş olmam ve bu duygu-durumla genç kızların sınırları aşmadaki cesaretine endişeyle şahit olmamdır. Genç kızların aşkla tanışma süreçleri iki maya üzerinden şekilleniyor: Birinde genç kız ailesi ile çok büyük problemler yaşamıyor, ufak tefek ve ekarte edilebilir sorunlar olsa da ailevî bağlar sapasağlam duruyor ama en nihayetinde aileden uzaklaşılan bir dönemde (daha ziyade ergenlik ve sonrası) aşkla tanışmanın verdiği bir aykırı ruh hâli her zaman için varlığını koruyor. Bu durumda bile birtakım geleceğe etki edecek boyutta hatalar icra edilebiliyor. Fakat temeldeki ailevî bağlar, sevgiye ve imana dayalı taşıyıcı unsurlar, yıkımdan önceki sarsıntılarla çok büyük felâketler meydana gelmeden alarm veriyor. Ufak tefek döküntüler olsa da yenileme, kurtarma gibi telâfi yolları açık bulunuyor.

Bir diğer süreç ise, genç kızın ailevî bağlarının koptu kopacak bir raddeye geldiği ve kopuşu tamam edecek son hareketin beklendiği o yıkıcı vaziyet… Hiçbir dinî ve ailevî tutkunun kalbe işlenmediği, hiçbir değerin yüceltilmediği ve genç kızın da kendini değerli hissetmediği aile ortamında zaten sevginin incecik bir zar gibi yok oluşa meylettiği durumlarda aşk duygusuyla tanışan genç kız için artık iki ihtimâlden söz etmek mümkün. Bu ruh hâli ile yanlış birine gönül vererek hayatını mahvedecek ya da tüm yanlışlara rağmen karşısına çıkan iyi bir kalbin etkisinde doğru bir istikamete evrilecek. Fakat genç kızın içine düştüğü buhranlı hissediş hâli, çok zaman doğru seçim yapmasının önünde devasa bir engel teşkil ediyor.

Ailesine öfke duyan genç kardeşlerim şunu bilmeliler ki, yaptıkları seçimlerle anne-babadan intikam almaya, onlara inat hayatlarına yön vermeye meyletmek, öyle ufak tefek bedeller ödetmekle kalmayacak, belki de bütün hayatlarını bir çıkmazda heba edecek. Bu yüzden “Öfkeyle kalkan zararla oturur” deneyimine kulak vermeleri, hayatlarına yön verirken hangi duyguyu kıstas almaları gerektiğini de hatırlatacaktır.

En haklı öfke, en gerekçeli sevgisizlik bile kişinin evvelâ kendine zarar verir. Zarar verilmesi hedeflenen suçlu aile (!) bu süreçte elbette yara alır ama hiçbir zaman kişinin kendine verdiği zararla eş değer olmayacaktır. Bir başkasını cezalandırmak gayreti insanın en çok da kendini cezalandırmasıyla sonuçlanır.

Aşkın belli bir sistematiği, kalıp cümlelerle ifade edilebilecek yalın bir niteliği yok elbette. Fakat aşk zannedilenin altında yatan sahteliği teşhis etmek için buna ihtiyacımız da yok. Yine de her duygu için geçerli bir sağlama yönteminden de bahsedilebilir. Bir duygunun gerçekliğini tartmak için o duygudan doğan diğer hissedişleri referans alabiliriz. Aşk mademki en güçlü sevgi, mademki en iyi duygu ve mademki temiz ve berrak, o hâlde bu duygunun doğurgan tabiatı da birtakım güzellikleri hayata getirmeli. Kurttan kurt, köpekten köpek doğar; çiçeğin tohumundan yine çiçek filizlenir; ekilenle biçilen aynı özdendir; öfke zararın anası, sevgi faydanın mayasıdır. Öyleyse aşk duygusunu en yüce duygular arasında zikreden bir akıl, şunu da bilmelidir: Yücelikten alçaklık peydah olmaz.

Nefret, isyan, intikam ve sevgisizlik kalbe yerleşen hissedişler içinde en alçak (niteliksiz, faydasız, çirkin ve benzeri) olanıdır; öyleyse bütün bu sevimsiz kalp yörüngeleri, hiçbir surete aşkın doğurganlığından can bulmuş olamaz. Daha net belirtmek gerekirse, sevgili genç kardeşim, birine âşık olduğunu iddia ederken birtakım belirtileri gözden geçirmen gerek. Çünkü gerçek aşk, İlâhî bir müjdedir. Bu müjde ile kalbin incelmiyor, anne-babana, ailene ve çevrene çok daha büyük bir muhabbet ve merhametle bakmıyor, hayatı ve ona ait bütün mahlûkatı daha rafine bir algıda kabullenmiyorsan, yaşadığın duygu aşkın saf hâli değil, içgüdünün ve hırsının seni götürdüğü takıntılı bir ruh hâlidir.

Yaradan sevgiyle yaratmış bu âlemi. Fakat sevgiden sevgi doğmadıkça yüceltebildiğin kadar yücelt kalbindeki tohumu, o ancak şeytanî bir benlik savaşıdır. İnsan gerçek aşkın nüvesini yudumladığında varlığını da yeniden keşfeder. Birini sevmek Yaradan’dan ötürüyse, birçok şeyi ve bazen de her şeyi sevmekle kalbi meşgul eder.

İnsana anne-babasını yok saydıran, her şeye büyük bir öfke ve nefretle kalbi kuşatan, tek bir kişiye kanalize olmuş duyguların pek çok adlandırması olabilirse de buna aşk demek, aşkın ilâhî anlamına ve tabiatındaki iyi-güzel ne varsa hepsine aykırı bir iddia olacaktır.

Hakeza âşık olunan kişinin yaklaşımında seni bütün bağlarından koparıp zincirlerle kendine bağlama gayreti de aşkın, tutkunun, sevginin ve sahiplenme güdüsünün uzantı dosyaları değildir. Bu taşkın duygu-durum için psikolojide pek çok adlandırma bulunacaktır, eminim. Benim algımda da bu tür sevme şekilleri bir tür işkence yöntemi olarak yankılanıyor. Kişinin kendine ve kendiyle beraber çevresine uyguladığı bir işkence yöntemi…

Aşk kalbin yükünü tuttuğu bir yolculuk olsa da aklın ve izanın da bu işin içinde etkin rol oynayan aktörler olduğunu keşfetmek gerek.