
“BİR gün Suriye ile Türkiye savaşacak olursa Suriye’nin yanında olurum” demişti haspam yıllar evvelinde. CHP’den de milletvekilliği yapmışlığı vardır kendisinin.
Bir kişiden bahsetmiyorum haddizatında, bir zihniyetin küllüsünden bahsediyorum. Bir gün Türkiye Demokratik Mokoko Muz Cumhuriyeti ile cedelleşecek olsa, sorgusuz sualsiz haritada yerini gösteremeyecekleri Mokokolu olurlar hepsi de.
Zira bu zihniyetin geçmişte Türkiye’nin karşısında, İran’ın, Yunanistan’ın, İngiltere’nin, Fransa’nın, ABD’nin hatta İsrail’in yanında olduklarını defaatle görmüşlüğümüz vakidir.
Muhalifler ve Suriye Millî Ordusu, Suriye haritasının ve bayrağının renklerini değiştirirken pek de rahatsız olduklarına şahit oluyoruz şu aralar. Genç Esadcılar durumdan rahatsız…
Gerçi “Sınırımızda DAEŞ olacağına PYD olsun daha iyi” yahut “PYD bize mi saldıracak canım?” diyenlerin peşinden inat ve ısrarla gidenlerden başka bir refleks beklemek de hayalcilik olurdu.
Rahatsızlığın bir şekilde vücuttan atılması gerekir, onlar da öyle yapıyorlar. İçlerinde mi kalsın!?
Suriye haritasının rengi sarıdan turkuaza döndükçe Suriye’nin toprak bütünlüğünden, azınlık haklarından filan dem vurmaya başladılar. Öyle ya, koca coğrafyanın üçte ikisi sarı renkte iken Suriye toprağı gözlerine data bütüncül görünüyordu zahir.
Zaten sınırımızda bir PYD devletinden de zerre miskal rahatsızlıkları yoktu.
Şimdi ifrazatlarını atma vaktidir. HTŞ terör örgütüymüş meselâ. Gerçi onlar için Suriye Millî Ordusu da terörist bir unsur. Zamanın behrinde bunlardan birisi “Elimizde PYD’nin terör örgütü olduğuna dair bir bilgi yok” demişti.
Oysa HTŞ’nin terör örgütü olduğunu şıp diye anlayıverdiler. Onlar için terör örgütünün tanımı, mezkûr yapının Türkiye’nin yanında mı yoksa karşısında mı konumlandığı ile alakalı.
Yıllarca ABD sınırımızdaki terör örgütlerine her türlü desteği sağlarken, bu denli rahatsız değildi bu kitle. Ne de olsa YPG bir gecede ABD’nin hokus pokusuyla Suriye Demokratik Güçleri (SDG) oluvermişti.
İşte bu YPG (yahut SDG) ABD’nin verdiği ileri teknoloji hava savunma sistemleri ile demokratik bir şekilde ABD’nin SİHA’sını vurdu. Türk SİHA’sı sanmışlar yaklaşmakta olanı, iyi mi?
Kılıçdaroğlu haklı çıktı yine. YPG bizi mi vuracak? Adamlar ABD SİHA’sını vurdular işte.
Gerçi Erdoğan da haklı çıktı. ABD’yi, “Besleyip büyüttüğünüz bu yılan bir gün sizi de sokar” demişti. Gitti işte canım 35 milyon dolarlık MQ-9 Reapter SİHA’sı…
Sonuçta YPG, NATO üyesi ABD’nin SİHA’sını vurunca NATO’nun 5. maddesi devreye girer mi bilemem. 5. maddeye göre örgüt üyesi bir ülke silahlı saldırıya uğrarsa diğer üye ülkelerin o ülkeye destek vermeleri gerekiyor.
YPG tarafından mağdur edilmiş ABD’ye destek versek elimize mi yapışacak?
Dilimiz döndüğünce yıllardır “Bizim olmadığımız bir masada oyun kurulamaz, haritalar çizilemez. Velev ki oldu, bu da uzun ömürlü ve sürdürülebilir olamaz, olabilemez!” dedik durduk.
İşte, küresel vampirlerin on üç yıldır kurmaya çalıştıkları kan ve zulüm düzeni on üç günde yerle yeksan oldu.
Esad’ın valizini topladığı sırada Özgür Özel bir açıklamada bulundu. Esad ile görüşülmeliymiş… Görüşsek ne diyecektik acaba? “Esad’cığım, şarj cihazını almayı unutma, çıkarken doğalgazın vanasını kapat, kapıyı iyice kilitle” filan mı?
İşte bu kafa devlet yönetmeye aday. Gülsek mi ağlanacak hâlimize acep, ne dersiniz dostlar?
Erdoğan on üç sene önce de defalarca Esad ile görüşmüştü. Yapması ve yapmaması gerekenleri bir “kardeşi” olarak defa defa anlatmıştı. Küçük eniştemiz, Dışişleri Bakanı olarak Şam’ı yol etmişti o dönem. Hatırladınız mı?
Oysa Esad, Rusya’ya ve İran’a yaslanmayı tercih etti. Kendi sonunu hazırladı kendi elleriyle.
Son olaylardan evvel de Erdoğan Esad’ı iki üç kez Türkiye’ye davet etti, elini uzattı. Lakin Esad’ın elleri doluydu. Birinde Rusya, diğerinde İran vardı. Şimdi iki eli de boş. Sonuçta herkesin geleceğini bir şekilde tercihleri belirliyor.
Sırtını Türkiye’nin hasımlarına yaslayanların hazin sonlarını bu kaçıncı görüşümüz? Oysa Türkiye’ye yaklaşan, elini uzatan, bir adım atan hiçbir ülke kaybetmedi bugüne kadar.
En son Somali ile Etiyopya liderleri Erdoğan’ın elini birlikte tuttular. İkisi birden kazandı. Bir ağabey gibi iki ülkeyi Erdoğan barıştırdı.
Bir zihniyetin küllüsünden bahsediyorum yine. Haspam çıkmış “biz gerzeklere” çemkiriyor. Son seçimde bizleri uyarmış, “Kılıçdaroğlu seçilmiş olsaydı böyle olmazdı. Mümbiç’te ÖSO çeteleri harekete geçebilirler miydi?” diyor.
Mümbiç’te YPG’nin seküler, laik ve demokratik teröristleri fink atarlarken iyiydi, öyle değil mi?
Tel Rıfat ile Mümbiç turkuaza boyandı. Sırada Ayn-el Arab var, Kobani var, Kamışlı var… Sınırımızın güneyi boydan boya tez vakitte terör unsurlarından arındırılacak ve kilit kapanacak. Şimdilerde pılısını pırtısını toplayıp, kuyruğunu kıstırıp bu bölgeleri terk etmeye başlayan ABD askerlerine ağza alınmayacak, tumturaklı demokratik küfürler savuruyor YPG’li teröristler.
Son olaylardan sonra beslemelerinin derdine düşen ABD Dışişleri Bakanı Blinken soluğu Ankara’da alıverdi. Blinken’i Esenboğa Havaalanı’nda görkemli bir törenle Protokol Müdürü karşıladı. Kendisi Gazze’de soykırım sürerken Tel Aviv’e bir “Yahudi” olarak gitmişti. Şimdi Ankara’ya bir Müslüman olarak mı geldi, bilemem.
“Medeni” dünyanın diplomasiden anladığı budur maalesef. Sahada varsan, masada da varsın. Sahada ne kadar güçlüysen, masada da o kadar güçlüsün. Artık masada en güçlü taraf Türkiye Elhamdülillah.
Blinken Ankara yolunda iken, Golani’nin de içinde olduğu arabanın direksiyonuna MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın geçmesi, “medeni” dünyaya verilmiş çok ince bir mesajdı şüphesiz. Emevi Camii’nde kılınan namazdan da yine en çok genç Esadcılar rahatsız!
Her şeyin aslına rücu etmek gibi bir sonu vardır. Rakka’da, Deyrizor’da, hatta Haseke’de bu toprakların gerçek sahipleri terörist unsurlara karşı ayaklanmaya başladılar bile. On üç yıldır kendilerinden çalınanları geri alma derdindeler.
ABD beslemesi işgalci teröristler için çanlar çalmaya başladı artık. Lakin biz onlardan çok, içerideki uzantılarının seslerini işitiyoruz.
Rahatsız olduklarını söyledik ya. Gazlarını bir şekilde atmaları lazım. Yoksa sıkıntı verir bünyeye.
Yıllarca “Ülkemizde mülteci istemiyoruz” diye başımızın etini yiyen zihniyet, şimdi Suriye’deki “azınlık unsurların” derdine düştüler. Nasıl oluyordu da o azınlık unsurlar koca ülke coğrafyasının üçte ikisinden fazlasını ellerinde tutuyorlardı acaba?
“Suriyeliler gitsin” diyenler, Suriye’den Türkiye’ye kaçacak Aleviler için güvenlik koridoru açılmasını istiyorlar. Siz de bir karar verseniz artık canım. Suriyeliler gelsinler mi, yoksa ülkelerine geri mi dönsünler?
Zaten akın akın dönüşler de başladı çok şükür. Sınır kapılarından her gün binlerce Suriyeli topraklarına dönüş yapıyor. Evine, barkına, bağına, bahçesine, mahallesine, sokağına, hayatta kalmayı başarabilen yakınlarına kavuşma arzusuyla ve Türkiye’ye duydukları minnetle dönüyorlar öz vatanlarına.
Bizim tayfayı ne yapsanız mutlu edemiyorsunuz. Suriyelilerin gelmesinden rahatsızlardı, şimdi de gitmesinden mutlu olamıyorlar. Ne diyelim, Allah şifa versin. Sonuçta onların da mutlu olmaya hakları var.
Artık tabakhanelerde, oto sanayilerinde, tekstil işletmelerinde, inşaatlarda, çay bahçelerinde, pamuk tarlalarında Ümit Özdağ ve şürekası çalışır. Bu vatanın evlatları boşta gezerken Suriyelilerin çalışmalarından rahatsızlardı. Kendilerine epeyce bir iş alanı açılmış oldu böylece. Ne kadar sevinseler azdır. Haydi bakalım, herkes işinin başına şimdi.
On üç yıldır lak lak ediyordunuz, anca çeneniz çalışıp duruyordu. Çeneniz kadar elleriniz, ayaklarınız da çalışırsa kısa sürede enflasyon tek haneye düşer. Göreyim sizi tosuncuklar…
Bu arada… Suriye’de ele geçirilen bölgelerdeki muntazam yeraltı tünellerini gördükçe, YPG’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden daha iyi çalıştığını da söylemeden bu yazıyı bitirmek istemedim.
Kalınız sağlıcakla efendim.