BİLİRİZ ki,
insanın hayat ile memat arası mesafede şâhit oldukları ve tecrübe ettikleri,
sadece bugünün menkıbesi değil, ezelîdir...
Kâbil’den biliriz âdemoğlunun katle meyyâl öfkesini.
Habil’in, katiline “elini bile uzatmayışı”ndan biliriz mazlum olmanın zalim
olmaktan evlâ olduğunu…
Nûh’un (as) eşinden biliriz insanın kendi helâkini
kendi hazırladığını ve insanlığın insanlıktan uzaklaştıkça tufanın yakın
olduğunu…
Ve dahi kul kendini temize çekmezse, Rabbimizin,
toplumları helâk edilişiyle insanlığın temize çekildiğini de biliriz.
Kör kuyudan, gökyüzünün maviliğini seyreden güzel bir
çocuk söyler bize kardeşin kardeşe düşmanlığını. Ken’an emîrinin eşinden
biliriz bir kadının ihtirasını ve Yûsuf’un güzel ahlâkını.
İnsanoğlunun bezm-i elestten kıyâmete, kardeşle,
dostla, eşle, düşmanla ve dahi kendisi ile bitimsiz bir mücadele için
yaratıldığını da biliriz.
Bütün bu bildiklerimizin bir kısmı “Milât’tan önce”
olarak kodlanırken, bir kısmı “Milât’tan sonra” ve 15 asır öncesinden
nasihatken bizlere, bugün takvimlerin 21’inci yüzyıla işâret ediyor olması,
insanoğlunun kodlarını değiştirmiyor işte!
O vakitlerde âdemoğullarından bazıları muhteristi,
müfteriydi, müfsitti, münafıktı, müşrikti. Bazıları ise muallâydı, müberrâydı,
mübârekti, mü’mindi.
Tıpkı bugünkü gibi… Ferdin ve cemiyetin gidişatındaki
heyelanlar ve hezeyanlar sadece bugünün meselesi değildir çünkü. İnsanlığın
varoluşundan kıyâmete kadar süre gelecek bir imtihan süreci bu.
Kimi dostlarla bir araya geldiğimizde, ülke ve millet
meselelerine hangi cenahtan bakarsak bakalım (ticârî, siyâsî, içtimaî ve
benzeri), çokça hayıflanır olduk. Ye’simiz umudumuza galebe çalmadan, fi
tarihinden günümüze insanın menkıbesini yeniden okumamız gerekiyor.
Meselâ, uzun yıllar önce Necip Fazıl Kısakürek, “Bir
varmış,/Bir yokmuş” diyerek başlıyor “Kafiye” adlı dizinine…
Sonra yaşadığı zamanı şöyle okuyor:
“Kararmış
Ve kokmuş
Dünyamız.
Rüyamız
Kapkara.”
Şair bu tespitinde haksız mıdır? Sanmıyorum.
Ve devam ediyor:
“Manzara:
Gebeler
Döşeksiz.
Ebeler
İsteksiz.
Kubbeler
Desteksiz.
Habbeler
Süreksiz.
Türbeler
Meleksiz.
Tövbeler
Gerçeksiz.
Cübbeler
Yüreksiz.
Cezbeler
Şimşeksiz.
İzbeler
Emeksiz.
Heybeler
Ekmeksiz…”
Bugün çıksak sokağa, üç çeyrek asır sonra, bu
dizelerin tıpatıp bugünümüzü resmettiğini düşünmeden edemeyiz.
Hâsılı, insana verilen kodların değişmediğini, sadece
etrafını kuşatan imkân ve eşyaların şekil değiştirdiğini kabullenip Mukaddes
Kitabımızdaki ibretli vakaları ve Muhammedî istikameti hâfızamızda canlı
tutarak, içinde bulunduğumuz toplumu iyiye, iyilere ve iyiliklere ulaştırmak
için gayretimize gayret katmak gerekiyor.
Şairin “Kafiye” şiirinin son dizelerinden ilham alıp
geç kalmadan, “Muhakkak ki, insana çalıştığından başkası yoktur” âyet-i
celîlesine muti olup gayrete düşmek gerekiyor.
“Gitme kal!
Nefes al!
Emir tez,
Bekletmez!
Ve o nur
Bulunur!
İşte iz,
Geliniz!
Toprak post,
Allah dost.”
Böyle bitiyor “Kafiye” şiiri.
Şairin o gün resmettiği toplum tablosu ne ise, bugün
bizim de benzer serzenişlerimiz var madem, öyleyse şairin o güne çözüm olarak
sunduğu “Geliniz!” çağrısına cevaben, ihlâs ve güven ile Hakk için, hayr dolu
bir akıbet için yola düşmek, yolda sebat etmek gerekiyor.
Yüzüne baktıklarımızın, elini tutuklarımızın, koluna
girdiklerimizin, hürmetle karşıladıklarımızın gıyabında da samimiyetimizi
korumak gerekiyor.
Hayr gözetip bozulmadan, çürümeden yol arkadaşlarımıza
ahde vefâda sabit kalmak gerekiyor ki “Geliniz!” çağrımız, ihlâsımızın rengine
boyansın, sahicilik kazansın!