"Geliniz!"

Şairin o gün resmettiği toplum tablosu ne ise, bugün bizim de benzer serzenişlerimiz var madem, öyleyse şairin o güne çözüm olarak sunduğu “Geliniz!” çağrısına cevaben, ihlâs ve güven ile Hakk için, hayr dolu bir akıbet için yola düşmek, yolda sebat etmek gerekiyor. Yüzüne baktıklarımızın, elini tutuklarımızın, koluna girdiklerimizin, hürmetle karşıladıklarımızın gıyabında da samimiyetimizi korumak gerekiyor.

BİLİRİZ ki, insanın hayat ile memat arası mesafede şâhit oldukları ve tecrübe ettikleri, sadece bugünün menkıbesi değil, ezelîdir...

Kâbil’den biliriz âdemoğlunun katle meyyâl öfkesini. Habil’in, katiline “elini bile uzatmayışı”ndan biliriz mazlum olmanın zalim olmaktan evlâ olduğunu…

Nûh’un (as) eşinden biliriz insanın kendi helâkini kendi hazırladığını ve insanlığın insanlıktan uzaklaştıkça tufanın yakın olduğunu…

Ve dahi kul kendini temize çekmezse, Rabbimizin, toplumları helâk edilişiyle insanlığın temize çekildiğini de biliriz.

Kör kuyudan, gökyüzünün maviliğini seyreden güzel bir çocuk söyler bize kardeşin kardeşe düşmanlığını. Ken’an emîrinin eşinden biliriz bir kadının ihtirasını ve Yûsuf’un güzel ahlâkını.

İnsanoğlunun bezm-i elestten kıyâmete, kardeşle, dostla, eşle, düşmanla ve dahi kendisi ile bitimsiz bir mücadele için yaratıldığını da biliriz.  

Bütün bu bildiklerimizin bir kısmı “Milât’tan önce” olarak kodlanırken, bir kısmı “Milât’tan sonra” ve 15 asır öncesinden nasihatken bizlere, bugün takvimlerin 21’inci yüzyıla işâret ediyor olması, insanoğlunun kodlarını değiştirmiyor işte!

O vakitlerde âdemoğullarından bazıları muhteristi, müfteriydi, müfsitti, münafıktı, müşrikti. Bazıları ise muallâydı, müberrâydı, mübârekti, mü’mindi.

Tıpkı bugünkü gibi… Ferdin ve cemiyetin gidişatındaki heyelanlar ve hezeyanlar sadece bugünün meselesi değildir çünkü. İnsanlığın varoluşundan kıyâmete kadar süre gelecek bir imtihan süreci bu.

Kimi dostlarla bir araya geldiğimizde, ülke ve millet meselelerine hangi cenahtan bakarsak bakalım (ticârî, siyâsî, içtimaî ve benzeri), çokça hayıflanır olduk. Ye’simiz umudumuza galebe çalmadan, fi tarihinden günümüze insanın menkıbesini yeniden okumamız gerekiyor.

Meselâ, uzun yıllar önce Necip Fazıl Kısakürek, “Bir varmış,/Bir yokmuş” diyerek başlıyor “Kafiye” adlı dizinine…

Sonra yaşadığı zamanı şöyle okuyor:

“Kararmış

Ve kokmuş

Dünyamız.

Rüyamız

Kapkara.”

Şair bu tespitinde haksız mıdır? Sanmıyorum.

Ve devam ediyor:

“Manzara:

Gebeler

Döşeksiz.

Ebeler

İsteksiz.

Kubbeler

Desteksiz.

Habbeler

Süreksiz.

Türbeler

Meleksiz.

Tövbeler

Gerçeksiz.

Cübbeler

Yüreksiz.

Cezbeler
Şimşeksiz.

İzbeler

Emeksiz.

Heybeler

Ekmeksiz…”

Bugün çıksak sokağa, üç çeyrek asır sonra, bu dizelerin tıpatıp bugünümüzü resmettiğini düşünmeden edemeyiz.

Hâsılı, insana verilen kodların değişmediğini, sadece etrafını kuşatan imkân ve eşyaların şekil değiştirdiğini kabullenip Mukaddes Kitabımızdaki ibretli vakaları ve Muhammedî istikameti hâfızamızda canlı tutarak, içinde bulunduğumuz toplumu iyiye, iyilere ve iyiliklere ulaştırmak için gayretimize gayret katmak gerekiyor.

Şairin “Kafiye” şiirinin son dizelerinden ilham alıp geç kalmadan, “Muhakkak ki, insana çalıştığından başkası yoktur” âyet-i celîlesine muti olup gayrete düşmek gerekiyor.

“Gitme kal!

Nefes al!

Emir tez,

Bekletmez!

Ve o nur

Bulunur!

İşte iz,

Geliniz!

Toprak post,

Allah dost.”

Böyle bitiyor “Kafiye” şiiri.

Şairin o gün resmettiği toplum tablosu ne ise, bugün bizim de benzer serzenişlerimiz var madem, öyleyse şairin o güne çözüm olarak sunduğu “Geliniz!” çağrısına cevaben, ihlâs ve güven ile Hakk için, hayr dolu bir akıbet için yola düşmek, yolda sebat etmek gerekiyor.

Yüzüne baktıklarımızın, elini tutuklarımızın, koluna girdiklerimizin, hürmetle karşıladıklarımızın gıyabında da samimiyetimizi korumak gerekiyor.

Hayr gözetip bozulmadan, çürümeden yol arkadaşlarımıza ahde vefâda sabit kalmak gerekiyor ki “Geliniz!” çağrımız, ihlâsımızın rengine boyansın, sahicilik kazansın!