TUTTUĞUMUZ takım, oy verdiğimiz
siyâsî parti, inandığımız din, aidiyet duygusu hissettiğimiz millet olgusu,
tercihlerimize bırakılmadan bize bahşedilen cinsiyetimiz, küreselcilerin
dayattığı “Koronavirüs” pandemisine inananlar veya aşı karşıtlığı, ülkemize
sığınan mültecilere “Kardeşim” diyenler ile “Ülkemde Suriyeli, Afgan
istemiyorum!” diyenler…
Zıtlık
ve karşıt görüş belirten yukarıdaki örnekleri çoğaltabiliriz, ancak şimdilik
bunlarla iktifa edelim.
Dün,
Ankara Altındağ’da iki grup arasında meydana gelen kavga sırasında, Suriyeli şahısların
bıçakla yaraladığı 18’lik Emirhan’ın ölümü sonrasında gelişen olaylarda,
Suriyeli ailelerin evlerine yönelik taşlı ve sopalı saldırılar gerçekleşmiş, bu
saldırılar sırasında da masmavi gözlere sahip masum bir çocuk kafasından
yaralanmıştı.
Olaylar
şimdilik kontrol altında, ancak bu, devam etmeyeceği anlamına gelmiyor.
Yeri
gelmişken, başta Almanya ve Fransa’da görülen ve yıllardır yükselişte olan ırkçılık,
yabancı düşmanlığı, İslâmofobiye kısaca değinmek istiyorum.
Sorun
sadece bu ülkelerde değil, tüm Avrupa ve Amerika kıtasına yayılmış durumda. Son
çeyrek yüzyılda Türklerin ve Müslümanların maruz kaldığı “ırkçılık” muamelesine
üzülen ve doğal tepki verenlerin bugün o dilden konuşuyor olması ise son derece
ilginç!
Elbette
tasvip etmediğimiz şeyler hakkında en doğal hakkımız olan tepkimizi ortaya
koymalıyız, ama bu yakarak, yıkarak, yaralayarak, hattâ öldürerek olmamalı!
Unutulmamalıdır
ki, tarih boyunca Türkler ve Müslümanlar kendilerine sığınan esirlere ve/veya
mültecilere karşı hep şefkat ve merhamet gösterdiler. Onlara karşı “emin”
oldular…
Hatırlanacağı
üzere, Sakarya’nın Kaynarca ilçesinde, 2017 yılının Temmuz ayında, doğumu
yaklaşan hamile Emani El-Rahmun, iki Türk vatandaşı tarafından tecavüz
edildikten sonra 10 aylık bebeği Halaf El-Rahmun ile birlikte öldürülmüştü.
Benzer
bir olay, bu yılın Temmuz ayında Kocaeli’nde yaşandı. Afganistan uyruklu bir
şahıs, ormanlık alanda takip ettiği 17 yaşındaki genç bir kıza cinsel
istismarda bulunmuş, genç kızın direnmesi üzerine de taşla başından yaralamıştı.
Sınırlarımızın
yolgeçen hanına döndüğü iddiası gündemde. Zalim Taliban’ın eline terk edilen
Afganistan halkı, çâreyi başka ülkelere sığınmada buluyor. İlginç olan ise, göç
dalgasında yer alanların, diğer aile fertlerini orada bırakıyor olması.
Anlaşılan
o ki, ülkemize gün yüzü göstermek istemeyenler, kor hâlinde tuttukları
“mülteci” sorununu körükleyerek yangını başka şehirlerimize de taşımak istiyorlar.
Ülkemizin demografik yapısını bozmaya matuf mülteci sorununa bir an önce çözüm
bulunması ve dün yaşanan olayların bir benzerinin daha yaşanmaması için önleyici
tedbirlerin alınması son derece elzemdir!
Öncelikli
olarak, Suriye’de Esed rejimi ile Afganistan’da Taliban örgütünün izleri
silinmeli, barışın tesis edilmesini müteakiben ülkemize göç eden mültecilerin
hukukî yollardan ülkelerine dönmelerinin yolu açılmalıdır. Gerekirse ülkemizde
harcadığımız masrafın iki katını, oradaki altyapının yeniden tesis edilmesi için
harcayalım ama bunu yapalım!
Aksi
takdirde doğal felâketler ve salgınlar ile iyice gerilen Türk halkının, artan
ve bir türlü önlenemeyen mülteci sorunlarına karşı göstereceği duygusal refleks
değişken olacaktır. Ki bu durum, yeni 6-7 Eylüller, yeni Maraşlar, yeni
Madımaklar demektir. Allah muhafaza!
Sorumluluğun
tamamı sınır güvenliğini ve asayişi sağlayan kolluk birimlerine ait değil,
biraz da popülist nefret söylemlerinden ırak kalacak ve soğukkanlılığını
koruyacak olan merhametli Türk halkınındır.
Menfur
saldırıda hayatını kaybeden Emirhan Yalçın kardeşimize Cenâb-ı Allah’tan rahmet, kederli ailesine
sabır, Altındağ ilçesinde yaralanan ve Devlet koruması altına alınan masum
yavrumuza da şifâ diliyoruz.
Gelin,
soğutalım bu ateşi! Soğutalım, çünkü bunun kimseye faydası yok!