NEDENSE geçmişte hiç
hissetmediğim kadar, bugünlerde dünyaya açılma ihtiyacı hissediyorum. Yine
nedense geçmişte antipatik bulmadığım kadar, belli bir maksadı olmayan “yerel
kalmayı” da antipatik buluyorum. Sizde de benzer bir hissiyat var mı
bilemiyorum, bendekinin sebeplerini de düşünüyorum. Böyle bakınca, doğrusu
kendimi pek de haksız bulamıyorum. Bakalım siz de bana hak verecek misiniz?
Başlıktaki
“level atlamak” tabiri, genellikle bilgisayar oyunlarında olur ve aynı oyunda
“bir üst seviyeye geçmek, ilerlemek, yükselmek” anlamında kullanılır. Burada da
ferdî hayatımızda, günlük işlerimizde gerek bakış açısı, gerek bilgi beceri,
gerekse de ilişki ve iletişim olarak bir üst seviyeye ilerlemeye ve yükselmeye
karşılık “level atlamak” tabiri kullanıldı. Tabiî ki “Ortaokul mezunuysak liseye,
lise mezunuysak üniversiteye, üniversite mezunuysak doktoraya devam edelim”
anlamının çıkarılmasının da mahsuru olmamakla beraber, kastedilen anlamı
açıklamadan önce, bu da nereden çıktı, onu arz edelim.
Ülkemizin
78 vilâyetini gezdim. Üstelik sadece sokaklarını, caddelerini dolaşmak, meşhur yiyeceklerini
yemek, meşhur mekânlarında oturmak şeklinde değil, belki daha çok toplumsal
atmosferini kalbimde, zihnimde ve hissiyatımda yaşadım. Zira engellilerle
ilgili çalışmalar o topluluğun kalıplarını, iç dünyalarını, değerlerini,
amaçlarını alabildiğine ifşa eder, ortaya koyar. Eğer zihinsel engelli biri o
şehrin mahallesinin sokaklarında rahatça dolaşabiliyor, halkla iletişim hâlinde
olabiliyorsa siz de rahatlıkla zorda, darda kaldığınızda oranın halkına
sığınabilirsiniz demektir. Bunun gibi pek çok şahitliğim oldu.
Aynı
zamanda nereden baksanız Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Amerika’ya 30 ülkeye gitmişimdir.
Oralarda da benzer gözlemlerim oldu. Toplumsal atmosfer gözlemlerimin yanı sıra
ülkelerin, şehirlerin, ilçelerin, hatta köylerin üretebildiklerini ve neler
yapabilme potansiyelleri olduğunu da gözlemledim. Bütün bunlardan sonra
vardığım sonuç şu: Türkiye’nin her vilâyet ve her kazasının dünyaya
verebileceği, katkı sağlayabileceği bir şeyler var. Peki, niye yapamıyoruz,
eksiğimiz ne?
Türkiye’yi
geçmişte yönetenler, insanımızın sınırlarımızın dışına çıkmasını istememişler.
Bunun için pasaport işlemlerini zorlaştırmışlar. Hatırlarsanız, yakın zamana
kadar pasaportlarımızı polisten çıkartırdık. Niçin kimlik yerine doğarken
pasaport verilmez ki? Kimlik taşıyacağımıza pasaport taşısak bir yerimiz mi
eksilecek? Başka ülkelerle anlaşmalar yapılırken adeta “Benim vatandaşımın sizin
ülkenize girişini zorlaştırın” diye maddeler konulmuş. Meselâ Avrupa Konseyi’nin
ülkeler arası dolaşım anlaşmasında Yunanistan ve Belçika gibi ülkeler bile “Benim
vatandaşımın sizin ülkenize girişi için kimliği yeterli” demesine rağmen, bizim
o zamanki yöneticilerimiz, “Bizim vatandaşımızın sizin ülkenize girişi için
illâ pasaport isteyin” diye maddeler koydurmuşlar. Demem o ki, bizim bu levelde
kalmamız doğal değil, kasten. Yani özellikle alt levellerde bırakılmışız.
Sebeplerini başka bir vesile olur da konuşuruz inşallah…
Hatta
bugünlerde bazı vatandaşlarımızın yurtdışına gidip oralarda iş güç sahibi olma
arzularının altında dünyaya açılma isteği olduğunu düşünmüyor değilim. Başka
ülkelere gitmeden, oralarda sürünmeden, sıkıntı çekmeden de level atlayamaz
mıyız? Yahut level atlamak için ne yapmalıyız?
Çok
basit! Bütün dünyayı tek bir ülke gibi düşüneceğiz. Ülkeleri de o ülkenin
şehirleri gibi kabul edebiliriz. Her şeyi buna göre konuşacak, önerecek ve
uygulayacağız…
Şehrimizde
bir festival mı plânlıyoruz? Acaba bizim yapmak istediğimiz gibi bir festivali
gezegende başka hangi şehirler yapmış ve biz onlardan farklı olarak ne
yapabiliriz? Ayrıca bizim yaptığımızı onlarla karşılaştırdığımızda bizim
durumumuzun ne olduğunu görmeye çalışırsak, zihnimiz yavaş yavaş level atlamaya
başlar. Önerdiğimiz birtakım faaliyetleri, çözümleri, gelenekleri gezegendeki
herkesi dikkate alarak yapmamız lâzım. Geçenlerde bir arkadaşım, “Bizim 23
Nisan, niye dünyanın çocuk bayramı olmuyor?” dedi. Evet, çok mantıklı bir soru.
Dünyanın her yerinde çocuk var ve keşke dünyadaki her çocuk 23 Nisan’da bayram
etse, mutlu olsa, oynasa, gülse... Bize de, “Bu bayram, Türkiye’den çıkmış bir
bayramdır” diye küçük bir mutlu olma düşse… Ama eğer siz tutar da çocuk
bayramının önüne “Ulusal Egemenlik” gibi bir ifade yerleştirirseniz, gezegenin
diğer sakinlerine, “Aman, bu bayramı çocukların bayramı sanmayın, bizim
önceliğimiz başka” demiş olursunuz.
Meselâ
19 Mayıs da gezegenimizdeki gençlerimizin bayramı olsa, ne kaybederiz? Anneler
Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü gibi günler de belli bir arka plâna sahip.
Bütün dünyayı bu tür günler sarmış durumda. Bizler ancak, “Aslında bu günün
anlamı şuymuş da bize Sevgililer Günü diye yutturmuşlar” diyebiliyoruz. Bunlar
gibi her işimizi, uğraşımızı bu levelde düşünmek, değerlendirmek ve hayata
geçirmek gerektiğini öneriyoruz. Ne kaybımız olur? Hiçbir şey! Teknik imkânlar
da oldukça yeterli.
Kişisel
hayatımda ve meşguliyetlerimde bunun çok çok faydasını gördüm. Herkese tavsiye
ediyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın neredeyse her açılış törenine dünyadan bir
başbakan, cumhurbaşkanı veya önemli bir uluslararası kişi katılıyor. İşte
vizyon budur! Böyle böyle dünyanın önde gelen ülkeleri arasına katılacağız.
Tepedeki bu vizyon ve bu misyonu fert boyutunda da hayata geçirmeli,
uygulamalıyız. Bunları yapın, neler değiştiğini bir sene sonra -Allah ömür
verirse- beraber konuşalım.
Yeni
levelinizde muvaffakiyetler!