Gelin, level atlayalım

Avrupa Konseyi’nin ülkeler arası dolaşım anlaşmasında Yunanistan ve Belçika gibi ülkeler bile “Benim vatandaşımın sizin ülkenize girişi için kimliği yeterli” demesine rağmen, bizim o zamanki yöneticilerimiz, “Bizim vatandaşımızın sizin ülkenize girişi için illâ pasaport isteyin” diye maddeler koydurmuşlar.

NEDENSE geçmişte hiç hissetmediğim kadar, bugünlerde dünyaya açılma ihtiyacı hissediyorum. Yine nedense geçmişte antipatik bulmadığım kadar, belli bir maksadı olmayan “yerel kalmayı” da antipatik buluyorum. Sizde de benzer bir hissiyat var mı bilemiyorum, bendekinin sebeplerini de düşünüyorum. Böyle bakınca, doğrusu kendimi pek de haksız bulamıyorum. Bakalım siz de bana hak verecek misiniz?

Başlıktaki “level atlamak” tabiri, genellikle bilgisayar oyunlarında olur ve aynı oyunda “bir üst seviyeye geçmek, ilerlemek, yükselmek” anlamında kullanılır. Burada da ferdî hayatımızda, günlük işlerimizde gerek bakış açısı, gerek bilgi beceri, gerekse de ilişki ve iletişim olarak bir üst seviyeye ilerlemeye ve yükselmeye karşılık “level atlamak” tabiri kullanıldı. Tabiî ki “Ortaokul mezunuysak liseye, lise mezunuysak üniversiteye, üniversite mezunuysak doktoraya devam edelim” anlamının çıkarılmasının da mahsuru olmamakla beraber, kastedilen anlamı açıklamadan önce, bu da nereden çıktı, onu arz edelim.

Ülkemizin 78 vilâyetini gezdim. Üstelik sadece sokaklarını, caddelerini dolaşmak, meşhur yiyeceklerini yemek, meşhur mekânlarında oturmak şeklinde değil, belki daha çok toplumsal atmosferini kalbimde, zihnimde ve hissiyatımda yaşadım. Zira engellilerle ilgili çalışmalar o topluluğun kalıplarını, iç dünyalarını, değerlerini, amaçlarını alabildiğine ifşa eder, ortaya koyar. Eğer zihinsel engelli biri o şehrin mahallesinin sokaklarında rahatça dolaşabiliyor, halkla iletişim hâlinde olabiliyorsa siz de rahatlıkla zorda, darda kaldığınızda oranın halkına sığınabilirsiniz demektir. Bunun gibi pek çok şahitliğim oldu.

Aynı zamanda nereden baksanız Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Amerika’ya 30 ülkeye gitmişimdir. Oralarda da benzer gözlemlerim oldu. Toplumsal atmosfer gözlemlerimin yanı sıra ülkelerin, şehirlerin, ilçelerin, hatta köylerin üretebildiklerini ve neler yapabilme potansiyelleri olduğunu da gözlemledim. Bütün bunlardan sonra vardığım sonuç şu: Türkiye’nin her vilâyet ve her kazasının dünyaya verebileceği, katkı sağlayabileceği bir şeyler var. Peki, niye yapamıyoruz, eksiğimiz ne?

Türkiye’yi geçmişte yönetenler, insanımızın sınırlarımızın dışına çıkmasını istememişler. Bunun için pasaport işlemlerini zorlaştırmışlar. Hatırlarsanız, yakın zamana kadar pasaportlarımızı polisten çıkartırdık. Niçin kimlik yerine doğarken pasaport verilmez ki? Kimlik taşıyacağımıza pasaport taşısak bir yerimiz mi eksilecek? Başka ülkelerle anlaşmalar yapılırken adeta “Benim vatandaşımın sizin ülkenize girişini zorlaştırın” diye maddeler konulmuş. Meselâ Avrupa Konseyi’nin ülkeler arası dolaşım anlaşmasında Yunanistan ve Belçika gibi ülkeler bile “Benim vatandaşımın sizin ülkenize girişi için kimliği yeterli” demesine rağmen, bizim o zamanki yöneticilerimiz, “Bizim vatandaşımızın sizin ülkenize girişi için illâ pasaport isteyin” diye maddeler koydurmuşlar. Demem o ki, bizim bu levelde kalmamız doğal değil, kasten. Yani özellikle alt levellerde bırakılmışız. Sebeplerini başka bir vesile olur da konuşuruz inşallah…

Hatta bugünlerde bazı vatandaşlarımızın yurtdışına gidip oralarda iş güç sahibi olma arzularının altında dünyaya açılma isteği olduğunu düşünmüyor değilim. Başka ülkelere gitmeden, oralarda sürünmeden, sıkıntı çekmeden de level atlayamaz mıyız? Yahut level atlamak için ne yapmalıyız?

Çok basit! Bütün dünyayı tek bir ülke gibi düşüneceğiz. Ülkeleri de o ülkenin şehirleri gibi kabul edebiliriz. Her şeyi buna göre konuşacak, önerecek ve uygulayacağız…

Şehrimizde bir festival mı plânlıyoruz? Acaba bizim yapmak istediğimiz gibi bir festivali gezegende başka hangi şehirler yapmış ve biz onlardan farklı olarak ne yapabiliriz? Ayrıca bizim yaptığımızı onlarla karşılaştırdığımızda bizim durumumuzun ne olduğunu görmeye çalışırsak, zihnimiz yavaş yavaş level atlamaya başlar. Önerdiğimiz birtakım faaliyetleri, çözümleri, gelenekleri gezegendeki herkesi dikkate alarak yapmamız lâzım. Geçenlerde bir arkadaşım, “Bizim 23 Nisan, niye dünyanın çocuk bayramı olmuyor?” dedi. Evet, çok mantıklı bir soru. Dünyanın her yerinde çocuk var ve keşke dünyadaki her çocuk 23 Nisan’da bayram etse, mutlu olsa, oynasa, gülse... Bize de, “Bu bayram, Türkiye’den çıkmış bir bayramdır” diye küçük bir mutlu olma düşse… Ama eğer siz tutar da çocuk bayramının önüne “Ulusal Egemenlik” gibi bir ifade yerleştirirseniz, gezegenin diğer sakinlerine, “Aman, bu bayramı çocukların bayramı sanmayın, bizim önceliğimiz başka” demiş olursunuz.

Meselâ 19 Mayıs da gezegenimizdeki gençlerimizin bayramı olsa, ne kaybederiz? Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü gibi günler de belli bir arka plâna sahip. Bütün dünyayı bu tür günler sarmış durumda. Bizler ancak, “Aslında bu günün anlamı şuymuş da bize Sevgililer Günü diye yutturmuşlar” diyebiliyoruz. Bunlar gibi her işimizi, uğraşımızı bu levelde düşünmek, değerlendirmek ve hayata geçirmek gerektiğini öneriyoruz. Ne kaybımız olur? Hiçbir şey! Teknik imkânlar da oldukça yeterli.

Kişisel hayatımda ve meşguliyetlerimde bunun çok çok faydasını gördüm. Herkese tavsiye ediyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın neredeyse her açılış törenine dünyadan bir başbakan, cumhurbaşkanı veya önemli bir uluslararası kişi katılıyor. İşte vizyon budur! Böyle böyle dünyanın önde gelen ülkeleri arasına katılacağız. Tepedeki bu vizyon ve bu misyonu fert boyutunda da hayata geçirmeli, uygulamalıyız. Bunları yapın, neler değiştiğini bir sene sonra -Allah ömür verirse- beraber konuşalım.

Yeni levelinizde muvaffakiyetler!