“HAZIRLAN Şair, Bosna’ya gidiyoruz!” müjdesini aldığım
günden yazıyı kaleme aldığım zamana kadar geçen sürede göğüs kafesim gökyüzüne
dönüştü. Ve o gökyüzünde günlerce pırpır edip uçan binlerce serçeye bedel bir
heyecan yaşadım yüreğimde.
Sarajevo’ya
indiğimiz ilk gün haricinde hiç otel yolu gözlemedik. Çok yol aldık, uykusuz
kaldık, yorgun düştük ama “Derdimizi
seviyoruz” diyen on dört yürekle Bosna’yı karış karış gezmekten
vazgeçmedik.
Harita
üzerinde Bosna-Hersek
1908
yılına kadar Osmanlı sancağı olan Bosna-Hersek’te, Osmanlı’nın çekilmesini
müteakip sosyalist bir dönem hâkim oluyor. 51 bin 197 kilometrekarelik
yüzölçümü ve yaklaşık 4 buçuk milyon nüfusa sahip Bosna-Hersek, bir bütünü
oluşturan üç etnik gruba ev sahipliği yapmaktadır: Boşnaklar, Sırplar ve
Hırvatlar.
Ülke,
yönetim açısından iki entiteye (devletçiğe) bölünmüş durumda: Bosna-Hersek Federasyonu
ve Sırp Cumhuriyeti.
Kuzey,
batı ve güneyden Hırvatistan, doğudan Sırbistan, yine güneyden Karadağ ile
çevrili olup Neum şehrinin bulunduğu yerde Adriyatik Denizi’ne açılan ve limanı
olmayan 20 kilometrelik bir kıyıya sahip. Başkenti Saraybosna. Ülkenin
coğrafyasının büyük bir kısmını dağlık ve tepelik alanlar oluştururken, yalnız kuzeydoğuda
düz bir karakteristik özellik sergiliyor. Kış turizmine elverişli Bosna’da 1984
Kış Olimpiyatları yapılmış.
Tek
bağımız “din”
Kulağımızı
bir stetoskop gibi dayadığımız her yürek, ağız birliği etmişçesine “Yeni bir Osmanlı açılımına ihtiyaç var” diyordu.
Asırlar önce bizi buralara getiren ve yine asırlardır buralarda tutan en mühim
sebep, hiç şüphesiz “din”, yani İslam’dır.
Birbirimizi
ağabey-kardeş görmemizden tutun da birbirimizden kopmayışımıza/kopamayışımıza
ve emanete sahip çıkışımıza varıncaya kadar akla gelen her ne var ise hepsinin
merkezinde bu “birlik” bağı etkin. Bugün burada oluşumuzun da sebeb-i hikmeti yine
“din”, yani İslam’dır.
Savaş sırasında mağdurlar ve dışarıdan o acıya ortak olan
masum ve vicdan sahiplerince yapılan duaların dünyada iken makbul olup
olmadığını bilmiyoruz, ama boşa gitmeyeceği de muhakkak.
“Öldükten sonra dirilmeye -ahiret gününe- inanmak”, bizim amentümüzde geçer, o
halde yarını imar etmek için bugünün dünyasını ihmal etmemek lazım. Zira din
bunu emreder: “Dünya, ahiretin tarlasıdır.”
Mostar Baş İmamı Süleyman Cikotic (Sülyo), “Din, rasyonalist akımlar ile diğer ideolojilerin üzerinde ve apayrı bir yerdedir” şeklinde bir tespitte bulunurken ne kadar da haklı.
Dayton
dayatması
Bosna’daki
mevcut yönetimin ne olduğuna dair hiç kimsenin net bir bilgisi yok ve konuda
yorum yaparken zorlanıyorlar. Dile kolay, tam 3 cumhurbaşkanı, 11 başbakan, 960
bakan ve bin 800 ile 2 bin arasında olduğu rivayet edilen milletvekili sayısı… “Anayasa”
dersen, o da yok! Barışı sağlayan tek şey var: Dayton Antlaşması…
Cumhurbaşkanlığı,
dönemsel geçişler halinde 8 ayda bir, Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar arasında
el değiştiriyor. Koltuk sizde olunca yetki sizde olmuyor ne yazık ki, karar için
üçte ikilik çoğunluk şartı gerekiyor. Bosna, nedense hep yalnız kalıyor!
Milli
marşları yok. Rehberlerimizin sık sık yinelediği şey şu: “Var da yok! Şöyle ki, bestelenmiş bir yapıt var ama sözü olmayan tek milli
marş…”
Eski
Yugoslavya’nın efsane lideri Tito’ya ait olduğu söylenen “Sola sinyal ver, sağdan devam et” sözünü o kadar sık duyduk ki,
yeri geldi, bunu esprilerimize dahi konu ettik. Aslında burada Tito’nun
ülkesini kalkındırma adına yaptığı akıllıca manevrayı görmekteyiz: Komünist
gibi görünüp sosyalist davranmak...
Dilleri
ve dinleri
Nüfusun yüzde
44'ünü Müslümanlar, yüzde 31’ini Sırplar, yüzde 18’ni Hırvatlar, geri kalan
kısmı ise diğer unsurlar paylaşıyor. Başkent Saraybosna Müslüman nüfusun, Sırp
Ortodoks Metropoliti’nin ve Katolik Başpiskoposu’nun makamlarının bulunduğu
ilginç bir şehir olma özelliğini korumaktadır. Çan sesiyle ezan sesi aynı
gökkubede yankılanıyor.
Müslümanların
yüzde 90'ı Boşnakça konuşuyor. Bosna-Hersek'in
Müslüman olan halkı, kendilerine Türk dedikleri gibi, ayırt edilmek amacıyla bazen
Boşnak ismini de kullanmışlar.
Geri dönerken birkaç kelimeyle de olsa Boşnakça öğrendiğimi fark ediyorum. Dobro doşli: Hoş geldiniz!/ Kako ste: Nasılsınız?/ Hvala: Teşekkürler!/ Koliko: Kaç para (ne kadar)?
Milli Mücadele kahramanı Kasumagiç
İlk ziyaretlerimizden birini Bihaç Üniversitesi Kurucu
Rektörü İsmet Kasumagiç ile gerçekleştirdik.
Genç Müslümanlar Teşkilatı üyesi olması nedeniyle iki kez hapse girip
yargılanmış bir mücadele adamı. Foça Hapishanesi’ne konulduğunda Bosna’nın
kaderini etkileyen isim Aliya İzzetbegoviç ve arkadaşlarıyla birlikte aynı
parmaklıklar ardında tutsak kaldı Kasumagiç. Merhamet Cemiyeti’nde aldığı
görevle muhacirlerin birbirine yakınlaşması ve kaynaşmalarını sağladı.
1965 senesinden itibaren Kasumagiç’in Sarajevo’daki evinde
Genç Müslümanlar’dan Aliya İzzetbegoviç, Salih ve Ömer Behmen, Vahit Kozariç
ile gerçekleşen toplantılar, Bosna’nın tarihini ve kaderini belirler. Eşi
Aziyada Hanımefendi ile huzur dolu bir konağı paylaşıyorlar. Bu bilge adama
hayatta iken gereken ilgi gösterilmeli, tecrübeleri ve hatıraları gelecek
nesillere aktarılmalı. Birçok kahraman gibi Bosna’nın tarihine şahitlik eden,
katkı sağlayan isimlerin biyografi çalışmaları yapılmalı.
Sesleniş
Bosna-Hersek,
Avrupa’ya açılan kapı özelliğiyle Türk işadamları için sektörel açıdan birçok
yatırıma gebe ve keşfedilmeyi bekleyen fırsatlar ülkesi. Başta su kaynakları olmak
üzere, su ürünleri konusunda önemli yatırım imkânları sunuyor. Gelin görün ki,
ülkedeki doğal kaynakların sadece yüzde 1’i kullanılıyor. Bunu tersine
çevirecek Türk girişimciler bekleniyor. Stratejik konumu itibariyle var olan
doğal kaynakları ve güzellikleri, Türk müteşebbislerine uygun teşvikler, düşük
orandaki vergiler, eğitimli, rekabetçi ve dürüst işgücüyle cazip imkânlar
sunuyor.
Fikir
teatisinde bulunmak iyi geliyor; işsizlik oranıyla okuma oranı at başı gidiyor
ki ikisi de yüksek. Eğitime önem veriyorlar ama istihdam ve içerik anlamında
yeterli değil.
Yaşam
(Umut) Tüneli
1992-1995
yılları arasında, Avrupa’nın gözleri önünde 3 buçuk yıl kadar süren ve aşırı
Sırp milliyetçiliğinin Batı tarafından körüklenmesiyle başlayan ve ne yazık ki devam
eden savaş sırasında Birleşmiş Milletler, Sırp güçleri tarafından kuşatılan
Saraybosna bölgesinin kuşatma dışı tutulmasını talep etmişti. Boşnakların
askeri malzeme ve gıda temin edebilmeleri için bu alanı kullanmaları gerekiyordu.
Bu amaçla havaalanı bölgesine giden bir tünel yapma fikri ortaya atıldı. Havaalanı
ile Butmir’deki Şida Teyze’nin evi arasında karşılıklı devam eden kazma işlemi
bitince, 800 metreye ulaşan bir yaşam tüneli açmayı başarmış olurlar.
Buradan
Bosnalı askerlerin hayat malzemesi, gıda ve diğer ihtiyaç malzemeleriyle
yaralılar taşınır, ta ki tünel deşifre oluncaya kadar. Şu an müze olan evi
(tüneli) gördüğünüzde o günlere ait zorlukları,
dayanılmaz mücadeleyi, tarifsiz acıyı, kesintisiz gözyaşını ve çaresiz yokluğu
yeniden yaşıyorsunuz. Her şeye rağmen ümidinden zerre miskal ödün vermeyen
Boşnakların, Çanakkale ruhuyla kazandıkları onurun altın madalyasını
göğüslerinde taşıdıklarına şahit oluyoruz.
Savaş
döneminde açılan ve hayatı idame özelliği taşıyan tünel, aslında bir prototip
sunuyor bize. Benzer açılımlar için zihnimizde, hayal dağarcığımızda yepyeni
fikirlere kapı aralıyor. Heyette yer alan Kültür
Ajanda yazarlarımızdan Servet Hocaoğulları, konuyla ilgili muazzam bir tespitte
bulunmuştu. “Gizli tüneller… Peki, nedir
bu gizli tüneller? sorusuna yine kendisi cevap veriyordu: Eğitim, kültür,
sinema, festivaller, kitap tercümesi, öğrenci değişimi vs.
Hepsini birer tünel olarak görüp buna göre yatırım yapmanın
ehemmiyetine atıfta buluyordu Hocaoğulları. Muhtemeldir ki -ve çok istiyorum-,
bu başlık altında, özel sayımız için bir dosya hazırlayacak. Konuyu onun eşsiz
kaleminden okuma ümidiyle tünel bahsini kapatıyorum.
Evet, eğitim öğretim bu alanların en ehemmiyetli alanı. Aslında mayınlı bir alan… Bilen içinse gelincik tarlasında yürüme rahatlığı… Kışı ve sonbaharı arkasına, umudu, baharı ve yazı önüne alarak salına salına yürür bu yollarda; tıpkı bir kehkeşan gibi…
Şu
bir hakikat: Türklere kırgınlıkları var ama asla küs değiller!
Osmanlı ve Anadolu insanı ile bağlarını hiç mi hiç koparmadıklarını gözlemliyoruz. Bu saatten sonra bir sapma olursa, bunun sorumlusu onlar değil, biz oluruz.
Boşnaklar
ne diyor, ne istiyor?
Bir
defa nakdî yardım istemiyorlar, “Kültür
mirasına sahip olun” diyorlar. Başçarşı esnafının kalkındırılması, hayvancılık
sonrasında elde edilen sütlerin işlenmesi için yeterli fabrikaların açılması,
satışı için de pazar oluşturulması, yine usta-çırak ilişkisinin yeniden tesis
edilmesi ve korunması da talep edilenler arasında önceliği olanlar. Sanatçıları/ustaları/çırakları
oralara (Türkiye’ye) götürüp, yetiştirip geri getirecek bir mekanizmanın hayata
geçirilmesi lazım. Velhasıl istedikleri üç şey var: Yatırım, yatırım ve yatırım.
İstedikleri,
yeni bir sanayi devrimi ve devrim sonunda meydana gelecek yatırımların istihdama
dönüşmesi…
Bosna-Hersek
Esnaf Odaları Başkanı ve Güzel Sanatlar Akademisi Metal Uzmanı Prof. Dr. Mensur
Bekiç, “Fabrikalar açıp Avrupa’ya
satabiliriz. Milletimize yukarıdan bakılmasın, bizim onurumuz var. Biz hiç köle
olmadık! Herkes bize saygı duydu. Azimli ve güçlüyüz… Osmanlı nereye, biz oraya
gittik. Türkiye’ye olan sevgimiz küçüklükten beri var. Bizim size baktığımız
gibi, siz de bize bakın” diyor.
Volkswagen
fabrikası kapandı. Adımları büyük atmak lazım. Bizim yolumuz da, yönümüz de
bellidir. Yepyeni bir maden suyu markası yaparak bunu tüm dünyaya
tanıtabiliriz. Kömür, demir, boksit ve gümüş yönünden zengin yataklara sahip
olan Boşnakların “Kültür mirasına sahip
olun” çığlığını yakinen duyduk, onların sesini duyurma sırası şimdi bizde!
Sanja Krehic ve Adnan Delić, Osmanlı hayranı iki Boşnak. Kaldığımız otele
iki kez geldiler ve birlikte sohbet etme imkânı bulduk. İkisi de muazzam bir
Türkçe kullanma yeteneğine sahip. Aynı zamanda Boşnak ve Osmanlı tarihini çok
iyi biliyorlar. Onlarla rehbersiz konuşmak ise inanılmaz lezzetliydi. Her
ikisiyle yaptığımız söyleşinin satır aralarında geçen önemli tespit ve
taleplerini paylaşmak istiyorum.
Sanja,
bir Türkçe dil uzmanı. İsimlerin savaş öncesi ve sonrası dejenere olduğunu
söyleyerek buna dair örnekler veriyor: İbrahim (İbro), Mehmed (Meho), Mustafa (Muyo), Adem (Ado), Süleyman (Sülo-Suly) gibi isimlerin kısaltılarak çağrıldığını,
sonrasında ise İman ve İmran gibi modern isimlerin kullanılmaya başlandığını,
ayrıca konudan duyduğu rahatsızlığı dile getirirken bir de tavsiyede bulunuyor.
Bal ve Kan
“Balkan” kelimesini yazarken çıkan bu iki hece dikkat
çekicidir. Belki de balımıza göz koyanlar, o peteklere kan ve gözyaşını reva
gördüler yeşilliklerle dolu bu cennet ülke için.
Keyifli bir millettir Boşnaklar, “Kahve içelim” derler acının
içinde.
Türkiye ile Bosna-Hersek arasında kardeşlik
köprüsü kurulmalı ve ortak faaliyetlerini birlikte yürütmelidirler.
Tito, Müslümanları
siyasetin dışında tutma sebebini, “Dindar yalan söylemez!” diye açıklıyor.
Adnan Delić ise Boşnak bir
müzisyen. Onu, geçen yıl Kültür Ajanda dergisinden, Genel Yayın Yönetmenimiz
Nesrin Çaylı Hanımefendi ile gerçekleştirdiği söyleşiden ve zihinlere yer
edinen o meşhur halk türküsü “Sevdalinka”dan tanıyoruz: “Biz, Fatih Sultan Mehmet Han’ın torunlarıyız. Türkleri çok seviyoruz. Buradaki
öğrencilerin okumasını, hak edenin, torpil olmaksızın ve ayırım yapılmaksızın
destelenmesi istiyoruz.”
Anlaşılıyor
ki biraz dertli; sonradan öğreniyoruz Türkiye’den gelen Hasan ve Serkan adında
iki Türk öğrenciye burs verdiğini. Tebrik ederken kendisiyle ilgili bir hayali
paylaşıyor bizimle: “Türkiye’de bir
konser vermek istiyorum.”
İki
büyük soykırım yaşayan Boşnaklar, her ikisinde de silahsız ve hazırlıksız
yakalanmışlar ve bunun bedelini çok ağır ödemişler. Bu savaşlar sırasında yaklaşık
350 bin insan şehit edilmiştir. Geçmişte Sırp ve Hırvat kontrolünde olan
siyaset ve kültürün yeniden elde edilmesi için “Kültür kültüre dayansın, insan insana yaslansın, millet millete yaslansın”
diyoruz.
Dönemin
İçişleri Bakanı ve Aliya’nın başdanışmanı, efsane komutan Yusuf Yuka, “Savaşta
bize lazım olan tek şey silahtı ama o da yoktu. Ve biz, o zorlu savaşı akıl, cesaret, inanç ve azimle kazandık”
diyor.
Ümmet
olma
“Maddi yardıma ihtiyacımız
yok”
diye bas bas bağıran Bosnalılar, ayrıca “Biz
aynı davanın neferleriyiz, yardımdan ziyade, dünyayı Yaratan’a sadakat gösterip
ümmet olgusuyla hareket etmeliyiz” diyorlar.
Modern çağın ihtiyaçlarını çok iyi etüt edip piyasaya öylece çıkılmalı. “Yeni” diye lanse edilen ne varsa, eskiyi hatırlatmayan, eskiye ihtiyaç duymayan ve giderek gelişen/gelişebilen projeleri de beraberinde getirmeli bahsi edilen reformist hareketler. Medya başıboş bırakılmamalı ve mutlaka takip edilmeli, network ağlarından azami derecede faydalanılmalı.
Bu topraklara gerçekleştirilen her sefer (gezi), Boşnakların umutlarını tazelediği gibi, bizim de umutlarımızı tazeliyor. Bu yenilenme onlara, belki de bize bir süre yetecektir ama hayatın ve ümidin idamesi için tabiî bir sirkülasyona ihtiyaç var. Bunun için de kıyıyı döven medcezirlerin hiç mi hiç kesilmemesi gerekiyor.
Başçarşı
ve Sebil
Avrupa'nın
göbeğinde, senelerce kuşatma altında kalan Saraybosna'da neredeyse tüm
binalarda havan ve mermi izlerine rastlamak mümkün. Hal böyle olunca, savaş yıllarının
belleklerden silinmesi uzun seneler alacak gibi görünüyor. Adım başı Osmanlı
İmparatorluğu'nun izlerine rastlandığı gibi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
dönemine ait yapıları da görmek mümkün; tıpkı Başçarşı’nın (Baščaršija)
ortasında yer alan Josip Vanca Sebili ile Mehmet Paşa Sebili gibi...
Bosna
Sancak Beyi Gazi Hüsrev Bey tarafından 1531 yılında Mimar Sinan'a inşa
ettirilen Gazi Hüsrev Bey Camii, tarihteki Osmanlı mimarisinin en gözde
yapılarından biri. Burada namaz kılma ve dua etme ayrıcalığına sahip olduğum
için kendimi bahtiyar hissediyorum.
Büreği,
ceapiyi ve bamya, havuç, bezelye ve tavuktan oluşan Begova çorbası ile tuzlu ayçöreklerini
ise asla unutmayacağım!
Tarihî eserler ve mimarî yapı
Svrzina Kuça ve Osmanlı döneminde Saraybosna konut mimarisinin korunmuş
en güzel örneğini gezerken, aile hayatının mahremiyetine ve hijyene verilen ehemmiyet,
sizde sadece hayranlığa sebebiyet veriyor ve susuyorsunuz.
Caddeye
açılan bahçe kapısından girer girmez, zemini yuvarlak taşlarla kaplı avluyla
karşılaşıyorsunuz, hijyen kapıda başlıyor. Girişte bunun için yapılan bir çeşme
var. Konak, kerpiç, tuğla ve ahşap ağırlıklı… Her bölme özenle yapılmış olup, odaların
her birinde abdest, taharet ve banyo için sıcak su tertibatları düşünülmüş. Eski Osmanlı mimarisiyle yapılan bu evlerden şimdiye
kadar 8-10 tanesi ayakta duruyor. Bunlardan ikisi müze olarak kullanılıyor. Bu
ve buna benzer tüm eserlerin envanteri çıkarılarak koruma altına alınması ve
gelecek kuşaklara taşınması gerekiyor.
Nimetler
şükür ister
Ve
Nimet Annemiz… 92 yaşındaki bir mücadele abidesi ve Boşnak bir ailenin Türk
hayranı hayırlı evladı... Ağzından Kur’an, dua ve şükür hiç düşmüyor. Gözleri
de ömrü gibi yaşlı. Ümidinden dirhem kayıp yok. O dönemde kendisine ve ülkesine
vefa gösterenlerin isimleri ile Türkiye’den Bosna’ya yapılan gizli ve açık
yardımların müsebbiplerini hayırla yâd ediyor. Göğsünde taşıdığı rozetleri
gösteriyor; birini merhum Başbakanlarımızdan Necmettin Erbakan, diğerini de
Sayın Cumhurbaşkanımızın eşleri Emine Erdoğan Hanımefendi tarafından bizzat takıldığını
söylüyor.
Kocasını
anlatırken söze şöyle başlıyor: “44 sene,
17 gün, 3 saat…” Rahmetli kocası, Tuzlalı Bekir Jahiç. İkisi kız, ikisi
erkek olmak üzere, dört çocuk büyüttüğünü, hepsinin ilim irfanla memleketine
hizmet ettiklerini, torunları dâhil, hepsinin alınlarının secdeli olduğunu
iftiharla söylüyor.
Savaş
sırasında çekilen zorlukları mutlaka onun ağzından dinlemelisiniz. O günleri
anlatırken gözleri dipsiz kuyulara dalıp gidiyor. Oradan çıkmak için var
gücüyle yine ümidine sarılıyor. Soğanın 30, yumurtanın 3, şekerin 60,
zeytinyağının 100 KM olduğunu söylerken istatistiksel bilgiler de sunuyor. Düşen
50 bin bombanın sonucunda 16 bin çocuğun öldüğünü, 36 bin kadına/kıza tecavüz
edildiğini gözyaşları içinde aktarıyor. 7 kez Hacca, bir kez de Umreye gittiğini
sıkıştırıyor araya.
“Bu
dünya yalandır, bunda kalınmaz./ Yürü dünya yürü, murat alınmaz./ Gafil olma
gafil, geri dönülmez!/ Yürü dünya yürü, sonu virandır;/ Medet simden
sonra ahir zamandır” ilahisini mırıldanırken
biz de kendisine eşlik ediyoruz. O bundan dolayı mesrur ve mutlu, biz de onunla
olmaktan gururlu…
Mekândan ayrılırken altın öğüdünü ve talebini tekrarlıyor: “Namaz kılın, Kur’an okuyun, oruç tutun ve fabrikalar açın!” Dokuz yüz elli sene yaşayan Nuh Peygamber’in, hastalığı sırasındaki sözünü de hatırlatıyor: “Dünyayı iki kapılı bir han gibi gördüm. Bir kapıdan girdim, diğerinden çıktım.”
Büyük
ağabeye düşenler
Bosna
ziyaretlerimizde bir gerçekle yüzleşiyoruz. Bu gerçek, Osmanlı’nın devamı niteliğindeki
Türkiye Cumhuriyeti’nin, sadece Bosna-Hersek’e değil, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
ile Azerbaycan’a da benzer (mobil) köprüler kurması, sahip çıkması, yatırımlar
yapması ve Batılı devletlere karşı koruyup kollaması gerçeğidir.
Bu
anlamda ilk durağın Bosna-Hersek olması önem arz etmektedir. Şöyle ki, Bosna,
Osmanlı’nın sancağıdır. Bugün kantonlara bölünen Eski Yugoslavya’dan doğan
Sırbistan ve Bosna-Hersek/Hırvatistan Federasyonu ile birlikte Makedonya, Karadağ,
Slovenya ve Voyvodina’nın her birinin, sırtını belli devletlere dayadığını
artık bilmeyen yoktur. Balkanlarda yer alan Bosna-Hersek, Makedonya ve Kosova’nın
Türkiye önderliğinde şahlanışa geçeceğini ümit ediyor, kantondaki diğer
ülkelere destek veren Rusya, Almanya, İtalya, Avusturya, Macaristan gibi
ülkelerin adımlarının da bu anlamda anbean takip edilmesinin elzem olduğunu
düşünüyorum.
Bizim
Müslümanlığımız, asırlarca aynı toprakları paylaştığımız ve iç içe yaşadığımız
Ortodoksları, Hıristiyanları ve Katolikleri rahatsız etmemeli. En önemlisi ise,
bizim burayla (Bosna-Hersek) olan gönül bağımız, ezelden ebede kadar hiç mi hiç
koparılmamalı.
Srebnenica Ağıdı
Saraybosna Filarmoni Orkestrası Şefi Prof. Dr. Emir Nuhanoviç,
kendisiyle yaptığımız söyleşide Srebrenica soykırımının 20. yıldönümüne özel
bestelediği oratoryonun premiyerini 2015’te, İstanbul’da yapmak istediğini bizimle
paylaştı. Srebrenica için özel bestelenen oratoryo, dünyadaki en önemli
örnekler arasında şimdiden yerini alacağa benziyor. Yaklaşık 300 sanatçının
sahne alacağı oratoryoda 125 kişilik klasik müzik orkestrası, yetişkinler ve
çocuklardan kurulu 120 kişilik koro, dünyanın ünlü soprano, tenor ve
vokalistleri ile bale sanatçılarının dans gösterileri, ışık ve barkovizyon
gösterileri yer alacak. 5 kıtayı kapsayan konserler Bosna-Hersek, Amerika
Birleşik Devletleri, Avusturalya, Ruanda, İngiltere, İtalya ve Japonya gibi
ülkelerde sahnelenerek dünya barışına vurgu yapılacak ve başta Srebnenica
katliamındaki şehitler olmak üzere tüm savaş mağdurları anılacak.
“20
yılımı aldı ve çok değişik bir ruh hali içindeyim, geceleri uyuyamıyorum,
besteler yapıyorum. İnsanların geçmişten gelen çığlıklarını duyuyorum. Sanki bu
müzik benim değil, o insanların müziği gibi. Daha önce yaptığım bestelerin
dışında çok duygu yüklü parçalar olduğunu düşünüyorum” diyor.
Dünyanın birçok ülkesinde her gün masum insanlar
katledilirken, “Birbirinizi öldürmeyin!” mesajını tüm dünyaya iletmeye
çalışıyorum. Ağıt projesinde ağlama yerine niçin ninniyi tercih ettiklerini
sorduğumuzda, “Öldüklerine inanmıyoruz da
ondan” diye cevap veriyor.
Nuhanoviç, Srebnenica Ağıdı isimli projede “Türkiye’nin de imzası olmalı” diye şerh
düşüyor. Evet, biz de kendisiyle aynı şeyi düşünüyoruz: “Barışın hâkim olduğu, savaş çığlıklarının yükselmediği bir dünya
istiyoruz!” Çünkü bir gün içinde 8 bin 372 kişi öldürüldü ve bunu
haykırmalıyım.
Srebnenica’da bir Müzik Akademisi hayali kuruyor. Her yıl
Temmuz ayında, katliamın yıldönümünde dünyanın değişik ülkelerinden 150 öğrenci
Bosna’ya (Srebnenica) gelerek soykırımı yerinde görüp ülkelerine gidiyorlar.
Bosna, Avrupa’dan bir parça
Rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in öldüğü gün, Diyanet İşleri
Başkanı Mustafa Efendi ve şu anki Cumhurbaşkanı olan oğlu Bakir İzzetbegoviç, cenaze
marşı çalınmasını istemezler ve Nuhanoviç’ten bir cenazede çalmaları için beste
yapmasını isterler. Talep üzerine bir gecede bir ilahi hazırlanır: “Cenaze merasimi boyunca yağmur yağıyordu. Orkestranın
içinde 65 yaşında müzisyen de vardı ama hiç kimse ayrılmadı. Ertesi gün, bayramının
(Ramazan) birinci günüydü.”
2003’te
vefat eden Bilge Kral Alija İzzetbegoviç, ülkesinin bağımsızlığı için hayatını
feda eden insanların arasına gömülmeyi vasiyet eder. Bu yüzden anıt mezarı
sadedir. İslam’ın altı şartını ihtiva eden altı sütun üzerine kurulu üzeri açık
bir kubbe, yine yukarıdan bakıldığında kaidenin etrafını çevreleyen ve ay
yıldızı temsil eden motifler bulunur. Nur ve huzur içinde yatsın…
“Bosna’dan
Filistin’e, Myanmar’dan Doğu Türkistan’a kadar zulüm olan her yerde, mazlumun,
mağdurun ve oranın sesi olacağız” diyor. Bu projenin ülkemiz
tarafından desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Şöyle ki, proje,
İslamofobinin karşısında olan Sayın Cumhurbaşkanımızın himayelerinde
gerçekleşmesi, ülkemiz ve Bosna-Hersek olmak üzere zulüm altıdaki diğer
Müslüman ve Türk kökenli kardeş ülkeler için büyük bir fırsat olacaktır. Tahminî
bütçenin 21 milyon dolar olduğu söyleniyor ve projeyle ilgili bir de film
çekilmesi hedefleniyor.
Diplomasiyle savaştıklarını ama silah ve güçlerinin olmadığını söylüyor ve ekliyor: “Biz Avrupa’nın bir parçasıyız.”
“Kültür adaleti sağlıyor, unutmayın!”
Dr. Nirha Efendic, (Etnoloji Bölümü Küratörü), gözünden yaş akmadan ağlayan ender bir Boşnak kadını.
Tuzlalı… Annesi yaşlandığı için, kendisini Srebnenica Anneleri’nin faaliyetleri
arasında bulur. “3 buçuk sene direndik, başımıza
gelmeyen kalmadı (!)” derken gerisini dinlemeye mecalimiz kalmıyor. Biraz
bekliyor, gözlerini kaçırıyor, sesinin rengi değişiyor, sonra kaldığı yerden
devam ediyor: “Henüz 15 yaşındaydım. Bir gün kapıya dayandılar, ağabeyimi
(Feyzo) ve babamı (Hamed) alıp gittiler. Bir daha göremedim. Seneler sonra
kemiklerini buldular evin 12 kilometre ilerisinde.”
Sonra o sessiz gözyaşlarını döküyor, biz ise… Biraz
toparlanıp sözlerini şu veciz şekilde tamamlıyor: “Kültür adaleti sağlıyor, unutmayın!”
Otobanlar,
duble yollar
Konjiç’ten (Küçük Konya) geçerek Mostar’a gidiyoruz. Dağ
eteklerinden, nehir yataklarından geçen yollar oldukça dar. Ulaşım gecikmeli ve
riskli bir şekilde sağlanıyor. Duble yollar, yapılacak yatırımları şaha
kaldıracak cinsten. Bosna’da kime söz hakkı verirseniz verin, talepler
sıralamasında beş yıldızlı otel istediklerine şahit oluyorsunuz. Oranlık
alanların sınırsız oluşu, ağaç oymacılığının ilerlemesine sebebiyet vermiş,
ancak yeterli değil. Ahşap ürünler her dönem talep edilmekte.
Mostar’a ulaştığımızda kısa bir şehir turu yapıyoruz.
Serinleyen mevsimin de etkisiyle olacak, turist sayısında gözle görülür düşüş
söz konusu. Dükkânların önü, ürün yelpazesini izleyen ve fiyat soranlarla dolu.
Alışveriş yapanların sayısı ise cılız. Başçarşı esnafı için söylenen söz,
burada Mostar esnafı için yineleniyor: “Mostar
esnafını yeniden canlandırmak lazım.”
Mostar ve Saraybosna, sanatın merkezi olmaya aday
Ressamlar, şairler, fotoğraf sanatçıları, film yapımcıları,
taş ve ayak oymacıları, gümüş ve bakır işlemecileri, atletizm yarışları, futbol
müsabakaları, kürek yarışları, dalgıçlar, bisikletçiler, doğa yürüyüşçüleri,
kayakçılar, ralliciler ve mimarlar ve burada zikredemediğimiz birçok sanatçı ve
sporcu ile bunlara ait dalların temsilcileri buralara gelmeli, eserlerini ve
sporlarını burada yapmalılar.
Srebnenica
Bosna denince akla ilk ve hep gelen yer Srebrenica. Acının
sembol şehri… 10 bine yakın (8 bin 372) masum insanın, Hollandalı askerlerin
gözetiminde katliamının yapıldığı yer… Yollara bakınca ölüme giden muhacirlerin
yarı çıplak ve zayıf düşmüş halleri takılıyor gözlerimize. Kazılan her yerden
ceset fışkırıyor. Artık sağlam bir ceset aranmıyor. Bir ayakkabıdan artan, bir
kemik parçası, çakmak, gözlük gibi özel eşyalardan bir tanesiyle iktifa
ediyorlar.
Yaşına bakılmaksızın öldürülen erkekler ve yurduna geri dönmeyen Boşnaklar… Sebebi
ne olursa olsun, sınırsız araziler bomboş duruyor. Her şeye rağmen, yeşilin
bütün tonlarına rastlamak mümkün.
Karşılaştığımız her Boşnak, bize o meşhur Çin atasözünü hatırlatırcasına, “Bana balık verme, balık tutmayı öğret” diyor. Haklılar, küçük ve orta boy işletmelere çoktan razılar.
Balkanlarda Nene Hatun ruhu
Yolumuzun kesiştiği çatalda, Fatıma Orloviç Kartaloğlu isimli
bir teyzeye rastlıyoruz. Tek kişilik ordu gibi Batı’ya, Kilise’ye karşı dimdik
duruyor. Yıllardır süren haklı mücadelesini uluslararası arenaya taşıyarak
hukuk arıyor. Velma Sariç tercümanlığımızı üstlenmiş, ikisi de çile yüklü…
Fatıma Teyze’yi bu mücadelesinde yalnız bırakmamamız gerekir.
Bizden maddi manevi destek görmeli. Gelecek kuşaklara bu haklı onur
mücadelesini, Batı’ya, Hıristiyanlığa karşı Müslümanların kazandığı bir zafer
olarak aktarmak istiyorsak onu yalnız başına koymamalıyız. Her ne kadar
kendisine vadeliden miktarları elinin tersiyle itmiş, tehditlere boyun eğmemiş
olsa da yanında olmalıyız.
Gözyaşlarının büyüttüğü ağaçlar
Srebnenica Şehitliği’ni ziyaret ediyoruz. Bize evlatlarını ve
eşlerini yitiren iki anne eşlik ediyor. Uçsuz bucaksız şehitlik, nizam ve
intizam içinde. Girdikten sonra çıkasınız gelmiyor. Şehitlikte yatanların
ruhları için Kur’an okunuyor. 20 yıldır görmediği kuzularının mezar başına
geliyor ve sol elini göğüs kafesinin ortasına götürerek (Boşnakça) “Je
moj sin”
derken, sağ işaret ve orta parmağıyla iki rakamını gösteriyor. Anlıyoruz ki,
ilk iki mezarda yatanlar onun çocukları. Üçüncü mezarın kocasına ait olduğunu
anlamak ise zor olmuyor. Zira sol yüzük parmağındaki alyansı takıp çıkarması
yetiyor.
Sıra vedalaşmaya geliyor. Anneyi, tek başına kaldığı evinin
önüne kadar götürüyoruz. Araçtan iner inmez, ucu göğe uzanan çam ağacını
gösteriyor ve “Bu, onun (şehit oğlunun) hatırası” diyor, gözyaşlarını Ceyhun
ediyor. Belki de evin önündeki ağaç ile ormanları kaplayan tüm ağaçlar bu
gözyaşlarıyla sulandı, kim bilir?
Gönül köprülerimiz
1992’den sonra Özal ile başlayan ve Mesut Yılmaz, Demirel,
Erbakan, Çiller, Ecevit iktidarlarıyla devam eden Bosna ilişkilerimiz, son on
üç yıla damgasını vuran Sayın Cumhurbaşkanımızın himayeleriyle en üst seviyeye ulaşmış.
Bugün Bosna’ya havadan, karadan, denizden ve demirden köprülerle ulaşmak mümkün.
Bu köprülerin yanında, üzerinden asırlarca gidilip gelinecek bir de gönül
köprümüz var.
Bosna-Hersek, hak ettiği özgürlüğü, hak ettiği yaşamı kendi milletiyle
ilelebet ve doyasıya yaşayacak.
Türkiye’nin
Bosna-Hersek Büyükelçisi Cihad Erginay heyetimizi kabul ederken, kendisinin de
Boşnak asıllı olduğunu öğreniyoruz. Balkan coğrafyası hakkındaki bilgi
birikimlerini bizimle paylaşmasını ise “öze dönüş” olarak yorumluyoruz. Bizi
karşılayan Büyükelçilik görevlileriydi, uğurlayan ise, o mütebessim simasıyla bizzat
kendisi…
Yıkılmayan
Osmanlı mimarisi
Osmanlı’nın,
fethettiği yerleri imar ederken, işe yollar, köprüler, sebiller, kümbetler, camiler,
mescitler, hanlar, medreseler, aşevleri ve hastaneler ile başlaması dikkat
çekicidir. Asırlardır süregelen savaşlara, soykırıma ve kültürel katliamlara rağmen
bu eserler ayakta duruyorsa, bunun izah edilebilir bir yanı illa ki vardır. Bu
ister inanç olsun, ister ihlas, işin özünde “yarınlara miras olarak kalacak bir
dünya bırakma hayali”nin olduğu apaçık ki bunda da başarılı oldular.
Savaş
bitse de, gizli bir savaşın (tesirinin) devam ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Rehberlerimizin verdiği istatistikî bilgilere bakılırsa, 25 yaşın altındaki işsizlik oranı yüzde 85’ler
seviyesine ulaşmış durumda. Mareşal Tito’nun (Josip Broz) ülkeyi (Yugoslavya)
35 yıl boyunca bölmeden idare ettiğini, “köylüye
toprak, şehirliye şirket verme politikası güttüğünü”, bunu benimseyenlerin sayısının bir hayli fazla
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Türkiye’den
beklenen ve Türkiye’nin aracı olacağı olası yatırımların zaman geçirilmeden
hayata geçirilmesi gerekiyor. Yoksa komünist veya sosyalist dönemin dama
atılmış yöntemlerini yere göğe sığdıramayanların sayısı giderek artar.
İlahiyatçı Prof. Ahmet Alıbasıc da diğer Boşnaklar gibi dini “tek
bağ” olarak görenlerden. Savaşın acımasız yanına rağmen dinlerini,
edebiyatlarını ve kültürlerini işte bu bağ sayesinde korumayı başardılar. “Son savaşta, bırakın kültür soykırımını,
doğaya karşı da savaş açtılar” diyor. Üstelik bu savaşı, kural
tanımayanların en azılı olanları yürüttü. Ve ne yazık ki Balkan Müslümanlarının
kaderi hep aynı!
Dil öğrenelim, dil öğretelim
Yeni nesil için yeni ve öncü bir üniversiteye ihtiyaç var. Her
anlamda ileri demokrasiyi, özgürlüğü, aklı öneren, çağın ilerisini gören, gereksinimleri
karşılayan ve istihdama yönelik bir üniversite… Dili, eğitimi, yerleşkesi,
güvenliği ve eğitim kadrosu ile cazip ve ilk 100’ü hedefleyen bir üniversite… Sembolik
olmaktan uzak, hissî duygularla birbirine yakın bir üniversite…
Biraz daha müşahhas hale getirelim: Akademik özerkliği ve
özgürlüğü olan, insan odaklı hizmet anlayışıyla var olan bütün kalite
normlarını karşılayan, kendisinden eğitim talep edilmesi durumunda etik açıdan
hızlı değerlendirme birikimine sahip akademik kadroların istihdam edildiği,
yönetimin olabildiğince demokrat olduğu, çıtayı bu alandaki en iyilerin üzerine
çıkarmayı hedefleyen ve bu hedef doğrultusunda çalışma azmine sahip
öğrencilerin ve araştırma görevlilerinin tercih edildiği, bilimsel gelişmelere
açık, rekabetçi ve tartışılabilir karar mekanizmasına sahip, günümüz
ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılamaya matuf, tecrübe açısından hiçbir
üniversitenin gerisinde kalmayan, objektif tutum ve davranışları özgürce
sergileyen bireylerin fikirlerini özgüvene dayalı beyan ettikleri, ilmin
bilinmeyen dallarını keşfetmeye azimli idealist üniversitenin kurulacak
enstitümüze ait olmasını çok isterdim.
Bir marka çıkarmalıyız Daru’l-Erkam gibi…
Bihaç/Cazin’deki Bosna-Hersek İslam Teşkilatı (İslamska
Zajednica Bosna i Hercegovina) Cemalettin Çavuşeviç Medresesi’ni ziyaret
ediyoruz. Yüzlerce yatılı öğrenci var. Erkek ve kızlara ait modern yurtları,
spor salonları ve modernizasyonu devam eden laboratuvarları ile göz dolduran,
hilal görünümlü büyük bir külliyeden mütevellit.
Bizi okul müdürü ve mütevelli heyeti karşılıyor. Okulu baştan
aşağıya geziyoruz, eksikliklerini söylüyorlar. Spor salonunun çatısında ağaç
işçiliği hâkim. Dışarıdaki halı sahaları bakıma, daha doğrusu yenilenmeye
muhtaç. Bunun yanında üç dört katlı yeni ve daha modern kimya, biyoloji ve fen
laboratuvarları yapılıyor. Ayrıca okulun etrafında yer alan Hırvat ve Sırplara
ait satılık arazilerin alınmasını talep ediyorlar. Eğer bu gerçekleşirse, anaokulu
ve ilkokul yapacaklarını belirtiyorlar. Bizden önce okula uğrayan ve gerekli
incelemeleri yapan TİKA yetkililerinden umutlu bir haber (sonuç) beklediklerini
ifade ettiler. Suyundan mıydı, ihlaslı demlediğinden mi bilmiyoruz, ama
Bosna’daki en güzel çayı orada içtik.
Tarih ve Kur’an-ı Kerim dersi verilen sınıflara giriyoruz.
Her iki sınıfa hitaben, yazarlarımızdan Servet Hocaoğulları konuşma yapıyor. “Benim
kızım da sizler gibi, böyle bir okulda okuyor” diyerek başladığı konuşmasını,
başarı dileklerini aktararak bitiriyor ve öğrencilerle birlikte okul yönetimini
tebrik ediyor.
Öğrencilerle birkaç dakika da olsa konuşma fırsatı
yakalıyoruz. Hepsi birer edep abidesi… Bizi görünce sıcak davranışlarını devam
ettiriyorlar. Birlikte hatıra fotoğrafları çektiriyoruz. Bizi uğurlamaya gelen
ekibin içinde iki kız öğrenci var: Demirala ve Fatıma… Sayın Cumhurbaşkanımızı
çok sevdiklerini belirtip, ona atfen “Mihriban” isimli türküyü okuyorlar. Coşkulu
sesleri, aradan geçen üç aya rağmen kulaklarımızda yankılanmaya hâlâ devam
ediyor.
Teşkilatlanma zenginliği
Bosna’da inanılmaz yoğunlukta teşkilatlanma ihtiyacı var.
Bunu normal görüyoruz. Çünkü savaş bunu zorunlu kılmış. Bugünlere ulaşmalarındaki
en büyük pay, hiç şüphesiz adı geçen/geçmeyen bu teşkilatlara aittir.
Bosna-Hersek’te, teşkilatların dışında ele alınacak o kadar çok alan var ki… Tarih
ve tarihî eserler, eğitim, sanat, edebiyat, müzik, aile, Osmanlı ruhu, turizm,
spor, müzeler, ticaret, vakıflar ve vakıf eserleri, din, tekkeler, dergâhlar,
STK’lar, temsilcilikler, kurumlar, bilişim sektörü, yatırımlar, ikili hatta
üçlü ilişkiler… Hal böyle olunca, bahsi geçen alanlarla teşrik-i mesaimiz
fasılasız devam etmeli. Bosna-Hersek’in uzak ve yakın tarihi doğru kaynaklardan
toparlanıp yayınlanmalı ve buna bir proje dâhilinde mutlaka sahip çıkılmalı.
Son gün, rehberliğimizi üstlenen Balkan Tur’un sahibi Selim Bey’in
Hrisno semtindeki Bosmall (Residance) evinde müthiş bir kahvaltı ile 10 günün
yorgunluğunu çıkarıyor, dönmeden ev ortamında adaptasyon sorununu çözüyoruz.
Bu coğrafyada acının o canhıraş sesi bir daha yankılanmayacak!
“Eğer
bir şeyler yapılmazsa, her 20-30 yılda bir soykırım yaşanır” endişesi
taşıyor Boşnaklar. Vahşetin bir daha yaşanmaması için, bugün yapılması gereken
şeyleri eksiksiz yerine getirmeli ve atılacak adımları birer değil, belki
ikişer ikişer atmalıyız.
Ajanda Grup tarafından çıkartılan Haber Ajanda ve Kültür
Ajanda dergileri, bir dergiden fazlasını ihtiva etmektedirler ve her birinin
ayrı birer misyonu var. Bu eksende yayımlanan derginin, genel yayın yönetmeninden
tutun da yazarına varıncaya kadar tüm ekibe büyük bir sorumluluk yüklediği
muhakkak.
Yenilenen dualar, filizlenen umutlar
Bu topraklara gerçekleştirilen her sefer (gezi), Boşnakların
umutlarını tazelediği gibi, bizim de umutlarımızı tazeliyor. Bu yenilenme
onlara, belki de bize bir süre yetecektir ama hayatın ve ümidin idamesi için tabiî
bir sirkülasyona ihtiyaç var. Bunun için de kıyıyı döven medcezirlerin hiç mi
hiç kesilmemesi gerekiyor. Bizi ayakta tutan, geçmişimize olan kurbiyetimiz,
geleceğe olan inancımızdır. Bunun için ideallerimizi canlı tutmanın yollarını
aramalıyız.
Yine
dergimiz yazarlarından Ayten Çalış, Bosna dönüşü izlenimlerini aktarırken söze başlayarak
Derin Bosna’nın önüne bir de yarayı eklemişti: “Bosna: Türkiye’nin can yakasındaki o tarihî çiçek… Onurumuz, namusumuz
ve derin yaramız…”
Hangi
insana dokunursanız dokunun, bizzat
yaşadığı, şahit olduğu yahut duyduğu bir hikâyesi mutlaka vardır.
Bosna’da
sinema salonlarına hacet yok
Her
yerde bir dram afişi var, her afişte onlarca esas oğlan ve esas kız…
Kahramanların sayısı ise hadsiz…
Yine sayısını hatırlayamadığımız kadar kısa ve
uzun metrajlı filmler,
belgeseller çekilmiş, konferanslar, paneller düzenlenmiş. Saraybosna, Mostar,
Travnik, Srebrenica, Bihaç, Sazin başta olmak üzere
birçok şehir ve kasabayı dolaştık.
Farklı
inançların huzur ve barış içinde yaşandığı Bosna-Hersek, inanç turizmi
acısından canlandırılmalı ve eski cazibesine kavuşmalı.
Geleceğin
ustalarını yetiştirmek, sanatı geleceğe taşımak için her sanat dalında olduğu
gibi bakırcılıkta da çırak yetiştirmek esastır.
Osmanlı adı ve
eserleri, başkalarını rahatsız edecek konumdan kurtarılmalı.
Görünürde
Srebnenica çiçeği, özünde ise Srebnenica katliamı… Bu çiçek sayesinde yapılan
katliamlar unutulmadan tüm dünyaya duyurulmalı.
2014
baharında yaşanan sel felaketinde bile para istenmemiş. “Biz sizden para istemiyoruz, fuar ve malzeme istiyoruz” diyorlar. Bu
sese kulak verilmeli.
Bosna’da
yatırımlarını ve faaliyetlerini sürdüren birkaç Türk şirketi var. Bunlar Çilek
Mobilya, Hayat Kimya ve Şişe Cam gibi
firmalar. Peki, yeterli mi? Hayır!
Bosna’da
demleme usulüyle elde edilen bildiğiniz çayı bulmakta zorlanıyorsunuz. Birkaç
kahvehane açılsa, içine kitaplar yetiştirilse ve adına “kıraathane” dense, o
bile çok iş görür ve en küçük yatırım boyutunda ele alınabilir.
Başçarşı’yı
gezdiğinizde bizdeki Kapalıçarşı’yla neredeyse aynı işlevi görüyor. Bir de
müşteri açısından “aynı” olsa çok daha iyi olacak. Yine Başçarşı ve civarında
yer yer dilenen şahıslara/çocuklara rastlıyoruz. Saraybosna’yı yansıtan
hediyelik kumaşlar için Bezistan’ı mutlaka gezmelisiniz.
Etnik
kıyımın yanında, sanata, kültüre ve tarihe karşı da o acımasız kıyım
gerçekleştirilmiş. Savaşın izlerini silmek zor olsa da kıyıma uğrayan yerlere
pansuman, ardından tedavi edici müdahaleler yapılmalı.
Galatasaraylı
Tarık Hodzic… O futbolu bıraktı ama ülkesini bırakmadı. Şimdi mütevazı kebap
dükkanında müşterilerini ağırlayan bir işletmeci…
Savaş
sonrası artan emlak fiyatlarını dengelemek için Türkiye acilen oralara TOKİ
modelini yerleştirmeli ve düşük gelir grubuna karakteristik Bosna özelliği
taşıyan evler, istihdam için de küçük ve orta boy işletmeler yapmalı.
Bektiç’e
söylediğimi tekrar ederek, söz hakkımı tamamlıyorum: “Artık biz varız!”