Geleneğin “besleyen” ve “kör eden” yanlarına dikkat!

Kolaycılığımızı silkinerek, zihin tozlarımızı arındırarak, okuyarak, dinlemeyi öğrenerek, her iki cihan saadeti için bizlere verilen reçeteyi doğru okumalı/anlamalı ve samimiyetle yerine getirmeye niyet edelim. Niyet etmiş gibi değil, hakikî anlamda niyet tazeleyelim.

BU bir masal ya da hikâye değil, Ramazan ayı içinde uygulanmaya devam edilen mukabele birlikteliklerinden gönlüme takılı kalan bir ayrıntı. Mütevazı bir mekânda toplanmış her biri birinden güzel hanımefendiler, yine içinde bulunulan mübarek ayın ruhuna uygun bir şekilde (eminim ki) halis niyet üzere bir araya gelmişler. Uygulamaya çalıştığımız diğer sünnetler gibi bu konuda da ne kadar bilinçliyiz? En iyisini yalnızca Allah bilir.

Fuzulî’nin dediği gibi, “Konuşsam tesiri yok, sussam gönül razı değil”. “Konuşayım mı, susayım mı, yoksa kendimi dağlara mı vurayım?” dediğim gönül yangınlarımdan bir yangın bu. Acizliğimin dile gelişi, gözümün değil, özümün gözyaşları, kalemimin isyanı ve ikrarı...

***

Genç hanımefendi, ateş çıkan gözleriyle uzun süre etrafa bakındı. Belli ki bir derdi vardı. Hâli ile sessizliği tezat oluşturuyordu. Oturduğu yerde sürekli kıpırdanıyor, pozisyon değiştiriyor, elindeki kalemi sert bir şekilde (belki de farkında olmadan) masanın kenarına vuruyordu. Keskin bakışları belli belirsiz tebessümünün ardına gizlenip umulmadık bir noktaya takılıp kalıyordu. Toplanmanın sebebi hâsıl olup günlük okuma sona erince söze girdi. Elinde hazır ettiği kâğıtları sallayarak heyecan ile başladı konuşmaya. O esnada salonda bulunan diğer hanımlardan gürültülü birtakım sesler duyuluyordu. Çantasını toplayan, telefonunu kontrol eden, hafiften ayaklanma hâlleri ile gizliden gizliye “Artık gidelim” diyen davranışlar görülmeye ve duyulmaya başladı. Genç hanım kararlı ve coşkulu hâlinde ısrar ederek sesini usulca yükseltti:

“Kur’ân-ı Kerim’i lafzından okumak elbette mühim bir ibadettir. Her bir harfinin koruma altında olduğu İlâhî kelâm ile sabit olan Hak Kitaptır. Orijinal lisanını anlayamasak bile ruhumuza etkisi, huzuru, mutluluğu tartışmasızdır. Hem bu dünyamızı mamur etmede rehber, hem ebedî hayatımızda kurtuluşumuza (Allah’ın izniyle) giden yolda en büyük yardımcımızdır. Ancak...”

Bu sözlerin ardından bir anda duraksadı. Uğultular yine başlamış, “Aslında haklısın ama” diyerek bitmek bilmeyen sebepler üst üste dizilmeye başlanmıştı. Herkesin başını sallayarak onayladığı, vücut diliyle ise (bir biriyle koordineli bir dalgalanma şeklinde) aksinin göründüğü (!) bu tablo içinde, olduğum yerde yine, yeniden kendi içime düşmekten, kendi kendimden utanmaktan kurtulamamıştım. Nereden geldiği anlaşılamayan bu uğultu yeniden odayı doldurmuş, sanki herkes ayaklanıyor gibi bir hava oluşmuştu. Aslında tüm bunlar ilk kez olmuyordu. Ama bu sefer…

Orada bulunan her bir kişi için kalbimden özür cümlelileri kurmuş, “Onlar bilmiyorlar” sözünü mırıldanmaya koyulmuştum. Nasıl bir sebep bu gafletin yüzünü ak ederdi? Bu ne büyük bir akıl tutulmasıydı?

Vakur duruşunu bozmadan hazır ettiği kâğıtlardan okumaya devam etti genç bayan. Belli ki anlamaya, akletmeye, okuduklarımızın en azından bir cümlesini kavramak ve derdi ile dertlenebilmemiz için, kıymet biçilemeyecek bir niyet kuşanmıştı. Kur’ân-ı Kerim’in indirilmeye başlandığı bu mübarek ayda okuduğumuz Kur’ân’lar sadece kulaklarımıza değil, ruhlarımıza değsin istiyordu. Yalnız ruhumuza da değil, bizâtihî hayatımıza fiil ve salih amel olarak, hâl olarak yansısın diliyordu. İlerleyen günlerde konularını hazır ettiği kâğıtlar teker teker azalacak, farklı konular üzerinde düşünce yolculuklarına çıkmaya ve çıkarmaya davet ve gayret edecekti. Bizler de kendi nasibimize düşene önce talip, sonra da razı olacağız!

***

“Gayret bizden, tevfik Allah’tan” denir. Niyetlerimizi hangi istikamet üzere inşâ ettiğimiz konusu biraz karışık görünüyor. Hayatlarımızda geleneksel olanın, kültürümüzde kemikleşen ritüellerin, alışılanın dışına çıkmak neredeyse imkânsız hâlde. Bir an önce okuyup bitirmek, daha öncekilere uymak, herkes gibi yapmak, gereken ritüeli tamamlayıp paketlemek hem kolay, hem de risksiz. Peki, o zaman “Düşünmez misiniz?”, “Akletmez misiniz?” sorularına muhatap olan kim?

Modern dünya insanı geçmişe bakmaktan men ederken, sürekli yarına, sonrasına odaklıyor. Henüz gelmeyen gelecek süslenip cazip gösteriliyor. Bunun için özellikle çaba harcanıyor. Zihinler zamana hükmetmemek, devam eden yarışta kulvara çıkmamak için yedek kulübesinde konumlandırılmış gibi görünüyor. Birileri “Düşünmene gerek yok” diyor, “Ben senin yerine arar, bulur, düşünür, sana sunarım. Yapman gereken itaat etmek, kurallara uymak. İhtiyaç olduğunda bir demet romantik nostalji ile yetinirsin. Gerisi yok ya da henüz gelmeyen gelecekte”.

Geleceği satın alınmış gençler, geçmişi paketlenip küçültülüp eline konulmuş yaşlılar… Bugün için de fikir üretmek, akletmek çok yorucu ve sevimsiz. Kimsenin buna zamanı yok. Tüm dünyada sıradan olmak övülürken, fikre ve düşünceye yatırım bazı alanlarda (kontrol altında) mümkün oluyor.

Haklı ve her şeyi biliyor olmak gibi henüz tanısı konulmamış hastalıklarımızdan zaman zaman bahsederim. Dar ve kısır çekişmelere değil, faydalı olana yönelmekten özellikle kaçıyor gibiyiz. Öğrenmeye, düşünmeye, akletmeye ihtiyacımız her zamankinden fazla. Tam olarak “aşk ve şevk” yoksunuyuz. Gayret etmeye dair ufak bir emare gösterebilsek yeterli! Ya da buna sahip olana ilgi ve alâka gösterip destek olsak, değer versek, dinlesek... Hele bir başlasak, yola koyulabilsek…

Geleneğe karşı çıkmadan, eleyerek ve akıl ile işleyerek yol almalı. Ama ille de üzerine daha fazlasını, bir başkasını inşâ ederek yol alınabileceğini (artık) anlamak zorundayız.

Keyfimizi kaçırmak, korunaklı düşünce dünyalarımıza nefes aldıracak yeni pencereler açmak zorundayız. Okumaya, anlamaya, dinlemeye, samimiyete geri dönmenin yollarını aramalıyız.

Kolaycılığımızı silkinerek, zihin tozlarımızı arındırarak, okuyarak, dinlemeyi öğrenerek, her iki cihan saadeti için bizlere verilen reçeteyi doğru okumalı/anlamalı ve samimiyetle yerine getirmeye niyet edelim. Niyet etmiş gibi değil, hakikî anlamda niyet tazeleyelim.

Gayret bizden olursa, Allah şüphesiz ki Kerîm’dir!