Gelecek küçük adımlarla kurulur

Geleceğin kültür ve medeniyetini oluşturacak bireylerin, ekiplerin ve oluşumların yetişmesi adına, bireysel veya grup bakış açıları ve değerlendirmelerin etkisinde kalınmadan tüm konular bilimsel olarak ele alınmalı, eni boyu ciddî şekilde masaya yatırılarak ayakları yere basan bir plânlama yapılmalı ve bu plâna göre tavizsiz şekilde eylem programları hayata geçirilmelidir.

HEPİMİZ hayatın içindeyiz. Bazen ortasında, bazen de kıyısında. Kimi zaman tamamen kendimizi hayatın dışında hissetsek de aslında en ortasındayızdır.

Bazen kendini bu hayata veya içinde bulundukları çevreye ait olarak görmeyenlerimiz olsa da hayatın içindeyiz ve yaşamaya devam ediyoruz.

İnsan, tüm gerçekliği ile hayatın içindedir ve vardır. Var olmasının ispatı olan eğitimi, kültürü, ahlâkî kişiliği ve karakteri ile vardır.

Peki ama bu eğitim, kültür, kişilik, karakter ve ahlâkî normlar nasıl oluşur? Bunları oluşturan unsurlar nedir?

Kişiliği oluşturan bir veya iki tane faktörden söz edemeyiz. Dil, din, gelenek, görenek, eğitim, kültür, sanat, dünya görüşü, tarih, aile, çevre, teknoloji ve içinde bulunulan ortamlar, ilk etapta sayabileceğimiz ana unsurlardır.

Başka bir tarifle, “İnsanın bireysel ve toplumsal olarak varlığının oluşumu ve şekillenmesine etki eden -soyut ve somut her ne varsa- her şey etkilidir” diyebiliriz.

Bütün bunlar kişiliğimizi oluşturur. Kişilik, bireye özgü bir yapıdır. Hiçbir kimse bir diğerine benzemez. Bir kişi ne kadar uğraşırsa uğraşsın, başka bir kimseye benzemeye çalışması, onunla aynı olmak için uğraşıp didinmesi, kendi kişiliğini özünden tümüyle değiştirmesi yönünde çaba sarf etmesi boşunadır. Çünkü bir kişi ne kadar çabalarsa çabalasın, bir başkası olamaz. Ne kadar taklit ederse etsin, bir başkası olamaz. Olsa olsa kötü bir kopyası olabilir.

Özgüven, özsaygı sahibi, eğitimli, kendi öz kültürü ve insanî değerlerle donanımlı, her yönüyle kendisi olan, güçlü kişilikli bireylerin yetişmesi ve çoğalması için uzun soluklu adımlar atılmadığı sürece yaşanan sıkıntılar katlanarak artacaktır. Geleceğin kültür ve medeniyetini oluşturacak bireylerin, ekiplerin ve oluşumların yetişmesi adına, bireysel veya grup bakış açıları ve değerlendirmelerin etkisinde kalınmadan tüm konular bilimsel olarak ele alınmalı, eni boyu ciddî şekilde masaya yatırılarak ayakları yere basan bir plânlama yapılmalı ve bu plâna göre tavizsiz şekilde eylem programları hayata geçirilmelidir.

Dünya düzeni bozularak dünya coğrafyalarının tekrar şekillendirilmeye çalışıldığı, tek taraflı oluşum içine yönlendirildiği, bilgi kirliliğinin ve kafa karışıklıklarının hâd safhalarda yaşandığı ve yaşatıldığı bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçte, her alanda dikkatli davranarak, kontrolü kaybetmeden doğru adımlar atılmalıdır. Peki, bunu kim yapacak? Tabiî ki ben/biz/bizler! Hem de birinden veya birilerinden herhangi bir şey beklemeden…

Kendi kültürel değerlerimizle kendi eğitim normlarımızı oluşturarak öz kültürümüze yaslanmazsak, özgün kişiliğimizden ve toplumsal yapıdan bahsedemeyiz. Kendi medeniyet kulelerimizi inşâ edemeyiz. Bu kuleleri inşâ ederken sürekli öğrenen, öğrenmeyi kendi içinde çoğaltan, öğrendiği bilgileri hayata geçiren, yaşayan, deneme yanılma yapan bireyler olmalıyız.

Yenilenme adımları atılırken, gelecek adına yeni ve ayakları yere basan çalışmalar yaparken geçmişi görmezlikten gelemeyiz. Geçmişin eğitim, kültür, bilgi birikimi ve her alandaki sosyal yaşantısını görmezlikten gelirsek, gelecek adına hiçbir şey yapamayız. Geçmiş yaşantılar, bilgi ve deneyimlerden yararlanamazsak, telâfisi mümkün olmayan hatalar yapmaya mahkûm oluruz.

Bilhassa eğitim birikimleri, tecrübeleri göz ardı edilmemelidir. Eğitim veya öğrenme kuramları iki üç yüzyıllık bir geçmişe sahip değildir. Eğitim ve öğrenme, kökleri yaratılışa kadar dayanan, daha varlık oluşmadan başlayan, oluşum evrelerinde ve öğrenmenin ilk yıllarında çok yoğun olarak gelişen, hayatın her evresinde kesintisiz devam eden aktif bir süreçtir.

Eğitim, kültür ve öğrenmek, insan yaşamının her evresinde kesintisiz ve aktif olarak devam eder. Okulla sınırlandırılamayacak kadar ciddî, başkasına bırakılamayacak kadar paha biçilmez, ihmâl veya suiistimale gelmeyecek kadar hassas bir konudur.

Geleceklerini inşâ etmek adına hayata hazırladığımız çocuklarımızı, gençlerimizi, gerekli gereksiz, bazen detaylı ve bazen ansiklopedik, çoğu zaman sosyal ya da bireysel hayatın içerisinde hiçbir yeri olmayan, sadece belli uzmanlık alanlarında kullanılan bilgileri yükleyerek beyin potansiyelini geliştirmekle hayata hazırlamak imkânsızdır.

Hayata güçlü bir şekilde hazırlanmak için birey önce kendiyle yüzleştirilmeli, kendini iyi tanımalı sonra hayatla tanıştırılmalı, kişisel ve sosyal yaşam becerilerini geliştirmeli. Daha sonra hayatının bütününü sürdüreceği mesleğe hazırlayacak bilgiler verilmelidir.

Bireyi okula göndermekle, matematik, tarih, fizik, kimya, coğrafya ve benzeri derslerin konularını öğrenmekle eğitimin olmayacağını, insan tekâmülünün tamamlanmayacağını, salt bunları öğreterek eğitimin olmayacağı gerçeğini unutmamakta fayda vardır.

Ama biz, sadece mesleklerde dahi kullanılmayan bilgileri sorgulamadan, sorgulatmadan, kuru bilgileri öğrencilere yükleyerek başarılı olmalarını bekliyoruz. Öğrencilerimiz okula gidiyorlar ama niçin gittiklerinin cevabını veremez hâldeler. Sorgulamadan, düşünmeden, hayata hazırlamayan kuru bilgilerin yükü altında eziliyorlar.

Seçkin eğitim verdiğini iddia eden ve başarılı bireyler yetiştirdiğini söyleyen kurumların da çoğunluğunda, genellikle IQ tabanlı bir ölçüm ve değerlendirme yapılarak eleme yapılıyor. Yetiştirdikleri öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun gözü yurtdışında… Ya da büyük kazançlar elde ederek kendilerine kendilerince ve bencilce güç kuleleri inşâ etmenin derdine düşüyorlar.

Peki, toplum, kültür, değerler ve gelecek nerede kaldı? Bu tarz kişilere yönelik olarak bu sorunlar dile getirildiğinde, “Boş ver, bana ne?! Bu dünyada başkasının mutluluğu için çalışamam, ben önce kendimi düşünmeliyim” tarzında cümlelerle karşılaşırız.

Dolayısı ile okumayı bilen ama okuduğunu anlayamayan, anladığını zannettiğini yorumlayamayan, insan ilişkilerinde zorlanan, sosyal ve aile hayatının içerisinde tamamen pasifleşmiş, spor, sanat, edebiyat, kültür, doğal çevre, insan ilişkileri, inanç değerleri ve benzeri alanlarda tamamen yetersiz, bazen de tamamen pasif kişilikli bireyler çoğalmaya başladı.

Burada bize düşen görev, konuştuğumuz ve eleştirdiğiniz konularda alternatifler üretmektir. Herkes kendi çapında, etki alanı içerisinde bulunduğu ortamda küçük de olsa bir şeyler yaparsa, o “küçük” dediğimiz çalışmalar çok büyük ve güzel sonuçlar doğurmaya başlayacaktır.