
HEPİMİZ hayatın
içindeyiz. Bazen ortasında, bazen de kıyısında. Kimi zaman tamamen kendimizi
hayatın dışında hissetsek de aslında en ortasındayızdır.
Bazen kendini bu hayata veya içinde bulundukları
çevreye ait olarak görmeyenlerimiz olsa da hayatın içindeyiz ve yaşamaya devam
ediyoruz.
İnsan, tüm gerçekliği ile hayatın içindedir ve vardır.
Var olmasının ispatı olan eğitimi, kültürü, ahlâkî kişiliği ve karakteri ile
vardır.
Peki ama bu eğitim, kültür, kişilik, karakter ve
ahlâkî normlar nasıl oluşur? Bunları oluşturan unsurlar nedir?
Kişiliği oluşturan bir veya iki tane faktörden söz
edemeyiz. Dil, din, gelenek, görenek, eğitim, kültür, sanat, dünya görüşü,
tarih, aile, çevre, teknoloji ve içinde bulunulan ortamlar, ilk etapta
sayabileceğimiz ana unsurlardır.
Başka bir tarifle, “İnsanın bireysel ve toplumsal
olarak varlığının oluşumu ve şekillenmesine etki eden -soyut ve somut her ne
varsa- her şey etkilidir” diyebiliriz.
Bütün bunlar kişiliğimizi oluşturur. Kişilik, bireye
özgü bir yapıdır. Hiçbir kimse bir diğerine benzemez. Bir kişi ne kadar
uğraşırsa uğraşsın, başka bir kimseye benzemeye çalışması, onunla aynı olmak
için uğraşıp didinmesi, kendi kişiliğini özünden tümüyle değiştirmesi yönünde
çaba sarf etmesi boşunadır. Çünkü bir kişi ne kadar çabalarsa çabalasın, bir
başkası olamaz. Ne kadar taklit ederse etsin, bir başkası olamaz. Olsa olsa
kötü bir kopyası olabilir.
Özgüven, özsaygı sahibi, eğitimli, kendi öz kültürü ve
insanî değerlerle donanımlı, her yönüyle kendisi olan, güçlü kişilikli
bireylerin yetişmesi ve çoğalması için uzun soluklu adımlar atılmadığı sürece
yaşanan sıkıntılar katlanarak artacaktır. Geleceğin kültür ve medeniyetini
oluşturacak bireylerin, ekiplerin ve oluşumların yetişmesi adına, bireysel veya
grup bakış açıları ve değerlendirmelerin etkisinde kalınmadan tüm konular
bilimsel olarak ele alınmalı, eni boyu ciddî şekilde masaya yatırılarak
ayakları yere basan bir plânlama yapılmalı ve bu plâna göre tavizsiz şekilde
eylem programları hayata geçirilmelidir.
Dünya düzeni bozularak dünya coğrafyalarının tekrar
şekillendirilmeye çalışıldığı, tek taraflı oluşum içine yönlendirildiği, bilgi
kirliliğinin ve kafa karışıklıklarının hâd safhalarda yaşandığı ve yaşatıldığı
bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçte, her alanda dikkatli davranarak, kontrolü
kaybetmeden doğru adımlar atılmalıdır. Peki, bunu kim yapacak? Tabiî ki
ben/biz/bizler! Hem de birinden veya birilerinden herhangi bir şey beklemeden…
Kendi kültürel değerlerimizle kendi eğitim
normlarımızı oluşturarak öz kültürümüze yaslanmazsak, özgün kişiliğimizden ve
toplumsal yapıdan bahsedemeyiz. Kendi medeniyet kulelerimizi inşâ edemeyiz. Bu
kuleleri inşâ ederken sürekli öğrenen, öğrenmeyi kendi içinde çoğaltan,
öğrendiği bilgileri hayata geçiren, yaşayan, deneme yanılma yapan bireyler
olmalıyız.
Yenilenme adımları atılırken, gelecek adına yeni ve
ayakları yere basan çalışmalar yaparken geçmişi görmezlikten gelemeyiz.
Geçmişin eğitim, kültür, bilgi birikimi ve her alandaki sosyal yaşantısını
görmezlikten gelirsek, gelecek adına hiçbir şey yapamayız. Geçmiş yaşantılar,
bilgi ve deneyimlerden yararlanamazsak, telâfisi mümkün olmayan hatalar yapmaya
mahkûm oluruz.
Bilhassa eğitim birikimleri, tecrübeleri göz ardı
edilmemelidir. Eğitim veya öğrenme kuramları iki üç yüzyıllık bir geçmişe sahip
değildir. Eğitim ve öğrenme, kökleri yaratılışa kadar dayanan, daha varlık
oluşmadan başlayan, oluşum evrelerinde ve öğrenmenin ilk yıllarında çok yoğun
olarak gelişen, hayatın her evresinde kesintisiz devam eden aktif bir süreçtir.
Eğitim, kültür ve öğrenmek, insan yaşamının her
evresinde kesintisiz ve aktif olarak devam eder. Okulla sınırlandırılamayacak
kadar ciddî, başkasına bırakılamayacak kadar paha biçilmez, ihmâl veya
suiistimale gelmeyecek kadar hassas bir konudur.
Geleceklerini inşâ etmek adına hayata hazırladığımız
çocuklarımızı, gençlerimizi, gerekli gereksiz, bazen detaylı ve bazen
ansiklopedik, çoğu zaman sosyal ya da bireysel hayatın içerisinde hiçbir yeri
olmayan, sadece belli uzmanlık alanlarında kullanılan bilgileri yükleyerek
beyin potansiyelini geliştirmekle hayata hazırlamak imkânsızdır.
Hayata güçlü bir şekilde hazırlanmak için birey önce
kendiyle yüzleştirilmeli, kendini iyi tanımalı sonra hayatla tanıştırılmalı,
kişisel ve sosyal yaşam becerilerini geliştirmeli. Daha sonra hayatının
bütününü sürdüreceği mesleğe hazırlayacak bilgiler verilmelidir.
Bireyi okula göndermekle, matematik, tarih, fizik,
kimya, coğrafya ve benzeri derslerin konularını öğrenmekle eğitimin
olmayacağını, insan tekâmülünün tamamlanmayacağını, salt bunları öğreterek
eğitimin olmayacağı gerçeğini unutmamakta fayda vardır.
Ama biz, sadece mesleklerde dahi kullanılmayan
bilgileri sorgulamadan, sorgulatmadan, kuru bilgileri öğrencilere yükleyerek
başarılı olmalarını bekliyoruz. Öğrencilerimiz okula gidiyorlar ama niçin
gittiklerinin cevabını veremez hâldeler. Sorgulamadan, düşünmeden, hayata
hazırlamayan kuru bilgilerin yükü altında eziliyorlar.
Seçkin eğitim verdiğini iddia eden ve başarılı
bireyler yetiştirdiğini söyleyen kurumların da çoğunluğunda, genellikle IQ
tabanlı bir ölçüm ve değerlendirme yapılarak eleme yapılıyor. Yetiştirdikleri
öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun gözü yurtdışında… Ya da büyük kazançlar
elde ederek kendilerine kendilerince ve bencilce güç kuleleri inşâ etmenin
derdine düşüyorlar.
Peki, toplum, kültür, değerler ve gelecek nerede
kaldı? Bu tarz kişilere yönelik olarak bu sorunlar dile getirildiğinde, “Boş
ver, bana ne?! Bu dünyada başkasının mutluluğu için çalışamam, ben önce kendimi
düşünmeliyim” tarzında cümlelerle karşılaşırız.
Dolayısı ile okumayı bilen ama okuduğunu anlayamayan,
anladığını zannettiğini yorumlayamayan, insan ilişkilerinde zorlanan, sosyal ve
aile hayatının içerisinde tamamen pasifleşmiş, spor, sanat, edebiyat, kültür,
doğal çevre, insan ilişkileri, inanç değerleri ve benzeri alanlarda tamamen
yetersiz, bazen de tamamen pasif kişilikli bireyler çoğalmaya başladı.
Burada bize düşen görev, konuştuğumuz ve
eleştirdiğiniz konularda alternatifler üretmektir. Herkes kendi çapında, etki
alanı içerisinde bulunduğu ortamda küçük de olsa bir şeyler yaparsa, o “küçük”
dediğimiz çalışmalar çok büyük ve güzel sonuçlar doğurmaya başlayacaktır.