Gelecek fâniler üzerine inşâ edilemez

Gelecek, sadece madde odaklı ilerleyemez. Madde ve fâni işler üzerine bina dikmek olmaz. Hele gençlik/gelecek inşâsı mümkün değildir. Durum böyleyken, büyük bir aldanıştan en azından Türk gençliğinin kurtulması gerekir.

DÜNYA’nın ısındığı söyleniyor, son yıllarda hava sıcaklıklarının artması da buna delil gösteriliyor. Ancak evren mi, yoksa sadece atmosfer mi böyle bir değişime neden oluyor, kafalar karışık. Zira atmosferin ısınmış olması akla yatkın dursa da yaz aylarında kış mevsiminin yaşandığı bile oluyor.

Dolayısıyla Dünya gezegeninin atmosferi ile evren arasındaki farkı sanırım ayırt etmek lâzım. Zira hava durumu sadece atmosfer içerisinde geçerli gibi görünüyor. Çünkü şimdiki hâliyle evren genişliyor ve bir balon gibi her tarafa açılıyor. Yıldızlar ve galaksiler genişleyerek ısının sürekli düşmesini, sonsuza kadar genişledikçe de donmasını gerektirir. Bu evren genişlemesinin hızı ne olursa olsun sıcaklığın düşmesi gerekirken atmosferin ısınması ve hava sıcaklıklarının artması evrenle ilgili değil, Dünya ve atmosferle ilgilidir.

Dünya ve atmosfer güzide, nazik ve nazenin bir yerdir. Zira iki şehir mesafesi kadar kalınlığa sahip olan bir atmosfer ve bunun içerisinde yaşayan çok özel bir insan nesli yaşıyor. Şimdiye kadar bilinen bütün evrende sadece Dünya gezegeninde bir hayat görünüyor. Farklı gezegen, uydu ve yıldızlarda insandan farklı canlıların var olması akla aykırı değildir.

Gerek atmosferin çok dar bir kalınlığa sahip olması, gerek atmosferin de yerküre ile birlikte dönmesi, tercih edilmiş bir durumu gösteriyor. Dünya ve atmosferin ısınması insanoğlunun Dünya’yı hor kullandığı anlamına geliyor. Buna küçücük bir örnekle bakalım: Anadolu’nun küçük şehirlerinde cadde ve sokakların her iki tarafı otomobillerle işgal edilmiş durumda. Yerel yönetimler ve bazı kurumlar toplu taşımayı beceremiyor, işe el atmıyorlar. Küçük şehirler egzoz gazı ile doluyor, neredeyse nefes almak bile güç. Buna benzer çok sayıda örnek verilebilir. Bunlar şehrin ısısını artırıyor.

Gözde bir Dünya, aslında sinyal veriyor. Bu öyle bir sinyal ki, hava ısınmalarının aksine soğumayı gerektirmesine karşın evrene meydan okurcasına ısınmalar insanlığın ihtiyaçtan fazlasını gereksiz ve ihtiyaç haricinde tükettiğini gösteriyor. Dünya nüfusu şimdikinin iki katı olsa ve ihtiyaç kadar kullanılsa, insanlık bu güzide yerkürede yine rahat yaşayabilir. Ancak işler böyle değil. İnsanın doymak bilmez hırs, hız, heves ve arzuları zararın zirvesini yaşatıyor. Ölümlü dünyada sanki kalıcı gibi hayat sürülüyor.

Batıp gidenler, yok olanlar, sonlu olanlar, ölümlüler ilâh olamaz. Böyle bir gerçek karşısında bakışımızı evrene de çevirmemiz gerekir. Evrenin de hâlleri var. Yukarıda ifade edildiği gibi, genişleyerek sürekli soğuyabilir. Soğuma işlemi hızlanıp evren buz kesebilir. Bir de genişleme durup tersine büzülme ile sıcaklık artarak yok olabilir.

Evren her şekilde sonlu görünüyor, bilim bize bunu gösteriyor. Sonlu bir hâlin mutlak olması kabul olmadığından, irade sergileyen bir durumu olamaz. Evren karşısında iradesi olan insanın kendisine bu pencereden bakıp insan olma ölçüsünde tavır takınması gerekir.

Ölümlü, yok oluşu olan ve sonlu bir evren, sonlu bir Dünya, insanoğlunu bu kadar kendisine bağlamamalıdır. İnsan kendisini bu kadar madde içerisine hapsetmemelidir. Dünya ve evrenin sonlu olmasının yanında her gün bir yakınını, bir tanıdığını kaybederken kendisinin “hiç ölmeyecekmiş” gibi bir anlayışa ve böyle bir hayata sahip olması tam anlamıyla büyük bir gaflet, büyük bir yanılgı ve çok büyük bir kopuş olacaktır.

İnsan kendisinden kopuyor. İnsan söz verdiği, maddî evrenin olmadığı yerdeki sözünü burada farklı bir eylemle unutmamalıdır. İnsanın hayat anlayışı ve tercih nedeni fâniler üzerine bina edilmemelidir. Ancak ölümlü olan insanın para, makam, mevki ve arsa gibi şöhrestperest işleri tercih etmesi akılla hareket edemediğini, akılla hareket etse de aklını iradesinin zayıf noktasına tercih ettiğini gösteriyor.

Gelecek, sadece madde odaklı ilerleyemez. Madde ve fâni işler üzerine bina dikmek olmaz. Hele gençlik/gelecek inşâsı mümkün değildir. Durum böyleyken, büyük bir aldanıştan en azından Türk gençliğinin kurtulması gerekir. İlgili alanlarda bilim heyetleri kurulup çözüm önerileri metinlerle ortaya konulmalı ve ardından uygulamaya geçilmelidir.

Kendimizi tanımladığımız metin, kendimiz olma yolunda eyleme dökülmelidir. Aksi hâlde yirmi yıl gibi yakın bir gelecekte ekonomik açıdan zengin olsak bile manevî açıdan zayıf ve kendisinden uzaklaşmış bir toplum olmamamız için hiçbir neden yoktur. Böyle bir toplumun olup olmaması arasında bir farklılık da yoktur.