Gelecek bizimdir

Uzak olmayan bir zamanda, askerî teknolojilerle dünyada sayılı ülkelerden birisi olacak olan Türkiye, TDT ve ona iştirak eden İslâm ülkeleriyle birlikte adeta “bir devlet” hâlinde hareket eden çok büyük bir güce evrilecektir. Biraz daha sabır, gelecek mutlaka bizimdir!

PANDEMİ sonrası dünyanın İkinci Dünya Savaşı sonucunda kurulan dengelerinin bozulduğu çok açık bir biçimde görüldü. Aslında dengeler 2008’deki dünya ekonomik krizinden sonra geri dönülmeyecek bir biçimde bozulmaya başlamıştı. Pandemi sadece malûmun ilânı oldu. 

Eski denge, Atlantik ittifakının lehinde yürüyen ve ABD’yi dünyanın yegâne hâkim gücü hâline getiren bir kurt kanunuydu. Sadece bir hâkim gücün amaç ve çıkarlarına hizmet eden bu dengenin sürdürülebilir olması mümkün değildi. Nitekim Çin ve küllerinden yeniden doğan Rusya, askerî ve ekonomik bakımdan küresel ölçekte etki üreten aktörler olarak ortaya çıktılar. 

Bu arada Hindistan, Türkiye ve Brezilya gibi yeni bölgesel aktörler, “Ne Atlantik ittifakı, ne de Çin ve Rusya mavalları” diyerek kendilerine özgü nüfuz alanları oluşturmaya başladılar. Ancak bu bölgesel aktörlerden en dikkat çekici olanı, Osmanlı ve Selçuklu mirası üzerinde oturan Türkiye’nin beklenmeyen yükselişiydi.

Türkiye bölgesel bir güç olarak küresel ölçekte etkiler üreten bir devlet olarak hem Atlantik ittifakının, hem de Çin ve Rusya’nın pek hazzetmediği bir millî politika izlemeye başladı. Bu politik yükselişin temelindeyse Türkiye’nin asırlardır Osmanlı barışı olarak nam yapmış olan muhteşem tarihî geçmişi yatmaktaydı. 

Almanya, 2023 itibariyle içine girdiği durgunluktan pek çıkacak gibi görünmemektedir. Almanya’nın çıkamayacağı bir ekonomik açmaz, Avrupa’yı kökünden sallar ve dağıtır.

ABD ile Rusya’nın hesapları

ABD, dünyayı yönetme işinde rakipsiz bir biçimde istediğini yaparken, yeni süreçte karşısına dikilen bu odaklardan pek hoşlanmadı. Ona göre dünya denen bu kumaşı sadece kendisi kesip biçmeli idi. Lâkin süreç öyle işlemedi ve bugün itibariyle ABD; Çin, Rusya ve kısmen de Türkiye’yi durdurmanın hesapları içerisindedir. 

Rusya’yı Ukrayna ile çok taktik bir savaşın içerisine sokan ABD, tek bir askerine kurşun sıktırmadan Rusya’yla kullanışlı bir vekil devlet olan Ukrayna üzerinden adı konulmamış bir yıpratma savaşı yapmaktadır. Amaç, geçmişte Sovyetlerin Afganistan’da uğradığı hüsranı benzer bir şekilde Ukrayna’da da Rusya’ya tattırmaktır. Böyle bir durumda Rusya Federasyonu, federatif yapısını kaybederek sadece Ruslardan oluşan bir kuzey devleti hâline gelecek; Kafkaslardan, Orta Asya’nın kuzeyinden, Avrupa hududundan ve sıcak denizlerden çekilip ABD çıkarlarını tehdit edemeyecektir. 

Ne var ki, içinde eski Rus çarlarının sınırsız ihtiraslarını taşıyan Putin’in de ABD’nin değirmenine su taşıdığı bir gerçektir. Putin, Avrupa’nın enerji, Afrika ve Asya’nın da gıda ve silah açısından kendisine bağlı olduğunu değerlendirerek Sovyetlerin eski uydu devletlerine karşı bir genişleme siyaseti peşindeydi. Putin’in genişleme siyasetiyle ABD’nin bir askere bile kurşun sıktırmadan Rusya ile bir vekâlet savaşı yapma siyaseti örtüştü ve Rusya-Ukrayna Savaşı bu dinamikler üzerinden yürüyegeldi.

ABD yıpranmış, moral ve motivasyonunu yitirmiş bir Rusya hayâl etmekte, Rusya ise Ukrayna’yı yutarak Avrupa’nın ve dünyanın ensesinde boza pişirmeyi ummakta, olası bir galibiyetin verdiği psikolojik üstünlükle Doğu Akdeniz bölgesi ve Afrika’da kendi çıkarlarına göre şekillenmiş bir coğrafya inşâ etmeyi hayâl etmektedir. 

ABD’nin asıl endişesi, ekonomik ve askerî bir dev hâline gelen Çin’dir. ABD’nin Afganistan işgaliyle oyalandığı yirmi yıl içerisinde Amerika içerisindeki küreselciler Çin’i ABD’ye rakip bir dev hâline getirdiler. ABD Afganistan’dan çıktığında artık iş işten geçmiş ve Çin, ABD’yi dengeleyecek bir ekonomik ve askerî güce evrilmişti. ABD, Çin’e karşı da Rusya’ya uyguladığı taktiği uyguluyor ki bu taktik, ABD’nin umumî taktiğidir: “Kendin savaşma, senin adına savaşacak birilerini bul!”

Rusya’ya karşı Ukrayna’yı peyda eden ABD, Çin’e karşı Tayvan’ı öne sürmüş, ancak Tayvan’ın Çin’i önlemeye muktedir olmayacağını iyi bildiği için Güney Kore ve Japonya’yı da bu işe dâhil edecek bir yapılanma peşine düşmüştür. ABD, Pasifik’te Çin’in deniz çıkış yollarını donanmayla kontrol etme plânı uygulamakta, karasal çıkış yollarını ise istikrarsızlaştırarak Çin’i seddin dışına çıkamaz hâle getirmeye çalışmaktadır.

Bu sözlerin sonu yok, biz gelelim Türkiye-ABD münasebetlerine…

Türkiye, Libya ile yaptığı MEB anlaşmasının sonucunda Libya’da 99 yıllık bir üsse malik oldu. Bu sayede Türkiye, geleceğin Çin’i olacak olan Afrika kıtasında elini güçlendirmektedir.

Türkiye’nin heybesinde ne var?

ABD, Türkiye’yi Rusya ve Çin kadar açık hedefe koymamış olsa bile istihbarat raporlarında Türkiye’nin durdurulmasına ve yeni nüfuz alanları açmasına mânî olmak için birtakım ciddî öneriler yer almaktadır.

Türkiye’yi güneyinden Suriye, batısından ise Yunan adalarındaki üsler ile abluka altına almaya çalışan ABD, asıl kuvvetini Suriye’ye vermekte ve burada kukla bir devletçik oluşturmaya çabalamaktadır. Ancak Türkiye’nin mevcut gücünün bu teşebbüsü önleyeceğini çok iyi bildiği için, Türkiye’ye karşı yapay bir Arap-Kürt seddi kurmanın peşindedir. Bu amaçla Kuzey Irak’ta yamalı bohça gibi duran peşmergeleri tek yapıya getirmek için cansiperane çalışmaktadır.

ABD’nin amacı, Suriye ve Irak’ta kendisiyle iş birliği yapacak olan Kürt grupları ile bunlar arasına monte edeceği göstermelik Arap unsurları Türkiye’ye karşı bir blok hâline getirmek ve Basra Körfezi’nden Akdeniz’e uzanan o malûm koridor devletini teşkil etmektir. Bu koridor devletinin asıl işlevi ise İsrail’in güvenliğini sağlayacak olmasıdır.  

İsrail Türkiye’nin Arap coğrafyasıyla irtibatının kendisi için hazin bir akıbet hazırlayacağını değerlendirdiği için, Türkiye’nin bu kadim coğrafyasıyla temas etmesinin önüne geçmek üzere ABD ile her türlü fırıldağı çevirmektedir. Ne var ki, Türkiye hemen hudutlarının yanı başında tezgâhlanan bu oldubittilere karşı sessiz kalacak bir ülke değildir.  

Özellikle savunma sanayiinde ürettiği yüksek teknoloji ürünü silahlar sayesinde bağımsız politikalar izleyebilen nadir ülkelerden biri konumuna gelen Türkiye, bu durumun bir sonucu olarak bölgede kendisine geniş bir nüfuz alanı açan bir SİHA diplomasisi oluşturmuş vaziyettedir. Bu gerçeğin bir sonucu olarak Körfez’i adeta adı konulmamış bir Türk güvenlik şemsiyesi altın alan Türkiye, ABD’nin bunları İran ile korkutma politikasının sonunu getirmiştir. Bu bağlamda Körfez sermayesi, Türk savunma sanayii projelerine akmak üzere konumlanmaktadır. Bu sonuç, Türkiye’nin en büyük handikaplarından olan para ve enerji ihtiyacının karşılanması anlamına gelmektedir.  

Türkiye, Türk Devletleri Teşkilatı ile Akdeniz’den Çin’e kadar uzanan doğal bir etki alanı oluşturmaya doğru gitmektedir. Bu etki alanı, gelecekte Türkiye’nin gücü nispetinde çok değişik iş birliklerine açık bir mahiyet arz etmektedir. Kim bilir, yakın bir gelecekte ABD’nin Çin’e karşı kışkırttığı Güney Kore ve Japonya da çıkarları icabı Türk dünyası projesine dâhil olma akıllılığını gösterirler. 

Türkiye, Libya ile yaptığı MEB anlaşmasının sonucunda Libya’da 99 yıllık bir üsse malik oldu. Bu sayede Türkiye, geleceğin Çin’i olacak olan Afrika kıtasında elini güçlendirmektedir. Türkiye’nin Libya’da yaptığı olumlu değişim, ona Afrika’nın pek çok ülkesiyle çok sağlam ikili ilişkilere girmede referans oldu. Türkiye, Afrika ülkelerine sağladığı İHA/SİHA destekleriyle bölgede aranan bir aktör hâline gelmiş ve burada Atlantik ittifakının çıkarlarını kendi lehine döndüren bir gelişim çizgisi göstermiştir. 


Hayâlden hakikate

Aziz okuyucu, şu hususu iyi bilmekte yarar var: Türkiye artık Ashab-ı Kehf gibi uyuduğu “Yurtta sulh, cihanda sulh” mağarasından çıkmıştır. Düşmanı evinizde beklerseniz, düşman gelir ve evinizi ateşe verir. En iyi müdafaa, düşmanı bulunduğu yerde karşılamaktır. Türkiye artık adımlarını buna göre atmakta ve kendi kozasını inanılmaz başarı hikâyeleriyle örerek bölgesel aktörlükte küresel etki üretecek bir konuma doğru hızla yürümektedir. 

Libya’nın Türkiye’ye 99 yıllık üs vermesi, Nijer’de Fransa’ya karşı yapılan gösterilerde Rus bayrağının yanında Türk bayraklarının dalgalanması, millî muharip uçak KAAN’ın Azerbaycan ve Pakistan ile beraber üretilecek olması -bu halkaya muhtemelen Endonezya, Malezya gibi kardeş ülkeler ve Libya da dâhil olacaktır- büyük bir sıçrayıştır. 

Türkiye’nin şu an yaşadığı geçici ekonomik sıkıntılara bakarak ümitsiz olmaya ve geleceğe dair vesveseye düşmeye gerek yoktur. Türkiye’yi yöneten devlet aklı, bizim düşünüp değerlendirdiğimizden daha büyük ve daha derin bir rota izlemektedir. Bu geçici ekonomik krizin arkasından gelecek projelerin Türkiye’yi bölgenin Almanya’sı yapacağına hiç kuşkum yoktur.

Almanya, 2023 itibariyle içine girdiği durgunluktan pek çıkacak gibi görünmemektedir. Almanya’nın çıkamayacağı bir ekonomik açmaz, Avrupa’yı kökünden sallar ve dağıtır. Tarih böyle bir şeydir. Atalarımız ne demiş: “Bir tepe yıkılır, bir dere dolar.” Evet, bir gün Avrupa yıkılır ve Türkiye ayağa kalkar. 

Muhterem okur, yakın bir zamanda dünyada dört büyük kutup oluşacaktır. Bunlar ABD, Çin, Rusya ve Türkiye’dir. Ha şunu da kaydetmekte fayda vardır ki; Rusya kutbu, Ukrayna sonrası çok tartışmalı hâle gelecek ve belki de Rusya Federasyonu parçalarına ayrılarak kuzeye doğru çekilecektir. Onun çekildiği yatakları Türkiye’nin dolduracağı da aşikârdır. 

Uzak olmayan bir zamanda, askerî teknolojilerle dünyada sayılı ülkelerden birisi olacak olan Türkiye, TDT ve ona iştirak eden İslâm ülkeleriyle birlikte adeta “bir devlet” hâlinde hareket eden çok büyük bir güce evrilecektir. Biraz daha sabır, gelecek mutlaka bizimdir!

Vesselâm…