EBEVEYN olmak dünyadaki en zor iştir. Aynı zamanda en ödüllendirici iş olduğunu da belirtmek lâzım. Annesi ve babasının kalbi, çocuğun yaşam okulundaki sınıfıdır. Kenya’nın Kurucu Devlet Başkanı Kenu Kenyattu’nun şu unutulmaz sözünü bu babda hatırlatayım, yazının geleceğinde bize yardımcı olacak: “Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde ise topraklarımız vardı.”
Evet, bu ayki meselemiz, bu sözü unutmamak üzerine kurulu. Zira oynanan oyun budur. Einstein der ki, “Dünyada bir tek çocuk dahi mutsuz olduğu sürece büyük icatlar ve ilerlemeler hiçtir”. İnsanı ve yaşadığı toplumu mutlu kılan, sahibi olduğu değerler ve yaşamı boyunca davranışlarına yön veren ilkelerdir. Kişinin içinde bulunduğu topluma uygun değerlere sahip olması, o toplumla uyumlu bir şekilde yaşantısını sürdürmesini sağlar. Bu bağlamda değerlerin küçük yaşlarından itibaren çocuklarımıza da kazandırılması gerekir.
Çocukların toplumsal değerleri öğrenmelerinde hem aileleri, hem de devam ettikleri okulları destek ve yönlendirici olur. Değerler, bir çocuğun günlük yaşamda meydana gelen farklı olaylarda nasıl ve ne zaman hareket edeceğini bilmesine yardımcı olur. Çocuklarımızı geleceğin yetişkinleri olarak topluma hazırlarken, onların sorumlu birer toplum ögesi olmalarını istiyorsak, onlara dürüstlük, vefa, saygı, özgüven, öz disiplin, sabır, nezaket, şükran, bağışlayıcılık, kişisel sorumluluk ve nezaket gibi değerleri öğretmeliyiz. Bu değerler, çocuğumuzun güçlü bir kişilik geliştirmesine yardımcı olur ve onların olumsuz deneyimler yaşama olasılığını en aza indirir.
Çocuklar 5-6 yaşlarından itibaren doğru ve yanlışı ayırt etmeye başlarken ebeveynlerini izlerler. Ebeveynlerini rol model olarak görürler ve onların izinden gitmeye çalışırlar. Büyüdükçe çocuğun soyut kavramları kavrama gücü de artar. Dolayısıyla ahlâkî değer anlayışı da seviye değiştirir. Keskin gözlemciler olurlar ve tam olarak ebeveynlerinin yaptıklarını yaparlar. Bu nedenle ebeveynler sosyal ve kişisel ilişkilerini sürdürürken onları izleyen çocukları olduğunu zihinlerinde tutmalıdırlar.
Anne ve baba, çocuklarına hangi değerleri kazandırabilir?
Bir ebeveyn çiftin çocuklarına ne kazandırabileceğine, daha farklı bir tabirle hangi değerleri yükleyebileceğine birkaç madde ile açıklık getirebiliriz.
Saygı ve özsaygı
Çocuklar için en önemli değerlerden biri saygı ve özsaygıdır. Bu anlamda hem çocuğun kendisini, hem de çocukların yanında farklı görüşlere sahip insanları ölçüsüz şekilde eleştirmemeye özen göstermek gerekir. Diğer insanların duygularını tanımak ve anlamak, bizden farklı biçimde yaptıkları seçimlere ve görüşlerine saygı duymak önemlidir.
Çocuğumuzla kimi zaman aynı fikre sahip olmayız. Bu durumu kendisine nezaket çerçevesi içinde ifade etmemiz gerekir. Çocuk “Hayır” demeyi deneyimledikçe, kendisine olan saygısı da gelişecektir. Bir başkasından kendisine karşı “Hayır” cevabını işitmesi ise, onun, diğer insanların ihtiyaçlarının önemli olduğunu anlamasını da sağlayacaktır.
Dürüstlük
Çocuklara, hile ve sahtekârlığın onları gelecekte hiçbir yere götürmeyeceğini öğretmek çok önemlidir. Dürüstlükle elde edilen başarının hazzı çocuğa vurgulanmalıdır.
İlişkileri kuvvetlendiren temel öge olan güvenin sarsılmaması için, hataları ifade etmekten çekinilmemesi gerektiği anlatılmaya çalışılmalıdır. Çocuklarımızın hatalarını dürüstlükle ifade edebilmeleri için ebeveyn olarak hataları karşısındaki tepkilerimiz kontrollü olmalıdır.
Yardımsever olmak
Fırsat buldukça çocuğunuzu yardım etmeye teşvik edebilirsiniz. Ev işlerinde ebeveynlerine yardımcı olabilir, kardeşlerine destek verebilir, büyükanne ve büyükbabaların bir ihtiyacını yerine getirebilirler. Bu sayede empati ve şefkat gibi diğer temel değerleri de öğrenirler.
Ve bir ebeveyn çiftinin çocuğuna yükleyebileceği en önemlisi kazanım, millî ve manevî değerlerdir. Bu maddeyi daha geniş bir başlık altında yorumlayarak izah edelim…
Her Müslüman anne ve babanın, fırsat buldukça çocuklarını vatanına, milletine, bayrağına, devletine ve İslâm kimliğine uygun şekilde yetiştirmesi gerekir. Çünkü millî ve manevî değerlerle kuşanmış bir evlâdın kıymeti yarınlarla ölçülebilir.
Millî ve manevî değerler
Her Müslüman anne ve babanın, fırsat buldukça çocuklarını vatanına, milletine, bayrağına, devletine ve İslâm kimliğine uygun şekilde yetiştirmesi gerekir. Çünkü millî ve manevî değerlerle kuşanmış bir evlâdın kıymeti yarınlarla ölçülebilir. Millî ve manevî kimliği donatılmamış bir çocuğun ülkesine hiçbir yararı söz konusu olamaz. Bu kadar net!
Bu anlamda millî ve manevî kimliklerini unutmaları hususunda yeni nesiller üzerinde dolaştırılan yozlaştırma uğraşlarını göz ardı etmemek gerekir. Bu sebeple ifade etmiştik ebeveyn olmanın dünyadaki hem en zor iş, hem de en ödüllendirici iş olduğunu.
Çocuk, evimizin sıradan bir misafiri değildir. Çocuk, kendisini sevmek ve onun yaşamı üzerine inşâ edilecek bir değerler temeli aşılamak amacıyla bize geçici olarak ödünç verilmiş emanettir. Çocuklara ne isterlerse onu vermekse felâket bir ebeveynliktir. Satın alınan bir şeyin anlamı yoktur. Üzgünüm ama hele de sadece 12 yaşındayken, sırf yeni bir tane çıktığı için birkaç ayda bir yeni cep telefonuna çocuğunuzun ihtiyacın olmadığını ifade etmeliyim. Neden o yeni telefon için tutturduğunu çözmelisiniz. Zira şu manidar söz (ki bu sözün derinliğinden korkmalı) geliyor aklımıza: “Çocuklarınızın sizi dinlememesinden korkmayın! Zira asıl sizi tüm davranışlarınızla her zaman izlemelerinden endişelenmelisiniz.”
Allah’ın en büyük nimeti, bizlere bahşettiği, hayırlı bir nesil olmaları için gözümüz gibi bakıp yetiştirdiğimiz çocuklarımız değil midir? Peki, dünyaya gelişlerinden sonra vazifemiz sadece onların maddî ihtiyaçlarını karşılamak mıdır? Ya maneviyat, ahlâkî değerler ve İslâmî kuralları onlara öğretmek ve belletmek? Yıllar sonra çocuğunuz size, “Keşke benimle daha fazla vakit geçirip bana millî ve manevî değerlerimi öğretseydin!”dediğinde, verebileceğiniz makul bir cevabınız var mı?
Anne, baba ve çocuk mutlu bir şekilde ve bir arada, hem de millî ve manevî değerlerle kuşanmış ise, mutlu bir çocuk yetişmesi için hem bedenen, hem ruhen sağlıklı bir zemin oluşturulmuş ve tam anlamıyla bir birey yetiştirilmeye başlanmış demektir. Zeki, özgüvenli, kaygısız, saygılı ve dürüst bir evlat olmanın yolu, anne ve baba eğitiminden geçer.
Çocuklara, hile ve sahtekârlığın onları gelecekte hiçbir yere götürmeyeceğini öğretmek çok önemlidir. Dürüstlükle elde edilen başarının hazzı çocuğa vurgulanmalıdır.
Millî ve manevî değerleri de oyunla vermek mümkün
“Oyun”... Asla alelâde bir eylem değildir oyun. Bu yüzden “Oyun işte!” deyip geçmemek gerekir. Sevgi ve emekle, okul bahçeleri için tasarlanmış oyun alanlarında, çocuklarımız hayâllerini doyasıya yaşayarak, gelecek için unutulmaz anılar ve tecrübeler biriktirebilir. Çocuk oyunları, çocukların öğrenme ve gelişim süreçlerinde en etkili araçlardan biridir.
Oyun oynarken çocuklar çeşitli deneyimler yaşar, çevrelerini keşfeder, insanları gözlemler, kuralları öğrenir, sınırları anlar, iletişim becerilerini geliştirir, temel yeteneklerini güçlendirir ve kendilerini tanıma fırsatı bulurlar. Bu nedenle oyun oynayarak büyüyen çocuklar, kendilerini ifade etme becerisi kazanır ve sosyal hayatta daha başarılı olurlar.
Sevgili anneler ve babalar! Çocuklarınız sürekli sizlerle oynamak istiyor ve bazen size nefes aldırmıyor olabilirler. Fakat çocuk oyun oynayarak ve böylece iletişim kurarak büyüyor. Bu yüzden söz konusu istek ve arzuları doğal. Maalesef yaşıtı ile binasında, mahallesinde temas etmesi imkânsıza yakın olunca bu duruma gelindi. Yardımlaşmayı, dayanışmayı, paylaşmayı, sevgiyi, saygıyı, direnmeyi, yarışmayı öğrendiğimiz mahalle kültüründen yeni nesil koptu. Rezidanslara kapanıp kaldık. Anne, baba ve çocuk için zemin, artık bir evin içi.
İçgüdüsel olarak oyun arkadaşı arıyor çocuk. Sonucu da nefes aldırmama oluyor. Kaldı ki, geçici bir dönem olarak ön ergenlikte arkadaşlara doğru kayan ilgi, lisede tamamen yerini alıyor. Sonrasında üniversite ve derken ebeveynlerin çocuklarıyla beraber en anlamlı geçirebileceği zamanlar oldukça sınırlı. Bu yüzden o sürekli oyun istedikleri sürecin keyfini çıkarmak lâzım. Kaliteli vakit, çocuk ile yetişkinin birbirini, hiçbir “araç olmadan”, göz göze temas ederek direkt iletişim kurması, sohbet etmesi ve duygusal paylaşımda bulunması bakımından en dolu zaman dilimi. Sağlıklı duygusal gelişim için çocuğun günde en az 45 dakika söz konusu “kaliteli vakti” geçirmeye ihtiyacı var.
Elbette dijital ve sosyal medyanın gücüyle kirli bir çarkın parçası da olunuyor. Bu, çocuklarımız için en tehlikeli kulvar. Çocuklarımız dijital dünyanın çarklarına ailelerin ilgisizliğinden düşüyorlar. Çocukların erken yaşta uygunsuz içeriklerle karşılaşmaları, onların zihinsel gelişimlerini de sekteye uğratıyor ve psikolojik hasarlar bırakıyor. Bu içerikler çocuklarımızı zihnen sakatlıyor.
Bilgisayar kullanımını rahatlığınız için denetimsiz hâle getirirseniz, düşünsel mânâda sakat çocukların ortaya çıkması da muhtemel oluyor. Sürekli oyun oynayan çocuklarımız, siber zorbalıkla karşılaşabiliyorlar. Çocuğunuzu cezbeden, çevrimiçi fakat saldırganlık içeren oyunlar, uygunsuz veya yetişkinlerin fark edebileceği oyunlar, şiddet simülasyonu içeren oyunlar, çocukları hedef alan çevrimiçi dolandırıcılar, kötü amaçlı yazılımlar ve virüsler, ayrıca finansal dolandırıcılık gibi durumlarla da baş başa kalabilirler.
Çocuğunuz dijital dünyanın çarklarında öğütüldükten sonra ortaya okul başarısızlığı, zorbalık/şiddet, dikkat eksikliği ve odaklanma sorunu, konuşma bozuklukları, görme bozuklukları, sırt ağrısı, kilo problemi, depresyon/mutsuzluk, değersizlik hissi ve cinsiyet problemleri gibi sorunlarla karşılaşmanız kaçınılmaz hâle geliyor.
Sosyal medyada çocuklarınıza ait fotoğraf ve verileri yayınlamaktan uzak durun!
Küçük çocukların ve gençlerin kolay etkilenebilecek yaşları nedeniyle bağımlılık, çevrimiçi oyun oynamanın en önemli risklerinden biridir. Bu saplantı, çocukların hobilerini, arkadaşlıklarını, okullarını ve hatta genel refahlarını ihmâl etmelerine neden olabilir. Maalesef çocuklarımız sosyal medya enkazının altında kaldılar. Bu noktada bir soru soralım: Çocukları korumak, ne zaman onların görsellerini yaymak oldu? Ahlâk sahibi bir insan, hayalarına tekme yiyen çocuğun görüntülerini nasıl paylaşabilir? Ya da darp edilen otizmli bir çocuğun görüntülerini nasıl yayınlar? “Bak, bunlar pedofililerin hedefinde!” diyerek pedofililerin hedefinde olan fotoğrafları nasıl yayınlayabilir?
Sadece çocuklar değil, aslında hepimiz sosyal medya enkazı altında kalmışız. Çocuklarınızın fotoğraflarını paylaşmayın bu yüzden. Hele sizin çocuğunuz değilse, hiç paylaşmayın!
Sosyal medyada kendi çocuklarının fotoğraflarını paylaşanlar, hele bunu para kazanma amacıyla yapanlara duyurmuş olalım ki, yapay zekâ, çocuk görseli üretebilmek için gerçek çocuk fotoğraflarını topluyor. Crawler (deniz dibini tarayan taraklar gibi düşünün) adı verilen botlar, senin, benim, onun sosyal medyada paylaştığı çocuk fotoğraflarını yapay zekâ için hasat ediyor. LAION5B, herkese açık bir veri kümesi ve 1,3 milyar çocuk fotoğrafı barındırıyor. Yani bu görseller herkesin erişimine açık. “Yapay zekâ, bana anadan doğma bir oğlan çocuğu görseli üret!” şeklindeki bir komutu herkes verebilir. Eh, bunun çok daha ötesini ve çok daha kötüsünü düşünen sapıklar da bilgisayar kullanmayı biliyorlar, değil mi?
Çocuğunuz dijital dünyanın çarklarında öğütüldükten sonra ortaya okul başarısızlığı, zorbalık/şiddet, dikkat eksikliği ve odaklanma sorunu, konuşma bozuklukları, görme bozuklukları, sırt ağrısı, kilo problemi, depresyon/mutsuzluk, değersizlik hissi ve cinsiyet problemleri gibi sorunlarla karşılaşmanız kaçınılmaz hâle geliyor. Ve böyle bir çocukluk geçirdikten sonra vatan sevgisi olan, ailesine ve bayrağına bağlı nesillerin geleceğimiz için yeşermesini bekliyoruz. Ne diyor atalarımız? “Ne ekersen, onu biçersin.”
E tabiî, elma ağacında armut yeşermez!
Evlâdınız aslında sizin eseriniz. Bırakın çevreye kabahat bulmayı. Yalan dilinize yuva yapmışken, “Benim çocuğum dürüst olsun” diyorsanız, yanlışı siz yapıyorsunuz. Çocukluk döneminde ebeveyn olarak kolaylaştırdığınız her sorun, evlâdınızın hayatına vurduğunuz birer darbedir. Çocuklarımızı hayata hazırlarken, sadece maddî eksikliklerini tamamlamayı görev olarak görmemeli ve mânâ dünyalarına hangi metotlarla yatırım yapılması gerektiği konusunda dertlenmeliyiz.
Çocuklara, hile ve sahtekârlığın onları gelecekte hiçbir yere götürmeyeceğini öğretmek çok önemlidir. Dürüstlükle elde edilen başarının hazzı çocuğa vurgulanmalıdır.
Helâl lokmayla büyümek, helâl lokmayla büyütmek
Öncelikle çocuklara örnek olarak hayata hazırlanmaları konusunda sağlam bir zemin sağlanmalı. Çocuk için ebeveynden daha fazla örnek alınacak bir kimse yok. Her türlü eğitimin evvel okulu aile, ilk öğretmeni de anne ve babadır.
Biz, beslenme çantasına muz koymanın ayıp sayıldığı zamanlarda büyüdük. Yeni ayakkabı alındığı zaman, ayaklarımızı toprağa sürterek giderdik okula. “Arkadaşlarım eski olduğunu zannetsinler de üzülmesinler” diye düşünürdük çocuk aklımızla. Onlara hava atmak, kıskandırmak aklımızdan geçmezdi. Bulunduğum aile ve mahallede hava atmak ayıp sayılırdı. Evde et pişerken, “Kokusu gidiyor mudur acaba?” diye annelerin endişelendiği günlerden geldik bugünlere.
Saygının okulda alınan karne notlarından daha önemli olduğunu, rızka tevekkülün kariyerden daha çok kazanç getirdiğini, makam dediğimiz şeyin Allah’ın rızasını kazanmaktan daha önemli olmadığını, tevazu elbisesinin tüm elbiselerden daha çok yakıştığını çocuklarımıza öğretmek zorundayız.
Çocuklarımız iyi not almayı öğrenirken gönül almayı da öğrenmeli, kul hakkını Akdeniz’in bitki örtüsü ile beraber bilmeli. Yoksa bol sertifikalı adamların verdiği kararlar “kamu vicdanını” yaralar. Üç beş dil bilen adamların bir gece kullandığı uçaklar üzerimizde dolaşıp bizi bombalar. İyi kimyagerlerin yaptığı formüllerle yapılan uyuşturucular zehirler evlatlarımızı.
Çocuğu yönetmek marifet değildir. Marifet, çocuğa kendini yönetebilmesini kazandırmaktır. Ki bu, çocuğun duygularını yönetebilmesi eğitimidir.
Terk edilme kaygısı, suçluluk duygusu, problemlerin konuşarak değil çekip gidilerek çözüleceğini öğretme, taraf tutmaya zorlama, aile gibi aynı takımın üyelerinin rekabet duygusuna inandırma eşiğinde birçok yanlış motif öğretiliyor küçücük çocuklara. Çocuklar, ancak “anne ile babanın” rol çatışması, nefis kavgası içine girmedikleri ailelerde mutlu, huzurlu ve güvende olurlar.
Gazalî, çocuk eğitimi hakkında şu notlara uyulmasını tavsiye ediyor: “Çocuğun kalbi saf bir cevherdir, verileni almaya meyillidir. Çocuk sözle, övgüyle ya da kızmayla değil, örnek olmakla eğitilmelidir. Sık sık kızmamalı, iyiliği takdir edilmelidir. Çocuk istediği oyunu oynamalıdır; aksi hâlde kalbi ve aklı ölür…”
Vaktinde olmayan ilgi, çocuğu duyarsızlaştırır. Yetersiz ilgi, çocuğu agresifleştirir. Koşulsuz olmayan ilgi ise çocuğu edilgenleştirir. O nedenle çocuğunuzun dinlemeyeceği sözü söylemeyin. Çocuğunuzun öfkesine öfke ile karşılık vermeyin. Çocuğunuza karşı sürekli haklı olmaya çalışmayın. Her çatışmayı iletişim çözer, unutmayın!
Çocuklarımızı şekillendiren öğretmenlerimizden ne bekliyoruz?
Öğretmenlerden, bizim evde gerçekleştiremediğimiz eğitimi gerçekleştirmelerini bekliyoruz. Peki, bunun için öğretmene ne kadar alan bırakıyoruz? Eskiden çırak olması istenen çocuk ustaya bırakılırken, “Eti senin, kemiği benim” denirdi. Yani tam teslimiyet… Peki, şimdi?
“Benim çocuğum yapmaz!” cümlesini en çok okullardaki velilerden duyarsınız. Sınıfta bir olay olur, veli okula çağırılır, durum açıklanır.
Ama velinin tepkisi işte bu cümle. Anne babalar çoğu durumda bu cümleyi gerçekten inanarak söylerler. Çünkü evdeki hayatla okuldaki hayat arasındaki farkı göremezler. Çocuklarınsa evde ve okulda farklı davranmalarının iki temel sebebi vardır: Birincisi, evde çok baskı altında olan çocuklar okula gittiklerinde evde yapamadıkları her şeyi yapmaya çalışırlar. İkincisi, evde hiçbir kuralın olmadığını düşünerek her istediklerini yapabilen çocuklar, okulda kurallarla karşılaşınca bocalarlar. Ve bu çocuklar okulda ne zaman bir problem yaşasalar, anne baba şaşırır. Günü kurtarmak adına verilen tavizlerse bir sonraki pazarlık için ebeveynlerin ellerini daha da zayıflatır.
Hâlbuki çocuk eğitimi pazarlık kaldırmaz. Kurallar net olmalıdır. Odasını toplayan çocuk hayatını da toparlıyor, marketten alışveriş yapan çocuk ileride kendisi için doğru seçim yapmayı öğreniyor, bağımsız dolmuşa binen çocuk başka bir şehre gidince “Her yolculuğun sonunda bir durak var” deyip barınma ve kalmayı öğreniyor, hayatı boyunca onu taşıyacak tek dört teker aracın anne ve babasında olmadığını öğreniyor ve korkmuyor.
Yanlışı yüzüne uygun dille söylenen çocuk, hatasını örtpas etmek için yalan dolan bahane üretmiyor, “Hata benim” diyebiliyor. Bulaşık makinesi boşaltan çocuk beynini de boşaltmayı becerebiliyor. Babasının nasıl para kazandığını gören çocuk, kendisi için ayrılan bütçeye saygı duymayı öğreniyor. Aç kalınca istediği yemeği vermezseniz, her zaman istediği yiyecekle tokluk olmayacağını öğreniyor. Çocuklar için akademik destek veremeyebilirsiniz ama sorumluluk vermek, ileride alacağınız doğru bir yatırımdır.
Okulda neler öğretilebilir, düşünmek lâzım. Okul sadece fen ve sosyal bilimlerin öğrenildiği yer mi olmalı? Yarınlara dair karar verme, zaman yönetimi, topluluğa hitap, giyim kuşam, takım oluşturma, insan tabiatı, sağlıklı beslenme, para idaresi (bütçe yönetimi), insanlarla ilişkiler, görgü kuralları, doku ve renk uyumu, çevre duyarlılığı, kültürel miras ve koruma bilinci, görgü, nezaket, üslûp, düzgün iletişim kurabilme, empati yapabilme, başka hayatlara saygı duyma, doğayı koruma ve kitap okumaya özenmeyi öğretsek, bu bilgiler diğerlerinden daha mı az hayatına yardım eder?
Okul ile aile birliği
“Okul-aile birliği”, okul, öğretmen ve veliler arasındaki iş birliği platformudur. Okulun iki önemli işlevi, öğrenmeyi ve sosyal gelişimi desteklemektir. Okul aile birlikleri not odaklı olmayı bir kenara bırakmalı, çocuğun öğrenmesini desteklemeli, sosyal gelişimleri için gerekli ortamı sağlamalı ve çocukların arasındaki ilişkileri güçlendirmeli. Sadece aktivite veya okulların fizikî şartlarını düzenlemek, bu birlikler için yetersiz hizmettir.
Türkiye’de eğitim “sekülerizm (din dışılık), materyalizm (maddeci), pozivitizm (deneyci vahiy dışı)” olmak üzere üç ideolojik ayak üstünde duruyor. Aynı tip yontulup şekillendirilmiş ideolojik zihin üretiliyor. Çocuk kitaplarında bile dinsizlik ve cinsiyetsizlik işlenerek normalleştiriliyor. Geldiğimiz noktada okumuş yani tahsilli insanlarda dinsizlik, okumamışlarda ise bilgisizlik arttı. Almanya’da kamu okullarında din dersi zorunlu; anaokullarının yüzde 70’i kilise kontrolünde. Belçika’da resmî okullarda haftada 2 saat din dersi seçmek zorunlu. Finlandiya’da din dersi seçmek zorunlu. İspanya’da ilk ve ortaokullarda din dersi zorunlu. Danimarka’da da din dersi zorunlu. Mevzu yurdumuza gelince, “Zorunlu din dersi olamaz” diye lâiklik kılıfı hazırlayanlarca büyük bir patırtı…
İş Batı’dan ahlâksızlık almak olunca kavgada en önde bizim densizler… Mevzu din ve diyanet olunca sarhoş kafalar isyanda. Neymiş, 4-6 yaş arası çocuk dinin öğrenirse ilim ve fenden uzaklaşırmış. Sanki 100 yıldır aya füze gönderdik. Küresel projeler ile toplumların ahlâkı deforme edilmek istenip çocuklarımız cinsiyetsizleştirme projelerine konu edilirken, biz çocuklarımıza sahip çıkmayacak mıyız?
Bazı kadınlar kendilerini nefret ettikleri erkeklere benzetmekte de çok ısrarlılar. Her hâl ve hareketleri ile “erkeksi” olmaya çalışıyorlar ve ortaya erkekle kadın arasında garip bir tip çıkıyor. O garip tipi “üçüncü cins” olarak meşrulaştırmaya, “toplumsal cinsiyet eşitliği” kılıfıyla toplumu tamamen tüketmeye çalışıyorlar. Liberallerse dünyaya, “Halkı ve cumhuriyeti unutun, toplumsal cinsiyet kavramına odaklanın! Cinsel kimlikler siyasetin ana konusu olsun, halk ve yoksulluk yan yana gelince sonu ihtilâle çıkan bu kanlı tarihleri unutun ve gökkuşağı renkleriyle erkek-kadın demeden öpüşün, ne yaparsanız yapın!”diyorlar. Şu da ilâvesi: “Dünyayı değiştirecek olan eşcinseller ve cinsiyetsizliktir. Biz tüm dünyanın madenlerini ve tüm halkları soymaya devam edelim, siz de erkeksiz ve kadınsız dünyanızda cinselliklerinizin tadını çıkartın!”
Böyle aymazlık olur mu? Böyle utanmazlık olur mu? Buna karşı durmayacak mıyız?
Bizzat ahlâka savaş açan, insanın fıtratıyla cedelleşen bu şebeke, değerlerin, inançların, şeref ve haysiyetin üzerinde tepinmektedir. Bu şebekenin kullandığı renkler, seçtiği cümleler ve kostümler insanlığa edilen ihanetin parçalarıdır. Hazreti Lût’un muhatap olduğu kavim helâk olurken, bu işe sesi çıkmayanlardan daha fazlayız. Bize bunun bir cezası olmayacak mı? Yoksa yaşadığımız toplumsal huzursuzluk ve bereketsizlik, aslında yaşadığımız ceza mı?
Her memlekette “aile” yapısının çökertilmesi, “manevî vatanların parçalanması” projesi… Buna yenik düşmemek için neler yapılmalı? Ne zaman konuşacağız? İlgili kurumlar, ailede ve çocuklar üzerinde vatan ve millet bilincini geliştirecek çalışmalarına ne zaman başlayacaklar? Gençlerimizin düşünce ufkunu geliştirmeye dair tespit, teşhis ve tedavi önerileri sadece salonlarda mı kalacak? Cevabını kimler verecek?
Evet, insanı kurtarmadan insanlığı kurtarmak mümkün değildir. Allah neye nasıl tepki verdiğimizi takip ediyor. Bu, bizim için yeter. İnsan bilgiyi paylaşmadıkça eğitimin, kazancını Allah yolunda infak etmedikçe zenginliğin, hakka ve hukuka riayet etmedikçe makamın hayrını göremez.
Dünya, köklü değişim ve dönüşümlere sahne oluyor. Özellikle son yıllarda küresel ölçekte yaşanan sosyo-kültürel, ekonomik değişmeler ve teknolojik gelişmeler, bireysel ve sosyal hayatta ciddî dönüşümlere sebep oluyor. Bu durumun olumsuz yansımalarından en fazla gençler ve çocuklar etkileniyor. Bugün gençlerimizi ve dolayısıyla geleceğimizi tehdit eden pek çok olumsuzlukla karşı karşıyayız.
Yeni imajlar, düşünceler, tutumlar, yeni davranış biçimleri ve alışkanlıklarla bir kültür emperyalizmiyle karşı karşıyayız. İnkâr edilemez bir gerçeklik olarak bu meydan okumanın travmatik tezahürleri, ülkemizde de değişik şekillerde kendini gösteriyor. Kültürel etkileşimin küresel boyutta ve son derece hızlı bir şekilde gerçekleştiği bu mecranın, gençlerin zihin ve gönül dünyalarında büyük ve kalıcı etkiye sahip olduğunu görmemiz gerekir.
Bilhassa popüler kültürün gençlerin yoğun bir şekilde kullandığı sosyal medya üzerinden bencilliği, bireyselliği ve hatta cinsiyetsizliği alabildiğine teşvik ettiğine şahit oluyoruz. Bu süreçte gençlerin dilinden ve hâlinden anlamanın önemi daha da belirginleşmiştir. Gençlerin maddî ve manevî yönden yetiştirilmesi noktasında kişisel yönelimlerinin ve çağın gerçekliklerinin dikkate alınarak yeni bir eğitim ve hizmet perspektifi geliştirilmesi bir zorunluluk hâline gelmişti. Allah razı olsun, Millî Eğitim Bakanımız Yusuf Tekin’in eğitim alanında yaptığı değişimleri takdirle izliyoruz. Düşünün, onun bile millî ve manevî kimliği ile donatılmış bir nesil yetiştirmek arzusunun karşısına çıkanlara şahit oluyoruz. Çünkü uyutulan bir nesil isteniyor. Fakat uyumayacağız!
İşte bu babda en başa dönelim ve Kenu Kenyattu’nun o unutulmaz vecizesini hatırlayalım: “Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde ise topraklarımız vardı.”
Evet, bu konu asla ihmâle gelmez!
Unutmayalım ki, çocuklarını ve gençlerini ihmâl eden toplumlar, geleceğe dair umutlarını da heba etmişlerdir. Allah’a düşmanlık edenlerin değirmenlerine su taşımayalım. Su taşıyanların önüne çıkalım. Yetmez ise düşmanlık edelim. Bu mücadele kutsaldır, bu mücadele millîdir ve bu düşmanlık bir haktır. Abdülhakim Arvasî Hazretleri buyurmuş ki, “Bunca yıllık ibadetime güvenmem, ama Allah’a düşmanlık edenlere düşmanlığıma güvenirim”. Bizimki de bu hesap!
“İnsanlığın geleceği ailedir” diyoruz. Ama’sız, fakat’sız, teslimiyetsiz mücadeleye devam! Çünkü bu büyük milletin bu mücadeleye ihtiyacı var.