ESKİ zamanlardan bu
yana temel bir kural mevcut. Hayatımızı idame ettirebilmek için gereksinimlerimizi
karşılamamız gerekiyor. Bunun yolu da para kazanmaktan geçiyor. “Çalışma hayatı”
dediğimiz mefhumun özeti aslında bu. İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamak için
çalışıp emeklerini ortaya koyuyor, para kazanıyor ve bu şekilde hayatlarını
devam ettiriyorlar.
Sözlüğe
baktığımızda “istihdam”, ülkedeki
mevcut iş gücünün ekonomik faaliyetler içerisinde sürekli biçimde
çalıştırılması olarak karşımıza çıkıyor. Çalışma hayatı ve ekonomik
faaliyetlerin günümüz dünyasındaki karşılığını daha iyi anlayabilmek için bir
parça geçmişe gitmek gerekiyor.
Sanayi
Devrimi ve türevleri
18’inci
yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de başlayıp daha sonra Avrupa ve Amerika
Birleşik Devletleri’ne yayılan; yeni buluşların üretime olan etkisi ile buhar
gücüyle çalışan makinaların fabrika üretimini doğurmasına ve bu gelişmelerin de
Avrupa’daki sermaye birikimini arttırmasına yol açan bir süreç yaşandı.
Hepimizin bildiği üzere “Sanayi Devrimi”, bu sürecin adıdır.
İlk
etapta İngiltere’de ortaya çıkan Sanayi Devrimi, insanlık tarihinde büyük bir
dönüm noktası olurken, günlük yaşamı neredeyse her yönüyle etkilemiştir. Üretim
süreçlerini kökten değiştiren bu ilk devrim, “Birinci Sanayi Devrimi” olarak
adlandırılmaktadır. Bu devrim sonucunda mekanik makinaların sağladığı teknik
imkânlar ile daha fazla hammadde kullanılabilmiş ve daha fazla ürün
üretilebilmiştir. Ayrıca ulaştırma alanında yaşanan gelişmeler sayesinde
malların daha fazla tüketiciye ulaşması sağlanmış, dolayısıyla hem üretim, hem
de tüketim artmış, böylece büyük sermayeli ve çok sayıda insanın çalıştığı
fabrikalar ortaya çıkmıştır.
İkinci
Sanayi Devrimi ise, elektrik enerjisinin önemli ölçüde kullanıldığı 19’uncu yüzyılın
sonlarında başlamıştır. Elektrik motorları ile çalışan hareketli hatlarda seri
üretim yapılmaya başlanmıştır. Üçüncü Sanayi Devrimi, üretim süreçlerine ek
olarak otomatikleştiren elektronik ve bilgi iletişim sistemleri ve endüstriyel
robotların uygulanmasıyla 1970’li yıllarda başlamıştır. Son 20 yılda ise üretim
süreçlerinde dijital teknolojiler hızla gelişmektedir.
Yaşanan
bu hızlı değişim, birçok kesim tarafından yeni bir sanayi devriminin başlangıcı
olarak kabul edilmektedir. Bu süreç, Dördüncü
Sanayi Devrimi veya “Sanayi 4.0” olarak
adlandırılmaktadır. Aslında bu kavram ilk defa 2011’de, Almanya’da düzenlenen
Hannover Fuarı’nda ortaya atılmış olup, daha çok Avrupa ülkelerinin kalkınma
hareketine referans olarak ortaya konulmuştur. Akıllı fabrikalar, akıllı
endüstri veya gelişmiş üretim olarak da adlandırılabilmektedir.
Dördüncü
Sanayi Devrimi insan yaşamında hızlı değişimlere neden olan tüm diğer değişim
ve dönüşümler gibi üretim sistemlerinin tasarımında, imâlâtında, işçiliğinde,
bakımında ve üretkenliğinde anî sıçramaları içermektedir. Dördüncü Sanayi Devrimi
ile üretim süreçlerinde daha fazla esneklik sağlanmakta, üretimin müşteri
gereksinimleri doğrultusunda hızlı değişime maksimum düzeyde uyarlanması,
üretim hızının arttırılması ile daha iyi kalite ve daha fazla verimlilik
sağlanmaktadır.
Peki,
işçi sınıfının ortaya çıkışını hatırlıyor muyuz? Az önce sözünü ettiğimiz
Birinci Sanayi Devrimi, beraberinde işçi sınıfının ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Sanayileşmeyle birlikte insan gücüne dayalı üretimin yerini alan
makinelerin kullanıldığı yeni kurulan fabrikaların sayıları giderek çoğalmış,
bu fabrikalarda ücret geliri karşılığında çalışan sanayi işçisi ise toplumsal
bir sınıf olarak ortaya çıkmıştır. İşçi sınıfının doğuşuyla birlikte çalışma
hayatının yeni aktörleri de işçi ve işveren olmuştur.
20’nci yüzyılın sonlarına dek etkisini sürdüren bu üretim süreci, hızla gelişen teknolojik ilerlemeler sonrasında bazı yeni gelişmeleri de beraberinde getirmiştir. Çalışma hayatında yeni açılımları ifade eden post endüstriyel dönem, 1980’li yıllarda büyük bir çıkış yapan ve 2000’li yıllara kadar uzanan, hızla gelişen enformasyon ve bilgisayar teknolojisinin getirdiği değişim ve gelişmeleri ifade eder. Özellikle 2000’li yıllarda hayatın bir parçası hâline gelen küreselleşme olgusunun da post endüstriyel döneme eşlik ettiğini ifade etmek gerekir.
Ekonominin dijitalleşerek ulusal sınırların ötesine yayılması, sermaye, meta ve insan dolaşımını kolaylaştırarak küreselleşme sürecini hızlandırdığı gibi, giderek ulusal egemenliği de yeniden biçimlendirmiştir.
Birebir
örtem bir fonksiyon: Endüstri-toplum
İsmiyle
müsemma endüstri-sonrası toplum, enformasyon/bilgi temelli bir ekonomiye
dayanan toplumdur. Endüstri toplumunda üretim, mallarda ve fabrikalarda
yoğunlaşırken, endüstri-sonrası toplumlarda bilgi öne çıkmış, bilgiyi yaratan,
kullanan ve saklayan elektronik cihazlar ile bilgisayarlara odaklanılmıştır. Bu
yeni dönemde mikro-yazılımların ve robotların yaygın kullanımı ile nitelik
bakımından otomasyondan oldukça farklılaşan yeni teknolojiler, ileri sanayi
ülkelerinde sanayi-ötesi ekonomilere geçiş sürecinin motor gücü olmuştur. Bu
gelişim sadece teknolojik alanda değil, üretim ilişkilerinden insan
ilişkilerine, uluslararası pazarlardaki değişimden farklılaşan güç dengelerine
kadar birçok alanda yapısal ve niteliksel değişimler ortaya çıkarmıştır.
Endüstri
toplumlarından post-endüstriyel topluma geçişte ana rolü oynayan bilişim ve
telekomünikasyon teknolojileri gibi yüksek teknoloji, aynı zamanda işgücünün
yapısından mesleklerdeki değişime, sektörlerin tanımından üretim türleri ve iş ilişkilerinin
çoğu alanına, özetle çalışma yaşamında önemli değişimlere yol açmıştır.
İmâlâtın
otomasyonunu ileri safhalara taşımayı başaran elektronik ve bilgi
teknolojilerinin devreye girişi olarak nitelendirilen post-endüstriyel dönüşüm,
endüstriyel mal üretiminden hizmetlere yönelişi hızlandırırken, taleplerde
farklılaşma, üretimde farklılaşma ve esnek üretim gibi ekonomik alanda ortaya
çıkan yeniden yapılanmalar; küçük ölçekli üretim, üretim sürecinde yetkilendirme,
yatay işbölümü ile işgücü istihdam esnekliği gibi olguları da ortaya
çıkarmıştır.
Post-endüstriyel
dönüşüm, çalışma yaşamında pek çok radikal değişimi beraberinde getirmiştir.
Endüstri sonrası dönemdeki teknolojik gelişmeler, başta bilgisayar, telefon,
mikroişlemciler, genetik mühendisliği bilimi gibi bilgi teknolojileri çağının
ortaya çıkmasına yol açarken, işgücünün yapısını değiştirerek bazı meslekleri
ortadan kaldırırmıştır. Post-endüstriyel dönüşüm aynı zamanda, çalışma
yaşamında yeni istihdam biçimleri, esneklik, insan kaynakları yaklaşımı ve
sendikasız endüstri ilişkileri gibi değişiklikler yanında işsizlikte artış,
sendikaların gücünde zayıflama ve daha az güvenceli çalışma gibi sorunları
ortaya çıkarmıştır.
Peki, post-endüstriyel dönüşüm ile birlikte gündeme gelen “dijitalleşme” kavramı nedir?
Dijitalleşme
Dijitalleşme,
“Ulaşılabilir bilgilerin herhangi bir bilgisayar, akıllı telefon, tablet ve
benzeri teknolojik araçlar tarafından okunabilecek, o ortamlarda düzenlenebilecek
ve iş akışlarına dâhil edilecek şekilde dijital ortama aktarılması sürecine
verilen ad” şeklinde tanımlanabilir.
Dijitalleşme,
toplumun ve ekonominin dijital dönüşümü
için kullanılan genel bir terimdir. Analog teknolojilerle sembolize edilen
endüstriyel çağdan dijital teknolojiler ve dijital iş yenilikleriyle
karakterize edilen bilgi ve yaratıcılık çağına geçişi açıklar.
“Dijitalleşme”
ile “sayısallaştırma” kavramları birbirleri ile örtüşür. Şöyle ki; iş
dünyasında dijitalleşme, “sayısallaştırılmış verileri dijital teknolojiler
yoluyla kullanarak iş operasyonlarını, işlevlerini, iş modellerini, süreçlerini
veya faaliyetlerini etkinleştirmek, iyileştirmek veya dönüştürmek” anlamına
gelir. Başka bir ifade ile dijitalleştirme; etkileşimleri, iletişimi ve iş
modellerini, dijital, otonom, yarı otonom ve manuel operasyonların karışımıyla
birlikte akıllı üretim hâline dönüştürmek veya pazarlamak demektir.
“Dijitalleşme”
kavramı hayatın hemen hemen tüm alanlarına etki eden en önemli teknolojik
gelişmelerden biri olarak gösterilmektedir. Teknik açıdan ele alındığında
dijitalleşme; kelime, resim, harf ve benzeri analog mesajları ayrı darbelerde
işlenip iletilebilen ve elektronik olarak saklanıp depolanmasına olanak veren
sinyallere çevrilmesi işlemini ifade etmektedir. Geçmişte birbirinden bağımsız
olan ve bütünleştirilmesi imkânsız olarak değerlendirilen ses, görüntü ve
metinler dijitalleşme ile kolaylıkla birleştirilebilmekte ve bütünleştirilebilmektedir.
Dijitalleşmenin
kavramsallaştırılmasında internet önemli bir yere sahiptir. İnternetin toplumun
dijitalleşmesi üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. İnternet, teknik özellikleri
sayesinde dünyanın herhangi bir yerinden ağa erişim sağlayan tüm cihazları
birbirine bağlayabilmekte, dolayısıyla dünyanın her yerinden insanların
birbirleri ile iletişim kurmalarını ve sınırız bilgi paylaşımını olanaklı
kılmaktadır. İnternetin sağladığı bu hızlı ve kesintisiz etkileşim ortamı
eğitim, ticaret, finans, çalışma hayatı ve birçok sektörü/alanı hızla değişime
sürüklemektedir.
Dijital
teknoloji özellikle özel bir güce sahiptir. Çünkü firma ve çalışanların üretime
ilişkin organizasyonel, analitik ve yönetsel yönlerini geliştirerek değer
kazandırırken, diğer işlerin önemini azaltmaktadır. Bu bağlamda dijital
teknoloji, günümüzde ekonominin en önemli itici gücü olarak ortaya çıkmıştır.
Bu durum, işyerlerinde büyük ölçüde etkide bulunarak, yerleşik iş
uygulamalarını bozmasına rağmen, işyerlerinde bilgi yönetimini ve kurallara
dayalı işlemleri büyük ölçüde iyileştirme gücüne sahip olmaktadır.
Ekonomik,
toplumsal ve kültürel yapı alanında yarattığı değişim nedeniyle
dijitalleştirmeyi çağdaş dönemin temel özelliği olarak ele almak yanlış
olmayacaktır. Ekonominin dijitalleşerek ulusal sınırların ötesine yayılması,
sermaye, meta ve insan dolaşımını kolaylaştırarak küreselleşme sürecini
hızlandırdığı gibi, giderek ulusal egemenliği de yeniden biçimlendirmiştir.
20’nci
yüzyılın son çeyreğinden itibaren gelişen bilgi teknolojileri ekonomik
yapılarla birlikte çalışma yaşamını da değiştirirken, 2000’li yıllarda başlayan
dijitalleştirme süreci bu değişime farklı bir ivme kazandırmıştır.
Dijitalleştirme sonucu artan otomasyon, iş rollerini değiştirdiği gibi, genel
olarak iş süreçlerini de dönüştürmektedir. Dijital teknolojilerin uygulanması
ile organizasyonel yapılarda ortaya çıkan değişim, müşteri odaklı stratejik iş
dönüşümü gerektirmiştir.
Gerçekte
dijital dönüşüm, kurumun genel olarak değişimle daha iyi başa çıkması ve temel
olarak işletmenin uçtan uca müşteri odaklı hâle gelmesi gibi temel bir
yetkinlik yaratmayı gerektirir. Bu nedenle bilginin, bir işin işlemlerini
oluşturan süreçlerin ve rollerin dijitalleştirilmesi, işi ve iş stratejisinin
dijital olarak dönüştürülmesini getirirken, ayrıca iş modeli değişikliklerine
yol açmaktadır.
Öte yandan, Dördüncü Sanayi Devrimi olarak nitelendirilen süreç ve bu sürece eşlik eden üç boyutlu yazıcılar, internet, blok zinciri teknolojisi, mobilite, siber fiziksel sistemler gibi yeni teknolojiler yeni iş modelleri doğurup ve sanayiden topluma, toplumdan bireye kadar daha önce görülmedik bir şekilde büyük değişimleri tetiklerken, aynı zamanda çalışma yaşamını da dönüştürmektedir. Böylece sayısallaştırmayla başlayıp iş yaşamının dijitalleştirilmesiyle devam ederek dijital dönüşümü ortaya çıkaran bu süreç, bir taraftan hizmetler sektörünün genişlemesine yol açarken, birçok mesleği de ortadan kaldırmakta, aynı zamanda iş ve meslek tanımlarını değiştirerek birçok yeni iş ve mesleği ortaya çıkarmaktadır.
Dijital dönüşüm süreciyle birlikte çalışmanın mesai dışına kayarak elektronik posta ya da mesaj yoluyla işçinin evine veya tatilde olduğu süre içine dahi girmeye başladığı görülmektedir. Bunun çalışma süresini fazla mesai kavramının dışına taşıdığı açıktır.
Dijitalleşme
ile değişen istihdam anlayışı
Günümüzde
klasik dönemdeki işyeri kavramı değişmiş, başta giyim, gıda, giyecek, beyaz
eşya, teknolojik aletler olmak üzere pek çok ürün internet üzerinden pazarlama
konusu yapılabilir hâle gelmiştir. Bu durumda fizikî bir ofis olmaksızın
internet bağlantısının ve bilgisayar ya da cep telefonunun olduğu her yer
potansiyel bir işyeri konumuna gelmiştir.
Tüm
dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs Salgını nedeniyle özellikle bu dönemde
insanlar dışarıdaki mağazalar yerine oturdukları yerden, internet üzerinden
satın almak istedikleri ürünleri sipariş etmiş, yeni nesil işyerleri bu sayede
gücüne güç katmıştır. Bu noktada, özellikle kurumsal firma çalışanları ve kamu
personeli de yeni nesil çalışma düzeninden nasibini almış, evden çalışma
sistemi sayesinde işe gitmeden, çevrimiçi olarak mesailerini vermişlerdir.
“İşyeri”
kavramına ilişkin değişimle birlikte mesai ve dinlenme kavramı da birbirinin
içine geçmiş durumdadır. Dijital dönüşüm süreciyle birlikte çalışmanın mesai
dışına kayarak elektronik posta ya da mesaj yoluyla işçinin evine veya tatilde
olduğu süre içine dahi girmeye başladığı görülmektedir. Bunun çalışma süresini
fazla mesai kavramının dışına taşıdığı açıktır. Ayrıca bu durumun çalışanlar
üzerinde olumsuz etkileri de söz konusudur. Çalışma saatleri dışında işle
ilgili e-postalarına bakıp bunlara yanıt vermek zorunda kalan çalışanlara fazla
mesaileri için ek ücret ödenmemesi, bir tarafta bunun stres, tükenmişlik, uyku
sorunu ve ilişki zorluklarına yol açtığı belirtilmektedir.
Esnek
çalışma kulağa hoş geliyor. Lâkin madalyonun öbür yüzüne de bakmamız gerek. Esneklikle
ilgili düzenlemeler güvenceli istihdamı erozyona uğratırken, dijitalizasyon
süreci istihdamın yapısında önemli değişikliklere de yol açmıştır. Bilgi
teknolojilerinin yükselişi, hizmetler sektöründeki istihdamı arttırdı. Buna
karşılık, dijital dönüşüm ile başlayan süreç, vasıfsız işgücü gerektiren ve kas
yapısını zorlayan işler yerine, insanların daha çok bilgi, karar verme,
yönlendirme ve sürekli uygulama-geliştirme yapabileceği iş modelini ve buna
bağlı olarak yüksek vasıflı işgücü talebini ortaya çıkarttı. Beyaz yakalı
sayısı artarken, istihdamın omurgasını oluşturan mavi yakalı işgücü istihdamı
günbegün kan kaybediyor.
Bu
nedenle dijitalleşmenin işgücü piyasaları ve istihdam üzerindeki muhtemel
etkileri konusunda görüş ayrılıkları hâlihazırda devam etmektedir. Çünkü
dijital devrimin, verimlilikleri arttırıp maliyetleri düşürürken, şu an mevcut
pek çok mesleği yok edeceği, buna karşılık yeni mesleklerin doğmasına neden
olacağı şüphe götürmemektedir. Bu alanda yapılan çeşitli anket çalışmaları, yakın
gelecekte robotların mavi ve beyaz yakalı istihdamını yerinden edeceği
konusundaki kaygıları ortaya koyarken, teknolojinin daima yeni istihdam
olanakları yarattığı ve daha fazla iş kaybına neden olmayacağı şeklindeki
iyimser görüşlere de yer verilmektedir.
Görüleceği
üzere teknolojik gelişmeler ve dijitalleşmenin işgücü üzerindeki etkilerine
yönelik fikir birliği bulunmamaktadır. Uzman ve akademisyenlerin bir kısmı
gelişmelerin kısmen veya tamamen olumsuz sonuçlar doğuracağını savunurken, bir
kısmı ise olumlu etkilerinin daha fazla olacağını öne sürmektedirler.
Bu
bağlamda, konuyu daha iyi analiz edebilmek için günümüze kadar yaşanan
teknolojik ilerlemelerin sonuçları incelendiğinde, bazı ortak noktaların olduğu
görülmektedir. Bunlardan ilki, yaşanan gelişmeler ile ilk etapta işgücü
talebinin azalmasına rağmen daha sonra talebin artışa geçmesidir. Diğer ortak
nokta ise, işgücünün verimliliğinin artmasıdır. Bu bağlamda teknolojik
gelişmelerin uzun vadede gelir ve istihdam düzeyini arttırdığı
söylenebilmektedir. Ancak kimi akademisyenler Dördüncü Sanayi Devrimi’nin
benzer bir sonuca yol açmayacağı ve emeğin gücünün giderek zayıflayacağını
ileri sürmektedirler. Bu görüşü destekleyenlere göre teknolojilerin,
üretkenliği arttırması, emeğin toplam talebini her zaman arttırmayabilir. Bazı
otomasyon teknolojileri, aslında işgücü talebini azaltabilmektedir. Otomasyonun
getirdiği verimlilik artışı ile orantılı ücret artışları her zaman mümkün
olmamaktadır. Verimlilik artışına göre ücretler daha yavaş artmaktadır.
Geçmişte
de yeni teknolojik araçların emeği büyük ölçüde yerinden edeceği korkusu hâkim
olmuş, “teknolojik işsizlik” olarak adlandırılan bir durum ortaya çıkmıştır.
Buna rağmen teknoloji kaynaklı olarak ortaya çıkan yeni işlerin sağladığı
verimlilik ve gelir artışı emek tasarrufunun etkisini aştığından bu tür
korkular, 19 ve 20’nci yüzyılda geçerliliğini koruyamamıştır.
Ancak
dijitalleşme, yapay zekâ ve otomasyon, yakın zamana kadar gerçekten insana özel
olduğu düşünülen akıl yürütme, algılama ve karar verme gibi görev alanlarına
giderek daha fazla nüfuz etmektedir. Bu nedenle istihdamın sonunun habercisi
olabileceğini düşünenler de bulunmaktadır.
Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) yayımladığı bir raporunda, ileride
robotların eline korkulandan daha az işin geçeceğini öne sürmektedir. Raporda,
araştırmanın yapıldığı OECD üyesi 32 ülkede işlerin sadece yüzde 14’ünün
tamamen otomasyona dayalı olması, dolayısıyla gelecekte robotların eline geçme
riski taşıdığı aktarılmaktadır.
Ancak
Oxford Üniversitesinden Carl Frey ve Michael Osborne’ye göre bu rakam çok daha
fazla olacaktır. Frey ve Osborne, yapmış oldukları araştırmada ABD’de yüzde 47
oranındaki işin gelecekte robotların eline geçme riski taşıdığını belirtmişlerdir.
Onlara göre OECD hesaplamalarında oranın daha düşük çıkmasının nedeni, aynı
titri taşıyan çalışanların görevlerinin yer, ülke ve kültüre göre farklılık
göstermesidir.
Bu
konuda yapılan çalışmaların farklı sonuçlara ulaştığının bir diğer örneği de
Dünya Ekonomik Forumu’nun hazırlamış olduğu raporda da görülmektedir. Dünya
Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 15
ülkede yapılan anketlere dayanarak hazırladığı “İşlerin Geleceği” başlıklı rapora göre, dijitalleşmenin içerdiği
değişim dinamikleri, yeni iş ve mesleklerin ortaya çıkmasına ve pek çok iş ve
mesleğin ortadan kalkmasına yol açacak, hem eski, hem de yeni meslekler için
yeni beceriler gerektirecek, işlerin nerede ve nasıl yapıldığını etkileyecek,
yeni yönetim ve düzenleme güçlükleri çıkaracaktır.
Dijital
dönüşümün istihdamın geleceğine ilişkin etkileri konusunda yapılan tahminleri
ortaya koyan çalışmaların giderek arttığı görülmektedir. Bir yaygın tahmine
göre, bugün ilkokula başlayan çocukların yüzde 65’i, eğitimlerini
tamamladıklarında henüz mevcut olmayan, tümüyle yeni iş türlerinde
çalışacaktır. Yine raporun dayandığı anket bulgularına göre, 2015-2020
döneminde araştırma yapılan ülkelerde yaklaşık 7,1 milyon iş ortadan kalkacak,
buna karşılık 2 milyon dolayında yeni iş ortaya çıkacaktır.
Şüphesiz
söz konusu yıkıcı etkiler ve büyük değişimle başa çıkılması amacıyla iş dünyası
ile hükûmetlerin birlikte çalışması kaçınılmazdır. Öte yandan, dijitalleşmenin getireceği
ana faydalar genel olarak verimlilik, yatırım, büyüme ve istihdam başlıklarıyla
değerlendirilmekte, yıkıcı değişimlere karşılık belirtilen alanlarda önemli
gelişmelerin sağlanabileceği dile getirilmektedir.
Son yıllarda yapılan akademik araştırmalar şunu ortaya koymaktadır: Bireysel işçiler, dijitalleşme sayesinde iş değişiminin doğasını ve bunun ödüllerini hızlı bir şekilde görebiliyorlar. Dijital teknolojinin yayılmasının işçiler, firmalar, endüstriler, işgücü piyasaları ve tüm bölgeler üzerinde önemli etkilere sahip olduğunu gösterme eğiliminde olmasının nedeni budur. 1970, 1980, 1990 ve 2000’lerde işgücü piyasalarını inceleyen önemli araştırmalar, işyerinde bilgisayar kullanan işçilerin daha fazla kazandıklarını göstermektedir. Ancak araştırmalar, dijital teknolojilerin onları kullananları ödüllendirirken diğer çalışanları cezalandırdığını da göstermektedir. Çoğu analist, işçiler arasında artan eşitsizliğin bir kısmını bilgisayarların yayılmasına bağlamaktadır.
Dijitalleşme
eksenindeki istihdam konusu üzerinden Türkiye’ye bakış
Konuya
Türkiye açısından bakıldığında şunlar söylenebilir: Her şeyden önce, dijital
dönüşüm sürecinin tüm toplumları etkilediği bir konjonktürde, Türkiye’nin bunun
dışında kalması olanaklı değildir. Medya, iletişim, finans ve perakendecilik
gibi birçok sektörde yaşanan dijitalizasyon sürecinin tüm ekonomiyi etkilemeye
başladığı, dijital dönüşüm perspektifinin kimi işletmelerce ele alındığı
Türkiye’de de yeni iş modellerinin ve yeni mesleklerin ortaya çıktığı, iş
süreçlerinin değişmeye başladığı, işgücü piyasalarında esnekliğin giderek
arttığı görülmektedir.
Türkiye’deki
dijital değişme konusunda yapılan bir araştırmaya göre, bankacılık,
telekomünikasyon, perakende, dayanıklı tüketim ürünleri sektörlerindeki
şirketlerin dijital stratejilerinin oluşturulması ve anlaşılır hâle getirilmesi
konusunda yol aldıkları görülmektedir. Araştırma kapsamındaki şirketler, son üç
yıldaki yatırımlarının ortalamada yüzde 27’sini dijital alanda (örneğin
internet, mobil yazılım, donanım) yaptığını belirtmektedirler. Özellikle
bankacılık, sigorta ve telekomünikasyon sektörlerinin ağırlıklı olarak dijital
alanda yatırım yaptıkları görülmektedir. Bu üç sektörün dijital alanlara
yaptıkları yatırımların ortalaması yüzde 55 iken, bu sektörler dışındakilerin
yaptıkları yatırımların ortalaması ise yüzde 16 düzeyinde kalmıştır.
Perakende
sektörünün dijitalleşmeyi öncelikli konular arasında görmesine rağmen, şirketlerin
yatırımlarının en fazla yüzde 40’ını ve tüketim sektöründeki bütün şirketler
dijitalleşmeye yapılan yatırımların önemli olduğunu belirtmelerine karşın
şirketlerin yüzde 90’ının toplam yatırımlarının en fazla yüzde 20’sini dijitalleşmeye
ayırdığını ifade etmesi, araştırmanın bir başka boyutunu ortaya koymaktadır.
Türkiye’deki şirketlerin net ve anlaşılır bir dijital stratejilerinin olmasının önemini anlamaya başladıkları bir süreçten geçilirken, dijitalleştirme süreci işlemekte, şirketlerin yönetim ve organizasyon yapısı, iş modelleri, üretim süreçleri ve daha birçok değişkenle birlikte istihdam da bundan etkilenmektedir. Kimi sektörlerde bu değişim belirgin bir şekilde görülmektedir. Örneğin bankacılık sektöründe yeni teknolojilerin uygulanmasıyla operasyonel işlerde çalışanların sayısında belli bir azalma yaşanmaktadır. Dijital dönüşüm süreci bankacılıkta çalışma yaşamı ve istihdamı, buna bağlı olarak şube ve çalışan sayısını giderek artan ölçüde etkilemektedir. Türkiye Bankalar Birliği’nin Raporuna göre bankacılık sektöründe toplam çalışan sayısı, önceki yılların aynı dönemleri ile kıyaslandığında azalma eğilimdedir.
Hülâsa
Özetlersek,
bilgi teknolojilerinin gelişimi küreselleşme süreciyle birlikte post-endüstriyel
dönüşümü hızlandırırken aynı zamanda dijital teknolojilerin ortaya çıkmasına
olanak tanımıştır. Böylece analog materyal ya da bilgi akışlarının
sayısallaştırılarak dijital hâle getirilmesi ve belli bir aşamadan sonra dijitalleştirme
olarak adlandırılan; sayısallaştırılmış bilgi ve materyalin gelir yaratmak, iş
geliştirmek, iş süreçlerini değiştirmek/dönüştürmek, yeni iş modelleri ve iş
stratejilerine oluşturmak üzere kullanımını içeren yeni bir süreci
başlatmıştır.
Günümüzde
dijitalleştirme ve hızla gelişen bilgi ve iletişim teknolojilerinin sunduğu
imkânların değişen toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda, organizasyonların daha
etkin, verimli hizmet vermek ve faydalanıcı memnuniyeti sağlamak üzere insan,
iş süreçleri ve teknoloji unsurlarında gerçekleştirdiği bütüncül dönüşümü ifade
eden dijital dönüşüm; ekonomik,
toplumsal ve kültürel yapıyla birlikte çalışma yaşamında önemli değişikliklere
yol açmaktadır. Gerçekten ekonomik yapılarda ortaya çıkan değişikliklerin
istihdamı, istihdamın yapısını, çalışma koşullarını ve sendikacılık hareketi ve
toplu pazarlık düzeni ve bir bütün olarak endüstri ilişkileri sistemini
etkilememesi olanaksızdır.
Yapılan
bilimsel araştırmalar, dijital dönüşümün istihdam üzerinde olumlu ve olumsuz
etkiler bırakacağını ortaya koymuştur. Dijitalleşme sürecinin bazı iş ve
meslekleri ortadan kaldıracağı, ayrıca mal ve hizmet üretim süreçlerinde
robotik teknolojilerin kullanılmasının emek istihdamını azaltacağı -hatta
karamsar senaryolarda tamamen ortadan kaldıracağı- öngörülürken, yeni
teknolojilerle birlikte dijital dönüşümün hızlanmasının yeni işler ve
fırsatları ortaya çıkaracağı, bunun da istihdamı arttıracağı yönünde görüşler
de mevcuttur.
Dijitalleştirme
sürecinin çalışma yaşamına etkileri ya da çalışma yaşamının dijitalleştirilmesi
konusunda ortaya çıkan tartışmaların gelecekte daha da yoğunlaşacağı ve bu
konudaki çalışmaların belli bir literatür zenginliği yaratacağı aşikârdır.
Dijitalleşmenin son derece önemli bir eğilim olmasına karşın, bu sürecin nereye
gideceği konusunda büyük belirsizlikler bulunmaktadır. Dolayısıyla henüz bu
süreci “dönüşüm” olarak ifade etmek için çok erkendir! Çünkü süreç henüz
işlemekte ve değişim devam etmektedir.
Dijitalleşme,
korkulmaması gereken bir olgudur. Ancak olası etkilerine karşı topyekûn hazır
olunması gerekir. Yakın zamanda emeksiz bir gelecek beklenmemekte, lâkin derin
yapısal değişikliklerin yapılması önem arz etmektedir. Aslında işgücü bağlamında
nasıl bir durumla karşılaşacağımızı teknolojik gelişimlerden ziyade insanların,
toplumların ve hükûmetlerin yaşanan gelişmelere vereceği tepkiler, yapılacak
plânlamalar ve alınacak tedbirler belirleyecektir. Teknoloji kaynaklı emek
geçişlerinin doğru yönetilebilmesi ve artan eşitsizliklerin önüne geçilebilmesi,
ancak etkili ve yeterli kaynaklara sahip politikaların yürürlüğe konulması ile
mümkün olabilir.
Kaynakça
Dr.
Altun, F, Teknolojik Gelişmeler, Dijitalleşme
ve Çalışmanın Geleceği, https://www.researchgate.net/publication/348936998, Balıkesir (2020)
Yankın,
F.B, Dijital Dönüşüm Sürecinde Çalışma
Yaşamı, Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Cilt:7 Sayı:2, Edirne (2019)
Bozkurt,
V, Enformasyon Toplumu ve Türkiye, Sistem Yayınları, İstanbul, (1997),
Öcal,
F.M. & Altıntaş, K. Dördüncü Sanayi Devriminin Emek Piyasaları Üzerindeki
Olası Etkilerinin İncelenmesi ve Çözüm Önerileri, Uluslararası Toplum
Araştırmaları Dergisi, Sayı (15), İstanbul (2018).
Güney,
B. Dijital Bağımlılığın Dijital Kültüre Dönüşmesi, Yeni Medya Elektronik Dergi
Sayı (2), İstanbul (2017)