Geçmişten günümüze toplumumuzda tasarruf anlayışı

Eskiden evlerimizde yiyeceklerin çoğu binbir emekle kadınlar tarafından hazırlanırdı. Ekme, dikme, üretme ise bir yük ve eziyet olarak görülmezdi. Baharda yaz için hazırlıklara başlayan insanımız, ekip biçtiğini yazın bol bol hasat ederdi. Sonra başlardı kış hazırlıklarına…

İNSAN, muhtaç bir varlıktır. Dünyaya geldiği andan itibaren -hatta daha gelmeden- birçok şeye ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaçlarını giderebilmek için pek çok faaliyet gerçekleştirir. Bu durum asırlar önce böyleydi, şimdi böyle, her zaman böyle olacak. Kısacası insan, hayatını idame ettirebilmek için mal ve hizmetlere muhtaçtır. Fakat burada altını çizmemiz gereken çok önemli bir husus var: İhtiyaçlarımız sonsuzken, onları tatmin edebileceğimiz kaynaklar kıttır.

Kaynakların kıt olması, onların bir gün tükeneceği gerçeğiyle karşı karşıya bırakır bizi. Bu kaynakları verimli ve plânlı kullanmazsak evdeki bulgurdan da oluruz. Onların verimli ve plânlı kullanılması bizi “tasarruf” kavramına götürür.

Tasarrufun kelime anlamı, “parayı ya da tüketilecek herhangi bir şeyi dikkatli kullanma, idareli harcama”, “tutum”, “artırım”dır. Tasarruf sözcüğü, ihtiyaçların sonsuz, kaynakların sonlu olmasından ortaya çıkmıştır. Bir gün tükeneceğini bildiğimiz şeyleri fütursuzca har vurup harman savurursak, idareli harcamayı ve kullanmayı öğrenemezsek, hepsini o anda harcayıp artırım yapamazsak, istemediğimiz birçok sonuçla karşılaşırız. İsraf denizine gark olmuş müsrifler olarak bir kaşık suda çırpına çırpına boğuluruz.

Aile, bir toplumun temel yapıtaşıdır. He şey onda başlar ve onda biter. Birey, ilk okulu olan ailede öğrenir tasarruf kavramını. Eğer bu okulda bu kavramın tanımı ve önemi tam olarak kavranmamışsa, yandı gülüm keten helva! Zamanın insana ne sürprizler hazırladığını bilemeyiz. Bugün karnımız tok, sırtımız pek olabilir. Fakat yarın için garantimiz yoktur. Bu nedenle günü kurtarma derdinin bir adım ötesine geçmeli, yarınları da düşünmeliyiz. Gerek malımızın, gerekse paramızın az da olsa bir kısmını kenara ayırmayı alışkanlık hâline getirmeliyiz. Bu alışkanlığı kazanabilirsek, karşılaşacağımız kötü sürprizlerden çok da fazla etkilenmeyiz. Belki de gelen fırtına, en küçük bir çizik bile bırakmadan çekip gider.

En ilkelinden en gelişmişine bütün toplumlar, bir değişim ve dönüşüm içindedirler. Toplumun yapıtaşı olan aile de bu dinamizmden nasibini alır. Değişen koşullar, düşünceleri ve yaşam biçimlerini de değişime zorlar. Bizim toplumumuz da birçok sebepten dolayı zamanla farklılaşmıştır. Eskiden “Bir lokma, bir hırka” anlayışı hâkimken, şartlar bu anlayışın yerinde yeller estirmiştir. Günümüzde insanlar daha fazla tüketmeye teşvik edilmektedirler. Âdeta bireylerden har vurup harman savurmaları istenmektedir. Bu isteğin amacına ulaşması için birçok yol ve yönteme başvurulmaktadır. Özellikle artan sosyal medya kullanımı ve teknolojik imkânlar sayesinde kimse yorganının uzunluğunu hesap etmemekte, ayağını uzattıkça uzatmaktadır. Yeni nesiller “tasarruf” kavramını tanımamakta, israf batağında her geçen gün biraz daha batmaktadır.

“Geçmiş zaman olur ki hayâli cihan değer” diyen şairimize şimdi daha fazla hak veriyorum. Eskiden evlerimizde yiyeceklerin çoğu binbir emekle kadınlar tarafından hazırlanırdı. Ekme, dikme, üretme ise bir yük ve eziyet olarak görülmezdi. Baharda yaz için hazırlıklara başlayan insanımız, ekip biçtiğini yazın bol bol hasat ederdi. Sonra başlardı kış hazırlıklarına. Hemen hepsi organik, el yapımı turşular, ekmekler, peynirler, salçalar doldururdu mutfakları. Şimdi ise bu ürünlerin hemen hepsini marketlerden, manavlardan, alışveriş merkezlerinden temin etmeye çalışıyoruz. Üstelik aldıklarımızın biri bin para! Fakat bu kimin umurunda? İşin en kötü yanı ise, çoğu ürünün hangi koşullarda ve hangi katkı maddeleriyle hazırlanıp o raflara dizildiğini bilmemek. Anlayacağınız, ne yiyip içtiğimizin farkında bile değiliz.

Çılgınlığın eşiğinde: İsraf

Doktorların sürekli “Uzak durun!” dediği üç beyazdan şekere gelelim… Öyle fazla tüketiyoruz ki bu sinsi düşmanı, tükettikçe “Daha yok mu?” diyoruz. Bu sinsi düşmandan korunmanın yolunu çok iyi biliyormuş atalarımız, dedelerimiz. O üzümleri, erikleri, kayısıları ve enva-i çeşit meyveleri niçin kuruttuklarını sanıyorsunuz? Elbette şeker tüketiminden tasarruf etme gayesiyle…

Bir çılgınlığımıza daha değinmeden geçmeyelim: Şişe şişe, her öğünde tükettiğimiz gazlı -ve oldukça pahalı- içecekler, hazır meyve suları, kaç bardak içtiğimizi unuttuğumuz kahveler…

Çok değil, 15-20 yıl öncesini düşünüyorum da, biz, bunlarla hiç karşılaşmazdık. Evde annemizin yaptığı ayranlar, doğal meyve suları, gül şerbetleri, üzüm ekşileri dururken kim bakar onların yüzüne? Üstelik bunlar çok sağlıklı ve ekonomik ürünlerdi. Anlayacağınız, bir taşla iki kuş vurmayı öğrenirdik çaktırmadan. Hem sağlığımızı korur, hem de paramız cebimizde tutar ve tasarrufun kralını yapmış olurduk.

Kahvaltımız, öğle ve akşam yemeğimiz sıcacık yuvalarımızda hazır bir vaziyette bizi beklerdi. Pastanelerde kahvaltı, restoranlarda öğle yemeği, eve sipariş verilen hazır gıdalarla geçiştirilen akşam yemekleri yoktu bir zamanlar. Annelerimiz neye ihtiyaç varsa belirler ve en sağlıklı, en ekonomik olacak şekilde bunların teminini sağlardı. Ekmekler bile dışarıdan alınmaz, evlerde imece usulüyle yapılır ve aylarca tüketilirdi. İşin ilginç yanı da, o vakitlerde bu kadar ekmek israfı yoktu. Poşet poşet bayat ekmekler çöplere bırakılmaz, çeşitli şekillerde değerlendirilirdi. Arta kalan yemekler dökülmez, ya ertesi gün tüketilir ya da farklı ürünlere dönüştürülürdü. Fast-food tarzı beslenmeye alışmamıştık o zamanlar.

Velhâsılıkelâm, mutfak kültürümüz ve yemek yeme alışkanlıklarımız köklü değişikliklere uğradı. Ev üretimi ürünlerden her geçen gün biraz daha vazgeçiyoruz. Bu vazgeçişlerimiz de bize maliyet olarak geri dönüyor. Harcamaların artması, beraberinde israfı da getiriyor. Tasarruf anlayışından uzaklaşıyor ve damlaya damlaya oluşacak göllere bir serapmış gibi bakıyoruz.

Tasarrufu yalnızca mutfakla sınırlamak doğru olmaz elbette. Bu konuda altını çizmemiz gereken başka hususlar da var. Gelelim bu hususlara…


Her alanda masraf, her alanda israf

Küçük çocukların bakımı, günümüzde anne ve babaları kara kara düşündüren bir konu. Malûmunuzdur, artık anneler de babalar gibi iş hayatında aktif olmak zorunda. Evde bırakılan çocuk için bakıcı lâzım. Evde kalmayacaksa kreş lâzım. Bunların hepsi ilâve birer masraf. Eskiden anneanne ve babaannelere emanet edilirdi çocuklar. Hem daha güvenli, hem de sıfır maliyet doğrusu.

Bir de özel ders konusu var. Çocuk hangi derste zorlanıyor veya yardıma ihtiyaç duyuyorsa hemen bir özel ders öğretmenine başvuruluyor. Yüklü miktarlarda özel ders ücretleri ödeniyor. Bizim zamanımızda -çok da geriye gitmeyin- ödevlerimize, derslerimize ablalarımız, ağabeylerimiz, büyüklerimiz yardım ederlerdi. Kendi yağımızda kavrulur giderdik. “Okulda anlamazsam özel öğretmenden öğrenirim” lüksümüz yoktu anlayacağınız.

Su ve elektrik tüketimi günümüzde dudak uçuklatan bir noktaya geldi. Öyle ki, su kaynaklarımız tükendi tükenecek! Yapılan onca uyarıya rağmen konunun ciddiyetini kavrayan kişi sayısı oldukça az. Sabah kalkıp elimize diş fırçasını alınca açıyoruz musluğu, suyun mûsikîsi eşliğinde dakikalarca diş fırçalama seremonisi yapıyoruz. Kimin umurunda su boşa akmış, barajlar kurumuş, millet susuzluktan kırılıyormuş?!

İhtiyaç olsun ya da olmasın, lâmbalarımız hep açık. Bir Allah’ın kulu da fark edip kapatmıyor gereksiz yere yanan ışıkları. Bir de hemen her odaya koyduğumuz televizyonlarımız var. Herkes keyfine göre bir kanalı, bir programı açmış, gönlünü şen ediyor. Efendim, ne olmuş televizyonlar elektrikle çalışıyorsa, dünya mı batacak yani?

Bütün alışkanlıklarımızı, yaşama biçimimizi zaman değiştiriyor. Her geçen gün biraz daha tüketim toplumu olma yolunda ilerliyoruz. Tüketim toplumunun baskısı da ister istemez tasarruf yapmamızı zorlaştırıyor. Yaptığımız onca israfın üzerine perde çekiyor ve onları normalleştiriyor.

Her geçen gün bir üst modeli çıkan cep telefonları ve binlerce çeşitten oluşan elektrikli ev aletleri, “zorunlu ihtiyaçlar” listesinde çoktan yerini aldı. Bunları alırken harcadığımız maliyetler, tamir ve bakımları için harcanan onlarca lira, kullanırken harcadığımız elektrik enerjisi ve kaybettiğimiz saatlerce zaman yanımıza kâr kalıyor. Evin her bir köşesinde bir makine gece gündüz harıl harıl çalışıp bizi, cebimizi, geleceğimizi çıkmazlara sokuyor. Enerji kaynaklarımız tükenirken aslında bizi de tüketiyor. Enerji tasarrufu önemli elbette. Bunun yanında atık malzemelerin ve kaynakların da değerlendirilmesi gerekiyor.

Son yıllarda özellikle dikkat çekilen plastik poşet konusuna gelelim…

Eskiden poşetlerin yerine gazete kâğıtlarından yapılan kese kâğıtları ve annelerimizin ördüğü file çantalar kullanılırdı. Böylece hem çevre korunmuş, hem de malzemeler değerlendirilerek tasarruf yapılmış olunurdu. Bu konuda Devletimizin uygulamaya koyduğu politikaya sahip çıkmalı ve eskiye dönmeye gayret etmeliyiz. Evlerimizde bulunan her malzemeyi değerlendirmeliyiz. Kıyafetlerimiz eskidi diye onları çöpe atmamalıyız. Özellikle ev temizliğinde bu eski elbiseler işimize yarayabilir. Modası geçti diye mobilyaları hemen değiştirmeye veya atmaya kalkışmamalıyız. Yapacağımız küçük ve şık dokunuşlarla yepyeni bir hava yaratabiliriz evimizde. Ayakkabı kullanımına da özen göstermeli, hor davranmamalıyız. Eskidikleri zaman yenisini almak çok da kârlı bir iş değil. Onun yerine tamir ve bakım yaptırarak bir müddet daha kullanabiliriz ayakkabılarımızı. Sırf modaya uyacağız diye ihtiyaç dışı kıyafet, ayakkabı, eşya almak ve bunlar ömrünü tamamlamadan atmak, hem kendimize, hem ülkemize, hem de insanlığa zarar vermek demektir. İhtiyacı olanlarla paylaşarak hem hayırlı, hem de kârlı bir eylem gerçekleştirebiliriz.

Çocukluğumuzdan hatırlıyorum, bize hazır oyuncaklar alınmazdı, evde bulduğumuz kumaş parçalarından, iplerden, tahtalardan ne oyuncaklar yapardık biz. Bezlerin içine atık kumaşları doldurup top mu, tahtadan beşik mi, yoksa süslü püslü bebekler mi yapmazdık? Böylece hem psiko-motor becerilerimizi geliştirir, hem eğlenir, hem de tasarrufun âlâsını yapardık. Bilgisayarlara, cep telefonlarına bağımlı değil, arkadaşlarımıza bağlı çocuklardık biz. Anlayacağınız, bizim dönemimizde psikologlara pek de iş kalmazdı. Bu güzel alışkanlıklarımızla kötü düşüncelerden, kuruntulardan, sıkıntılardan da tasarruf etmiş olurduk.

Bir tehlike daha var konuşmamız gereken: Kredi kartları… Onların olmadığı zamanlarda hâlimize göre salınırdık. Ne kadar paramızın olduğunu bilir ve ona uygun harcamalar yapardık. Kredi kartları çıktığından beri sanki her şeyi bedava dağıtıyorlar bize. Üstelik tek kartla da yetinmiyoruz. Hepimizin cüzdanında onlarca kart var. Limiti dolanı kenara bırakıp diğeriyle çılgınca harcama yapmaya devam ediyoruz. Tasarruf yerine borçlanmayı seçiyoruz ne yazık ki!

Borçların ödeme günü gelip çattığında ise tutuşuveriyor eteklerimiz. Tutuşan etekle kalsak yine iyi, baştan ayağa yanıyoruz; gelen hacizler, dağılan yuvalar, intiharlar, çatışmalar…

Son söz

Kaynaklarımız kıt, ihtiyaçlarımız sonsuz. Akıllıca davranmayı öğrenmemiz gerekiyor. Tasarruf anlayışını varlıkta da, yoklukta da benimsemeli ve benimsetmeliyiz. Tasarruf çok önemli bir değerdir. Bu değeri gelecek kuşaklara da taşımalı, yaşamalı ve yaşatmalıyız.

Son zamanlarda yaşadığımız hızlı değişimler ve dönüşümler, birçok alışkanlık ve yaşama biçimimizi farklılaştırdı. Artık tasarruf yapmak çok daha zor. Lâkin önemli olan zoru başarmak; kolayı herkes başarır. Hiçbir şey için geç kalmış sayılmayız. Geçmişe oranla savurgan hâle gelmiş olabiliriz fakat kara hâlâ görünüyor. Kurtuluş elimizde!

Atalarımızdan, gelenek göreneklerimizden öğrenmemiz gereken çok şey var. İşe yorganımızı ölçerek başlayabiliriz. Böylelikle ayağımız ayazda kalmaz. Ayağımızı yorganımıza göre uzatabiliriz. Tasarruf eğitimine ailede başlamalı, okulda devam etmeli ve hayatın her alanında onu işlemeliyiz. Her bir bireye bu bilinci acilen aşılamalıyız. Bu eğitimi verebilmek, tasarruf bilincini aşılayabilmek için elimizde sınırsız imkân var. Bu imkânlardan en yaygını ve en etkilisi, hunharca kullandığımız kitle iletişim araçlarıdır. Bu araçlar aracılığıyla bireyleri bilinçlendirebilir, tasarruf için nelerin yapılabileceği ile ilgili bilgilendirmeler yapabiliriz. Genç, yaşlı, çocuk, yetişkin, kadın, erkek demeden herkesi bu konuda eğitebiliriz. Yapmamız gereken en doğru şey ise, dönüp geçmişimize bakmak. Çünkü her konuda olduğu gibi bu konuda da “muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur”!