Geçmişten gelen çağrı

Asırlar sonra bile tesadüfen girdiğim bir dükkânda hatırlatabiliyorsak biz olmayı birbirimize, daha yürüyecek yolumuz, bu dünyaya söyleyecek çok sözümüz var demektir.

HİÇ beklenmedik bir anda, hiç beklenmedik bir yerde, hiç tanımadığınız bir kişi size bütün geçmişinizi birkaç cümlede hatırlatabilir mi? Evet, bu mümkün!

Belki size şaşırtıcı geliyordur, fakat yakın zamanda yaptığım Balkan turunda yolum Makedonya’ya düştü ve vatanımdan kilometrelerce uzakta, hayatım boyunca unutamayacağım cümlelerle tanış olarak ayrıldım.

Kısa günün büyük kârı

Makedonya Üsküp’te hediyelik eşya satan bir dükkâna girmiştim. İçeri girdiğimde orta yaşlı, kocaman masmavi gözlerle bize gülümseyen bir bey vardı. Bir taraftan rengârenk süslerle dolu bu tatlı dükkânı dolaşırken, bir taraftan da beğendiğim ürünlerin fiyatlarını soruyordum.

Birkaç kelime konuştuktan sonra dükkân sahibinin ne kadar iyi Türkçe konuştuğunu fark ettim ve o an hiç düşünmeden “Türk müsünüz?” diye sordum. Elinde tuttuğu eşyaları paketlemek için yavaşça kasanın olduğu yere doğru ilerlerken masmavi gözleriyle gülen o beyefendinin yüzünü bir anda hüzün bürümüştü.

“Acaba yanlış bir şey mi sordum?” diye düşünürken, hayatım boyunca unutamayacağım bir ders verdi bana ve gözlerimin tam içine bakarak, “Bak güzel kızım, buralarda Türk demek, Müslüman demektir! Böyle olunca, Elhamdülillah, Türk’üm. Irkımı soruyorsan, ben bir Arnavut’um. Buraya gelen çoğu kişi bana aynı soruyu soruyor, ben de her zaman ‘Türk’üm’ diyorum. Çünkü Türk demek, bizim için bir millet ismini ifade etmez. Türk demek, bizim inanışımızın göstergesidir” dedi.

Duyduğum bu cümlelerin ardından gözlerimin dolduğunu fark ettim ve o an hayatım boyunca bu an ve konuşmayı asla ama asla unutmayacağıma içimden kendi kendime söz verdim. Çünkü o beyefendinin ağzından dökülen bu cümleler, atalarımızın kurduğu büyük birlikteliğin, hoşgörünün ve sevginin asırlar sonra kulağıma fısıldanışıydı. Geçmişin haykırışıydı bugünlere uzanan. Üzerine bastığımız toprağın tekrar bizi bize hatırlatışıydı. Ortak geçmişin bir yansımasıydı sanki bugün de yaşayan.

Makedonya’da yaşayan Arnavut asıllı bir Türk adam ve Türkiye’de yaşayan, kulaktan dolma bilgilerle ya Suriye ya da Irak asıllı Türk bir genç kız... Duymamız ve duyurmamız gereken bir çağrı bu!

Ne olduğumuz ya da nereden geldiğimizin ötesinde nelere ortak olduğumuz, tarihin tozlu raflarında adımızın hangi mücadelelerde, hangi zaferlerde veya hangi güzel günlerde yan yana geldiğidir önemli olan. Önemli olan, “O toprak senin, bu toprak benim” değil de “Bak, geçmişte ecdadımız yaşamış bu toprakta birlikte” diyebilmektir. Ne kadar zaman geçerse geçsin, kökünde hepimizin geçmişini barındıran “büyük çınar” hatırlatacak kendini bize.

O çınar, köklerinden aldığımız güç ile bugün de dallanıp budaklanmamızı isteyecek. Bize hatırlatmak istediği, geçmişi yaşamak değil, geçmişten geleni bugün muhafaza edebilmek.

Hoşgörünün, sevginin, saygının ve birlikteliğin çığlığı bu! Bir vatanın hudutlarını kalemlerin değil, yüreklerin çizdiğinin ispatı. Büyük ve kutlu bir mesajdır dünyaya armağan edilen.

Bugünden sonra anladım ki, çok uzaklarda benim insanlarım var. Evet, benim insanlarım! Bana kendimi hatırlatan, bana biz olmayı unutturmayan insanlarım… Tarihin kuvvetli bağlarıyla bağlıyız birbirimize. Bugünün dünyasında gönlümüzün çizdiği hudutlarla yaşayan insanlarız biz. Türkiye sınırlarında Türk değiliz sadece, Makedonya’da da, İstanbul’da da ya da dünyanın hangi noktasında olursak olalım Türk’üz, Elhamdülillah.

Asırlar sonra bile tesadüfen girdiğim bir dükkânda hatırlatabiliyorsak biz olmayı birbirimize, daha yürüyecek yolumuz, bu dünyaya söyleyecek çok sözümüz var demektir.