Geçmiş zaman din’darları

Yetişmek ve yenilenmek dürtüsü... Baş edemediniz, eksilemediniz. O zaman hoşgörü gösteriniz! Boğuştunuz, darda kaldınız. En sonunda o ince çizgide yalpaladınız. Şimdi kimlerin emelleri için kullanılıyorsunuz “geçmiş zamanın dini dar olanları”? Kimler yeni senaryolar yazıyor ve sizler oynuyorsunuz?

ÇAĞIMIZ gençlerinin işi zor! Kışkırtıcı unsurlar, renkli ve hızlı dünya bazılarımızın aklını çeliyor. Gençler her an bir boğuşma içerisindeler. Dayatılan yetişmek ve yenilenmek dürtüsü, yaşı “yaş” olanların beraber çıktığı yolda eksilmelere sebep oluyor. Eğer eksilemiyor ve yolda olmaktan vazgeçemiyorsan, senden otoriteye, yetişmek zorunda bırakana, yenileyen ve eksiltene “saygı” duymanı bekliyorlar. Çâren yok, “dar”da kalmak zorundasın!

Farklı ve karşıt fikirlerin insanlarda var olabileceğine saygı duymak ile bu fikirlere, “-izm”lere topyekûn saygı duymak arasındaki ince bir çizgi mevcuttur. Bu çizgi öyle hassastır ki, o inceliğin üzerinde tepinirken yalpaladığın an, artık sen, sen değilsindir. Ilımlı yaklaşımlar o çizgiyi bulanıklaştırır. İdealist olmaktan uzak bir hoşgörü, bir zaman sonra şahsiyetleri zedeleyen bir unsur hâline gelir. Birilerine daima gösterilen “gereksiz saygılarımız”, yabancısı olduğumuz hoyrat rüzgârlara kapılmaktan alıkoyamaz benliğimizi. Ya ne olur? O yabancı rüzgârlarda dövülür insanın kırılgan yanları, merhem diye kin sürülür yaralara tuz gibi. Aynı havayı teneffüs ederken, aynı dünyanın insanıyken siz ile ben, düşman ediliriz birbirimize, ne yazık!

Hoşgörülerimiz ve saygılarımızdan bahsetmişken, bir gazete manşetinden söz edeceğim. İmam-hatip mezunu, bir dönem imam-hatip okulunda okul başkanlığı da yapan bir arkadaşımın Sol Haber sitesinde “Sen de Anlat” köşesine yazdığı, buram buram propaganda kokan yazısıyla karşılaştım. O şimdi orada, “yeşil parkalı bir efendi” görünümünde. Efendi hitabı onu kızdıracaktır; çünkü düşmanı olduğu bir kelime! Fakat kullanmak durumundayım. Sol Haber sitesinde âdeta bir “efendi” gibi ağırlandığından en ufak bir şüphem yok.

Yaşadığımız zorlukları, çektiğimiz sıkıntıları ve dolayısıyla yumuşak karnımızı çok iyi bildiği için, birilerinin ekmeğine “memleketten gelen ve buram buram biz kokan” yağdan bol bol sürmüş. İştahlı zihniyetlerin harcadığı bir kimse olup çıkmış. Yazının manşeti şu şekilde:

“Asım'ın nesli kimin arka bahçesinde?” Ve yazının seyri şu şekilde devam ediyor: “Sınıfımıza her giren imamın, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı sıradan bir okulda olmadığımızı vurgularken neyi kastettiğini çok sonra anlayabilmiştim. Tarihi anlatmaya Âdem’den değil de 28 Şubat’tan başlamaları, teolojinin de sınırlarını aşmıyor değildi… Alt metinde neler yatmıyordu ki…

(…)

Ki yıllar geçmesine rağmen ‘türbanlı bacılarımız’ üzerinden lâikliğe, Cumhuriyet’e kin kusarak derslere ‘Bismillah’ diyorlardı. Girdiğim sene, imam-hatiplilere merkezî sınavlarda uygulanan puan kesintisine son verilmişti. Artık önümüzde bir engel kalmadığı müjdeleniyordu. Devletin en kritik makamlarına yerleştirilecek, Allah için buraları zapt edecektik. Peki, kimin hangi devletini, kim adına nasıl bir hâle getirmeliydik? Geleceğin valileri, hâkim-savcıları biz olacaktık da kime çalışacaktık?”

Kafası daima karışık, soruları cevaplanamayan biri kalemi aldı eline ve o ince çizgide kaybolmayı tercih etti. İmam-hatip günlerini acımasızca yâd etti, dayandırmalardan yoksun, genel bir ağızla sloganlarını attı. Bugün bu ideoloji için varken, yarın fikrî muhataplarını bulamayınca yok olacak. Yazısını bitirirken diyor ki, “Yankeelerin sahnedeki rolü bittiğinde, figüranlarını da verip göndereceğiz. Kıblesi ‘Faşington’ olanlara karşı aydınlanma hareketini karış karış tüm yurdumuzda örgütleyeceğiz. Bu memleket bizim, Yankee’ye, yobaza bırakmayız”.

“Yalnız yürümeyeceksin” hakkında

Güçlü ve üzücü, fakat benzer bir noktaya daha değinmek istiyorum. Sosyal medyada ve daha sonra arkadaş gruplarında rastladığım, üstelik internette yankı uyandırmış bir platform: “Yalnız Yürümeyeceksin”…

Kendilerini, “Hayatlarının herhangi bir diliminde başörtüsü takmış ve çıkarmış, başörtüsü baskısını türlü şekillerde yaşamış ve bu yönde mücadele eden kadınların hikâyelerini paylaşmak, dayanışmak ve haberdar olmak için, bizzat bu mücadelelerden geçmiş ve onlara destek olan insanlar tarafından, internet üzerinden bir araya gelinerek oluşturulan bir gönüllülük platformudur” diyerek tanıtıyorlar.

Platformun yöneticilerinin isimleri aşikâr değil. Platforma yazarken, “baskı altında bulunduğun bir toplumda olduğun için” isim yazmak, kimliğini doğrulamak mecburî değil. Bu durum, hikâyelerin gerçeklik değerlerini azaltır nitelikte. Proje bir çalışma olduğu çok belli. Kadınlar ve genç kızlar bu platformda “özgürlüklerine nasıl kavuştuklarını” anlatıyorlar. Bazı aile ve çevrelerde gördükleri baskıyı anlatıyorlar. Duygusal cümleler özenle seçiliyor. Belki her örtülü hanımın yaşadığı sıkıntıları dile getirerek, biz, yine bizden vurulmaya çalışılıyor. Empoze ettikleri fikir ise şu: “Çıkar, kurtul!”

BBC News, bu platformdaki kadınların bazılarıyla röportaj yapıyor. Bu röportaj geniş kitlelere ulaşıyor ve hareket desteklenmiş oluyor. Videoda bazıları isimlerini ifşa ediyorlar. Bunlardan biri Melek Bilgili…

Özgürce dans etmek istediği için başını açtığından bahsediyor Bilgili. Bu kadar mâsum ve medenî bir istek ne kadar tehlikeli olabilir ki? Eğitim için gittiği yurtdışından döndüğünde hayatını değiştirmeye karar veriyor. “Başörtülü esirdim; başımı açtım, özgürleştim” diyor. Kendisini araştırdığımızda ise, geçmişinin şaibeli olduğunu görüyoruz. Kullandığı Twitter hesabından yaptığı paylaşımlar gerçek kimliğini açığa çıkartıyor. Fakat yapılan röportaj hâlâ yayında ve platforma destekler sürdürülüyor.

Yetişmek ve yenilenmek dürtüsü... Baş edemediniz, eksilemediniz. O zaman hoşgörü gösteriniz! Boğuştunuz, darda kaldınız. En sonunda o ince çizgide yalpaladınız. Şimdi kimlerin emelleri için kullanılıyorsunuz “geçmiş zamanın dini dar olanları”? Kimler yeni senaryolar yazıyor ve sizler oynuyorsunuz?