Gece

“Uykularla kısalttığımız zamanı nerelerden yakalayarak uzatabilir, nasıl bereketlendiririz?” sorusunun anahtarı, her nefes alış verişimizde vakti Kadir Gecesi gibi faziletli ve kıymetli bilip Rabbimizin “ömür” nimetinin idrakini fark etmekle elde edilebilir.

“Geceye yenilmeyen her insana, ödül olarak

Bir sabah, bir güneş, bir gündüz vardır.”

(Sezai Karakoç)

***

ZAMANI belirten ölçü birimlerinin tarifte aciz kaldığı anlar vardır. Bunu en bariz olarak Kadir Gecesi’nin bin aydan daha hayırlı olduğu idrakiyle anlıyoruz. Yüce Rabbimiz biz kullarını bağışlamak için âdeta sebepler, vesileler ihsan etmiş; bazı vakitleri faziletli kılmış, bunları zaman aralıklarına serpiştirerek insanların arınmalarını murat etmiştir.

Hicrî takvimin her yıl güncellenmesi, onu farklı ve diri kılışı, mübârek günlerin ve ayların sene içerisinde yer değiştirerek yılların farklı mevsimlerinde konaklamasını sağlamıştır. Mümin de kendini güncelleyerek bu mübârek vakitleri kaçırmadan değerlendirmesi ve Allah’a (cc) iltica etmesi, af dilemesi, kendine yeniden bir düzen vermesi beklenir.

İslâm dini zamana oldukça değer atfederek Müslümanların bu konuda farkındalık kazanmalarına dikkat çeker. Kur’ân-ı Kerim’de “zaman” kelimesi geçmemesine rağmen “vakitler” özel isimleriyle çokça zikredilmiş, bazı ayetlerde Allah’ın (cc) varlığının delili olarak, “Gece ile gündüz, güneş ile ay O’nun işaretlerindendir. Eğer gerçekten Allah’a (cc) tapıyorsanız güneşe de, aya da secde etmeyin, onları yaratan Allah’a (cc) secde edin” (Fussilet, 37) buyurulmaktadır. Bazı ayetlerde de bu vakitlere yemin edilerek, ihmâl edilmemesi gereken bir idrakle yaklaşılması ve önem gösterilmesi istenmiştir.

“Gündüz”, insanların maişet temini için oldukça uygun bir fonksiyondadır, öyle yaratılmıştır. Mümin, farz ibadetleri yerine getirmekle beraber helâl dairede gündelik işlerini yapar, dünyalık kazanımlar elde edebilir. “Gece”, gündüzün hengâmesinden kurtulma, dinlenme ve bir sonraki güne hazırlık adına istirahat ve sakin kalmak için daha uygundur. “Uyuyup istirahat etmeniz için geceyi yaratan, işlerinizi yapabilmeniz için gündüzü aydınlatan O’dur. Şüphesiz dinleyip anlayacak bir toplum için bunda nice deliller vardır.” (Yunus, 67)

Gece ve gündüzün bu ikili nöbetleşmeleri, Yasin Sûresi’nde, “Ne güneş aya erişebilir, ne de gecenin gündüzü geçmesi mümkün olabilir. Hepsi de bir yörüngede hareket ederler” (Yasin, 40) şeklindeki ifade dikkat çekicidir.

Gece sadece bir istirahat zamanı olduğu gibi aynı zamanda insanın özüne dönebilmesi, ibadet ve ilimle iştigal edebilmesi için önemli bir fırsattır. Teheccüd namazı Peygamber Efendimize (sav) farz kılındı. Hira’da ilk emri aldıktan sonra bu durumdan çok etkilenen Efendimiz, evine gelerek “Beni örtün” diye uyumuş ve ikinci bir emre muhatap olmuş ve Müzemmil Sûresi’nde bulunan “Geceleyin birazı dışında namaza kalk!” hitabıyla karşılaşmıştır. Hazreti Aişe’den de şu hadis rivayet edilir: “Size nafile olan üç şey, Bana farzdır: Vitr, misvak ve gece namazı.”

Efendimiz, geceleri ayakları şişene kadar namaz kılardı. Aişe Validemiz “Neden böyle yapıyorsun Ey Allah’ın Rasulü? Oysa Allah, Senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır” dediğinde, “Şükreden bir kul olmayı istemeyeyim mi?” buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz (sav) gece namazın verdiği önemle nimete şükrünü ifa etmek istemiştir. Ancak bir başka açıdan baktığımızda, çağlara ve kıtalara ulaşmış İslâm Medeniyeti’nin özünde ve köklerinde, uykusunun yularını eline almış, ayakları ibadet gayretiyle şişmiş Rasul’ün ihlâsını görmekteyiz. Ümmete farz olmasa bile O’nun ayaklarının bastığı yerlere basmak, O’nun izinden gitmek, O’nu üsve-i hasene (en güzel örnek) bilmek gerekir. 

“Korku ve ümit içinde Rablerine ibadet ve dua etmek üzere vücutları yatak görmez (yanları yataklardan uzaklaşır), kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah için harcarlar.” (Secde, 16)

Kalplerinde imanın kandilini yakan bu insanların gece yataklarından uzak kalmaları onlara cefa vermediği gibi, onları “Ebu’l-vakt” yapar. Ecelin nefesini her an hisseden, geçmişi yani elesti, şimdiyi yani ömrü ve geleceği yani ahireti Müslüman zaman algısıyla iyi kurgulayanların hayatın meşgaleleriyle uyuşmadıklarını, “İbnü’l-vakt” olduklarını görüyoruz. Böyle bir bakış açısı insanı “ânı yakalamaya” sevk eder. İlmi de, bilimi de bu çerçevede okumalıyız.

“Uykularla kısalttığımız zamanı nerelerden yakalayarak uzatabilir, nasıl bereketlendiririz?” sorusunun anahtarı, her nefes alış verişimizde vakti Kadir Gecesi gibi faziletli ve kıymetli bilip Rabbimizin “ömür” nimetinin idrakini fark etmekle elde edilebilir.