SOYKIRIMIN, katliamın ve savaş görünümlü terör eylemlerinin sınırı genişliyor. Beklenen kaosa doğru hızla ilerliyor dünya. Beklenendi; zira ABD’nin, ABD’yi yöneten büyükbaşların ve onların Orta Doğu’daki terör kolu görevini icra eden İsrail’in hezeyanlarla dolu kurguları içinde, ateşi Anadolu’ya kadar genişletme histerisi baştan beri biliniyor. Hatta tarihe kilitlenmiş kapıların deliğinden nazar ettiğimizde de hem Haçlıların, hem de Müslümanlara karşı Haçlılarla ittifak içinde olan Yahudi ve paganların Anadolu rüyası çıkıyor karşımıza. Sıklıkla bu histeri dolu rüyayı küffar adına kâbusa çeviren medeniyetleri de yine aynı nazarla tekraren hatırlamak mümkün.
Gözün görebildiği çağlar boyunca bu topraklar ve İslâm beldeleri, hem ait olduğu ilâhî mânâ iklimi, hem de coğrafyanın karalar, denizler ve yeraltı boyunca ikram ettiği nice nimetle adavetin nişangâhında olagelmiştir. Fakat her çağ, bir öncekinden daha büyük bir hırs ve kibirle yoğrulan sözde devletçikler için Müslüman beldelerine saldırı argümanları daha da anifleşmekte, üst düzey hayvanî bir içgüdü ile temellendirilmektedir.
Muharref Tevrat’ın da ihtiva ettiği birtakım ütopik yaklaşımlara isnat edilen bu insanlık dışı eylemler bazı bazı saldırılan hedefe kara çalma yoluyla da gerekçelendirilebiliyor(!). Aklı ve vicdanı zerrece mesai yapan herkesin de bileceği ve anlayabileceği gibi, masum insanları öldürmenin, çocukları katletmenin, evleri, hastaneleri, okulları bombalamanın, güvenli olarak ilân edilen bölgelerdeki çadır kamplarını enkaza çevirmenin, yolda yürüyen, bisiklete binen çocukları keskin nişancılarla hedef almanın, insanları açlığa ve susuzluğa mahkûm etmenin, insanların topraklarını, evlerini, dükkânlarını gasp etmenin, çocukları kaçırmanın ve kaçırılan çocukların deri ve organlarını çalmanın ne el yapımı bir inanç sisteminde, ne insan haklarında, ne uluslararası hukukta, ne vicdanlarda, ne de akılda bir gerekçesi bulunabilir.
Soykırım her ne kadar dehşet verici şeytanî bir eylem ve son derece insanlık dışı bir kavram olsa da İsrail’in ve destekçilerinin son döneme sığdırdıkları hiçbir eylem, sadece soykırım, eklentisiz bir savaş, tarihte sıklıkla karşımıza çıkan lâlettayin bir işgal girişimi ve benzeri herhangi bir aşağılık eylem adlandırması ile açıklanabilecek cinsten değil. Kelimelerin, kavramların, anlamların en kıyıcı olanlarını derleyip de ortaya yepyeni ve dehşetli lafızlar çıkaracak olsak dahi İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği adi eylemlerin muhtevasını karşılamaya yetmeyecektir. Öyle büyük bir acı verme operasyonu süregelmekte ki bütün acıları toplasak ve bir yığın hâlinde kategorize etmeye kalksak, korkarım hiçbir lügatin zenginliği bu gayrete denk düşmeyecektir.
Beynelmilel bağlamda öyle büyük bir nefretin odağına oturdu ki Siyonistler, hiç kimse artık İsrail’in medya baskılamasına kanacak kadar saf olamaz. Artık iki insan makulesinden bahsetmek mümkün: Kan içici soykırımcı Siyonistlerin karşısında olanlar ve onları destekleyenler.
Vakıa, bu iki zıt kutbun arasında belli belirsiz ve kimliksiz bir eklenti kategoriden de bahsetmek mümkün: Duyarsız, tepkisiz ve ilgisizler. Pek tabiî lakaytlığı “kimliksiz” diye nitelememdeki maksat, Siyonizm’e taraf olanlardan daha alt bir merhaleye yerleştirme gayretimi göstermiyor.
Fakat takdir edilmesi gereken şeniyetin altını çizmem gerekirse…
Siyonist destekçileri ve Siyonistseverler, “kimliksizlik” başlığı altında bulunabilir değildir. Siyonistler kimliklidir. Bu kimliğe aidiyet, sınırları belirgin ve karakteri malûm, amacı ve yönüyle son derece ayan bir topluluk azâsı olmak gereksinimini doğurur. Siyonizm insanlığın düşmanı, şeytanın mesai arkadaşı bir örgüttür ki sayfalarca halef ve selef aksiyon ve fail dokümanı ortaya dökebilecek olsak dahi en bariz kimlik açılımı ise kan içiciliktir. İnsan yaşamaya ve yaşatmaya temayülü olan bir eşref-i mahlûkatın sıfatı olmakla; Siyonizm insan ve insanlık kavramlarının alt ve yardımcı hiçbir biriminde aranamaz ve bulunamaz. Elbette meydana gelişinde, gelişiminde, bir virüs gibi yayılımında değişen aktörler ve çağın menfaatine uygun düşecek aksiyon projeleri dizelgelenebilirse de hiçbir kazanım ve takdir, Siyonist zihniyeti kan dökmek histerisinden geri bırakamaz. Sözüm ona Arz-ı Mevud hezeyanı altında yatan yegâne tutkunun dinî(!), ırksal ve menfaatperest bir içgüdünün temellendiğini anlamak güç değil. Fakat bir Siyonist için tüm bu kan dökme sebeplerinden daha güçlü bir içtepi tespit edilecek olursa, bu öldürmek, daha doğru bir ifadeyle “Müslüman öldürmek ve Müslüman kanı içmek” olarak özetlenebilir.
Siyonizmin birinci gündemi: İslâm düşmanlığı
Tüm İslâm dışı (özde din dışı), inanç sistemlerinin üyeleri tarafından İslâm’ın asıl hedef oluşundaki mesnetleri “Ortak Düşman Müslümanlar” adlı makalemde kaleme almıştım. Burada da tek paragrafa irca etmem gerekirse, yapay inanç sistemlerine tutsak olmuş büyük ve kalabalık toplulukların tek düşmanı hakikattir. Bâtılın düşmanı, ata dinlerinin düşmanı, coğrafî geleneklerin düşmanı, ailevî ve ırkî saplantıların düşmanı her daim hakikat olmuştur. Hakikat Allah-u Teâlâ’nın dini İslâm olmakla birlikte, bâtılı, ata dinlerini, dine aykırı gelenekleri, kan bağına dayanan hiyerarşiyi men etmektedir. Ve diğer bütün bozulmuş ya da sıfırdan tasarlanmış inanış şekilleri toplumların ve devletlerin çıkarına hizmet üzere dizayn edildiğinden, hepsinin ortak düşmanı, ancak hepsinin karşısında duran ve tüm insanlığın huzur ve saadetini önceleyen bir sistem olabilir. Bu da ancak İslâm’dır.
İşte bu önermeden hareketle, Siyonizm’in bütün hedefleri ve amaçları arasında en baskın olanı, Müslümanlara, Müslümanlar nezdinde İslâm’a, (hâşâ) Yaradan’a duydukları düşmanlıktır.
Bugün Gazze’de başlayan insan kıyımının alevi çevreye de sıçramış durumda. Bu zaten beklenendi, zira Gazze’yi öldürmekle hiçbir şey elde edemeyecek olan azılı katillerin hedefi bu olamazdı. Bu soykırım, ancak hedefe giden yolda kaotik plânlarına hizmet edecek bir geçiş unsuru olabilirdi. “Öyleyse bunca insanın ölmesi gerekir miydi?” diye soracak olursak, aslında bir düşman için, hatta İsrail kadar vahşi ve barbar bir topluluk adına bile 40 binden fazla (sayılmayan çok daha fazla) insanı katletmeye harcanan enerji ve maliyet şöyle dursun, dünyanın gözünde düştükleri bu zelil vaziyet göze alınamazdı. Fakat İsrail, bilinen ve öngörülen bütün tanımlamaların ötesinde, sadece toprak ve toprakların sahip olduğu zenginlikler yönüyle ya da defaatle dile getirdikleri gibi dinî taleplerle bir beldeye saldırmakla yetinecek bir kavim değildir.
Eğer gaye sadece işgal ve menfaate hizmet olsaydı ya da iddia ettikleri üzere tahrif ettikleri kitaplarından aldıkları buyruktan ibaret kalsaydı, ödeyecekleri bedellerin hesabını yapacak ve bu kıyımı en azından bir nebze daha düşürülmüş vahşet oranıyla icra edeceklerdi. Ne var ki, tam da ifade etmeye çalıştığım gibi Siyonizm’in asıl düşmanı Yaradan’dır, hakikattir ve tabiî ki İslâm’dır. Bütün Müslümanlar bir olup da İsrail’e istediği bütün toprakları verse dahi İsrail, Müslüman kanı içmekten asla geri durmayacaktır.
Bunca vahşeti ve katliamı elbette tek bir kurguya bağlamak gerçekçi bir yaklaşım olmaz. Siyonizm’in dünyaya, devletlere ve dinlere hükmetme ütopyası son dönemde ayyuka çıkmış durumda. Buna ister işgal iptilası, ister din düşmanlığı, ister menfaatperestlik deyin, İsrail durdurulana dek durmayacaktır.
Durmaması ya da durmaya yeltenmemesi şöyle dursun, Orta Doğu’da istediği kaosu elde ettikten sonra zaten çalkantı içinde bulunan Avrupa ülkeleri de birbirine girecek, öngörülemez ittifaklar kurulup tahminlere sığmayan düşmanlıklar peydah olduktan sonra ve bu nefret yumağına Rusya’dan Çin’e kadar her bir topluluğu dâhil etmekle birlikte rotayı çevireceği ilk yer Anadolu’dur. Anadolu’ya gelebilmek ümidiyle ABD ve türevlerinin iş birliği içinde başlattıkları vekâlet savaşları (aslında katliam ve soykırımlar) Suriye, Irak, Mısır coğrafyalarında ilk etkilerini göstermiş ve darbe, iç savaş ve bölgesel istikrarsızlaştırma gibi çeşitli yollarla yürütülen bu eylemler Filistin’i yok etme ve bu yolla İslâm ülkelerine topyekûn bir başkaldırma arzusuna kadar varmıştır. Nasıl ki Suriye’de başlatılan iç savaş ya da Mısır’da gerçekleştirilen darbe Filistin soykırımına zemin oluşturmak maksadını taşıyorsa, bugün Filistin’de süregelen tüm insanlık dışı eylemler küresel bir infial ve kaos peydah etmek, Filistin’i abâd eden ve her yönden kol kanat geren Türkiye’ye de meydan okumak gayesini taşımaktadır.
Çok değil, birkaç adım sonra hedef tam anlamıyla Anadolu olacaktır. Şu ana kadar Türkiye’nin Suriye’deki operasyonları ve Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirilen askerî müdahaleler olmasaydı, bu hedefe giden yol çok daha kısa olacaktı.
Gazze sadece Gazze değildir. Tıpkı Suriye’nin sadece Suriye olmadığı, Mısır’ın sadece Mısır olmadığı gibi… Her bir kale düştüğünde ülkemiz bir ateş çemberine alınmakta ve çember her geçen gün daralmaktadır. Rusya’yı bölgede etkisizleştirme, Yunanistan’ı fişekleme gibi ek eylemler de Anadolu işgali için Siyonistlere yardımcı olması hayâliyle var edilmektedir.
Müslümansak Filistin’e duyarsız kalamayız. İnsansak Filistin’e kör, sağır olamayız. Hepsinden de öte, Siyonizm’in ülkemiz üzerindeki hain plânlarına karşı dimdik duracaksak yine Filistin’e sessiz kalamayız. Gazze yarası önünde sonunda Anadolu’yu da kanatır.