KAPİTALİZMİN temsilcileri, BM Güvenlik Konseyi’ndeki beş daimî temsilcidir. Bu beş patron, her türlü işkence, katliam ve sömürü konularıyla ilgili soruşturmaları veto edecek yetkilerinden son derece memnundurlar. Özellikle ABD’nin ve bir miktar da AB’nin “öteki” olarak gördüğü, sıkıştıklarında “Haçlı seferlerinden” bahsettikleri çıkarları için, kendilerine stepne olarak (İslâmî uyanış ve hareketlere karşı) İsrail’i mitolojik algılarını okşayarak bir araç olarak kullanmaktadırlar.
Özünde Siyonizm tam anlamıyla modern seküler bir ideolojiye dayandığından, İsrail’e, halkı Müslüman olan ülkelerin işbirlikçi yöneticilerinden daha fazla güvenmektedirler. Kur’ân ise insanı değerli görmekte, yaratılıştan gelen ve beşerî plânda oluşan farklılıklardan ötürü başkasını ötekileştirip hor görmeyi haram saymaktadır. Çünkü Hazreti Muhammed (sav), “âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir” (Enbiya, 107). Hazreti Âdem’in (as) çocuklarından Kabil’in Habil’e uyguladığı şiddet ile başlayan ötekileştirme, farklı zaman ve zeminlerde renk, dil, cins, sınıf veya yabancı olmak gibi çeşitli boyutlarda kendilerinden olmayanlara karşı uygulanan ve hatta önyargı ve asabiye nedeniyle dinî gruplar arasında bile görülen bir olgudur.
Oysa insanlar arasındaki cins ve beşerî farklılıklar, Hucûrat Sûresi’nde zikredildiği gibi “kabileler” ve “şu’b/halklar” olarak toplanmamız, birbirimizi ötekileştirmek için değil “tearuf” yani karşılıklı tanışma ve adâlet temelli bir diyaloğu (Hucûrat, 13) inşâ etmek içindir. Biz Müslümanlar, insanlara önce öteki olarak değil, yaratılıştan fıtrî kardeşlerimiz olarak bakarız.
Ancak bizlerin diğer insanlarla temel farklılığı, Yaratıcımızı ve yaratılmış kulları olarak Tevhidî ilkeleri benimseyip benimsememekle ilgilidir. Kur’ân, köken itibariyle bütün insanları eşit görür, sosyal meselelerde insanlar arasında fark gözetmez. Ama İslâm, inanç temelli bir yapı (ümmet) inşâ etmeyi hedeflediği için (Â’raf, 181) vahiy temelli ilkelerin tamamını veya bir kısmını yok sayan kesimi bir yönüyle öteki olarak görür. Ama öteki gördüklerimiz için ölünceye kadar tövbe kapısı açıktır. Bizim için öteki, müminlere savaş açan, onları yerlerinden sürmeye çalışan ve bu saldırganlara yardım eden tüm işbirlikçilerdir (Mümtehine, 9). Dolayısıyla Kur’ân; çıkar, renk, sınıf ve cins açısından değil, inanç esası üzerinden bir tasnife gitmektedir. Rabbimiz inanmayanları “şeytanın taraftarları”, inananları da “Allah’ın taraftarları” (Mücadele, 22) olarak isimlendirir.
HAMAS’tan bize bakış
Gazze direnişi, turnusol kâğıdı gibi tarafları ve içimizdeki kuklaları bir kez daha açığa çıkarmıştır. Ümmet coğrafyasındaki siyâsî ve sivil Garpzedeler, küresel egemen Ebu Leheblerle birlikte HAMAS’a ve Gazze direnişine “terörist” ithamında bulunarak şeytanın tarafında yer aldıklarını ilân etmektedirler. Gazze’de Siyonizm ve küfür güçleri koalisyonuna karşı son derece sınırlı imkânlarıyla direnen El-Kassam Birlikleri, Calud’a karşı Tâlût’un askerleri gibi mücadele şartlarını yerine getirerek, “Nice küçük topluluk, Allah’ın izniyle büyük topluluklara üstün gelmiştir. Çünkü Allah, dirençli olanlarla/sabredenlerle beraberdir” (Bakara, 249) ayetinin hükmünce davranırken bizlere örneklik oluşturdular, hüzünler içinde sevincimiz oldular. Dost saflar ile şeytanlaşan safların belirginleşmesine imkân sağladılar.
Rabbimiz, Gazze’nin salih yürekli mücahidlerini gaybî yardımıyla mükâfatlandırsın. Rabbimiz Batı medeniyetinin çöp adamları olan içimizdeki Binyamin Netanyahulara destek veren, oy veren ve oy attıran alnı secdeli politikacıları ıslah etsin. Onlara basiret lütfetsin.
ABD’li bir temsilci, savaş stoklarını sınırsız olarak katil İsrail’e açtıklarını, meskûn mahal savaşları için oluşturdukları birliklerini Gazze’ye göndereceklerini açıkladı. Rabbimiz direnişçi Gazzeli kardeşlerimize yardım etsin, düşmanın tertip ve plânlarını başlarına geçirsin, bizlerin de dayanışma ruhunu artırsın ve değişik biçimlerde gerçekleştireceğimiz dayanışma yollarımızın açılmasına yardımda bulunsun.
Bu noktada Kur’ân’a müracaat edelim ve unutmayalım ki, “Size zor geldiği hâlde savaş üzerinize farz kılındı. Hakkınızda hayırlı olduğu hâlde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu hâlde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz” (Bakara, 216).
İslâm’da savaşın hükmü, milletlerarası ilişkiler bakımından tabiî hâlin savaş mı, barış mı olduğu, savaşın sebepleri, farklı menfaat, din ve kültürlere sahip insan topluluklarının dünyada barışık olarak yan yana veya iç içe yaşamalarının mümkün ve caiz olup olmadığı gibi konularla ilgili Kur’ân’da ayetlere yer verilmiştir (Bakara, 256; Âl-i İmran, 28; Nisa, 75-76). Bu ayetler İslâm’da savaşa izin verildiği ve gerektiğinde farz kılındığı hükmünü getirmekten ziyade, daha önce gelmiş bulunan hükmün gerekçesini vermeyi ve savaşla ilgili bazı meselelere açıklık getirmeyi de hedeflemektedir.
Savaş, insanlara zor ve ağır gelir; çünkü savaşan insanlar hayatlarını tehlikeye atmakta, yurt ve yuvalarından uzak düşmekte, birtakım eziyetlere katlanmakta, dünyanın zevklerinden mahrum kalmaktadırlar. Savaşan toplumlarda istikrar bozulmakta, ekonomiden eğitime kadar birçok kurum krize girmekte, tabiat tahrip edilmekte, çevre kirlenmekte, Allah Teâlâ’nın yaratıp insanların istifadesine sunduğu nimetler boş yere, hatta insanlara zarar vererek israf edilmektedir.
Bütün bunların savaşı istenmeyen, korkulan, nefse ağır gelen, nefret edilen bir ilişki biçimine sokması tabiîdir. Ancak savaşıldığı takdirde kaybedilecekler ve kazanılacaklarla savaşılmadığında ortaya çıkacak kazanç ve kayıplar mukayese edildiğinde birincisi ağır basınca, hatta zorunlu hâle gelince savaş da kaçınılmaz olmaktadır. Şu hâlde İslâmî hükümler insanların arzularına, tabiî meyillerine değil, yükümlülükten hâsıl olacak sonucun iyi veya kötü, hayırlı veya hayırsız, faydalı veya zararlı olmasına dayanmaktadır.
Tecrübelerden anlaşılmıştır ki, insan varoluş amacı itibariyle faydalı olan bazı şeyleri arzulayabilmekte, bunlara karşı direnebilmekte, zararlı olanları da bazen şiddetle, ısrarla ve iptilâ hâlinde isteyebilmekte, engellenmeye karşı direnebilmektedir. Hikmetten yeterince nasip almamış ve olgunlaşmamış nefis, bu durumdayken kendine ağır gelen yükümlülüklerle eğitilmeli, aklın, hikmetin ve ahlâkın eksenine çekilmelidir.
Sonuç
Bir ağacı dalından veya yaprağından değil, meyvesinden tanırız, değil mi? Zira Gazze, İslâm ağacının ağızlarda hoş bir tat, zihinlerde onurlu bir diriliş ve semada hoş bir seda bırakan meyvesidir. Gayrısı ancak dal ve yaprak olmaya muktedirdir. Şehadetleri ile dünyayı dirilttiler, kayıpları ile kaybettiğimiz kulluk bilincini bizlere buldurdular, yaraları ile yitik ruhlara şifa oldular.
Hâsılı Gazze, Gazze’nin sadece bir şehir olmadığını öğretti bize. Gazze, ümmetin yarası olduğunu öğretti bize. Gazze, ümmetin kavgası olduğunu öğretti bize. Gazze, ümmetin kaygısı olduğunu öğretti bize. Gazze, on yıllardır ümmetin sıkmayı unuttuğu yumruğu, kınından çekmeyi unuttuğu kılıcı olduğunu gösterdi bize.
Ey şerefli Gazze’nin şerefli evlatları! Rabbim, sizleri bugün saf saf, bölük bölük, sırt sırta düşmana karşı birlikte vuruştuğunuz hâl üzere Adn cennetlerinde cem etsin ve sonsuz nimetleriyle nimetlendirsin.
Unutmayalım; dua, müminin silahıdır. Vesselâm…