Gazze’nin bize anlattıkları

Gazze’nin yanında Allah var. İnsanlığın ve İslâm’ın izzeti ve şerefi Gazze’nin omuzlarına yüklendi. Biline ki, İsrail saldırılarında fiziken ölenler Filistinliler olabilir ama bu zulme destek vererek veya sessiz kalarak İsrail’in safında yer alan her kişi, her kurum ve her ülkenin gururla önümüze koyduğu o şatafatlı ideolojileri, sözleşmeleri, beyannameleri ve ilkeleri yerle yeksan olmuştur.

BU ayki yazıma İzzeddin El-Kassam Tugaylarının dile getirdiği muhteşem bir dua ile başlamak istiyorum.

“Allah’ım! Senden esirlerimizi ve Mescid-i Aksâ’mızı özgürleştirmeni ve onları Müslümanlar diyarına geri getirmeni diliyoruz. Allah’ım! bizi fetih ve apaçık zafer vereceğin askerlerden kılmanı diliyoruz. Allah’ım (yolunda) bizleri istihdam et!

Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et!” (Âmin.)

Hadîs-i şerifte buyuruluyor ki, “Zayıfın hakkını kolaylıkla alamadığı bir millet, şerefli olamaz”. İşte bu kadar net! Bugün Gazze’de yaşanan katliama karşı söylenecek söz budur.

Mazlum kardeşlerimizin her gün gözlerimizin önünde öldürülmesini seyretmekle yetinen bizler, sorarım size, ne menem Müslümanlarız, ne biçim insanlarız biz? Şerefli bir millet olmanın yolu, zayıfın hakkını korumak ve o hakkı alabilmek için verdiği mücadelede yanında olabilmektir. Gazze Filistinlilerindir ve ebediyen öyle kalacaktır. İşte bize yıllar boyu uğrunda mücadele edilecek bir hedef!

“Yahudi olmayan bütün kadınlara tecavüz edilebilir” fetvasını veren tuğgeneral haham, Siyonistlerin mürşidi. Her biri rezil! Ve bunlar sadece bizim gördüklerimizden birkaçı. Bunlardan oralarda çok var ama adı Ahmet, Mehmet olup da bizim içimizde bulunan ne yazık ki pek çoğu var. Acı, ama gerçek olan bu değil mi? Bedenleri aramızda, akıllarıysa küresel çetelerle birlikte yaşayan alçaklar bunlar.

İsrail ordusunun Nahal Tugayı üssünün alçak hahamı Amichai Friedman, askerlere hitap ederken, “Bu topraklar bizim. Hepsi! Gazze ve Lübnan dâhil. Vaat edilmiş toprakların tamamı bizim. Büyük çapta geri döneceğiz” diyor. Ne yazık ki içimizden olup zihni işgale uğramış hainlerse alkış tutuyorlar buna. İçimizde zihinsel işgale uğramışlar o haham alçağın “vaat edilmiş topraklar” dediği alanın Türkiye’nin de bir bölümünü kapsadığının farkında mı, değil mi acaba? Yoksa hain mi, sizlere bırakıyorum…

***

Üstad Nuri Pakdil, yıllar evvel yazdığı dizelerle güzel yarınlara uzanmamızı, ümitvar olmamızı istiyor: “Gözyaşları bittiğinde/ Güller, zambaklar yeşerecek Gazze’de/ Kutlu Kudüs’te açacak çuha çiçeği/ Ey Müslüman, güneş doğuyorsa umut vardır/ Sağlıklıysak, her şeyi hâlledebiliriz/ Allah’tan sana sabrını ve yorgunluğunu telâfi edecek bir lütuf mutlaka gelecek// (Allah’a güven)/ Gazze’yi savunmak, Mekke’yi, Medine’yi, İstanbul’u, Bağdat’ı savunmak demektir.”

İşte bütün mesele budur, dâvâ ruhu budur, inanç abidesi budur, gök kubbe budur!

***

Katil İsrail’in saldırılarında annesi yaralanan Filistinli bir kadın şöyle haykırıyor: “Son nefesimiz bile olsa burada kalacağız. Toprağın altından çıkacağız. Bu Hazreti Muhammed’in ordusu, yenilmez bir ordu!”

Gazze’nin yanında Allah var. İnsanlığın ve İslâm’ın izzeti ve şerefi Gazze’nin omuzlarına yüklendi. Biline ki, İsrail saldırılarında fiziken ölenler Filistinliler olabilir ama bu zulme destek vererek veya sessiz kalarak İsrail’in safında yer alan her kişi, her kurum ve her ülkenin gururla önümüze koyduğu o şatafatlı ideolojileri, sözleşmeleri, beyannameleri ve ilkeleri yerle yeksan olmuştur. Biline ki, küresel güvenlik ve barışı korumak için kurulan Birleşmiş Milletler, kendi çalışanlarını dahi İsrail’in barbarlığından koruyamaz duruma gelmiştir. Biline ki, Gazze’de şehit edilen her 3 kişiden 2’sini çocuklar, bebekler ve kadınlar oluşturuyor. Kendisinden haber alınamayan Gazzeli sayısı 6 bin 500’ü geçti. İsrail zulmünün kurbanları arasında 73 gazeteci ve 100’ün üzerinde Birleşmiş Milletler görevlisi de var.

Biline ki, fail Müslüman olunca ortalığı ayağa kaldıranların hepsi bugün İsrail’in hoyratça sergilediği katliamlara kör ve sağır kesilmiş durumda.

***

Artık kendimize gelelim; dünyanın herhangi bir Hıristiyan ülkesinde çıkan sıkıntı, tüm Hıristiyan aleminin sorunu oluyor da Müslüman Filistin’de çıkan sıkıntı Müslüman Türk’ün neden sorunu olmuyor? Gazze başta olmak üzere, işgal edilmiş Filistin topraklarında büyük bir vahşetin yaşandığı bugünlerde sergileyeceğimiz iş birliği çok daha önemli hâle gelmiyor mu, susmak ne demek? Susmak, sıranın bize gelmesi demek!

Birtakım hastalıklı kitle “Biz aslında insan değiliz” diyemiyor da, “Biz Arap mıyız ki? Bize ne Filistin’den!” diyor. Siz Ukrayna’ya ağlarken hiç kimse size “Babanız Ukraynalı mı? Size ne Ukrayna’dan!” dedi mi? Hayır! Peki, neden şimdi? Çünkü mesele, gamalı haç ile kızıl yıldız arasındaki meseledir.

“Dünyanın en cesur çocuklarının yaşadığı yerdir Filistin. Hayâllerine ulaşmayı bırakın, yeteneklerini bile fark edemeden ölen çocuklar var” diyor Madrigal’in bateristi Sanlı Akgün. Ve ekliyor: “Gazze’deki tüm çocukların yanındayız.”

Bakınız, küçük kardeşinin kanlar içindeki hâlini görünce kriz geçiren ablası, “Anam yok, babam yok. Teselli edecek kimsem yok” diye haykırıyor.

Filistinli bir başka çocuğun insanlığı yerin dibine sokan sözlerine ne demeli peki? “Ben ahir zamanda, taşların ve ağaçların neden konuşacağını şimdi anladım. Çünkü insanlar konuşmuyor!”

Evet, insanlık nerede? Ne ki kimse duymaz bu çığlığı, bu acıyı, bu derin sızıyı... Yaprak kıpırdar, rüzgâr eser, kar yağar, taş çatlar ve dağılır. Ama insanlar susar. Nasıl olur da bu denli duyarsızlaşır, bu denli katılaşır insan?

Bu katiller sürüsünü kim durduracak? Çocuklar ölürken değil, uyurken susulur. Dilsiz şeytanlardan olmayın!

Gazze’de, gözümüzün önünde bir soykırım yaşanıyor. Bebekler, çocuklar toplu hâlde öldürülüyor. Hastaneler, okullar vuruluyor. Gazeteciler, doktorlar katlediliyor. Her gün, her an olan biteni öfkeyle izliyoruz. Haşmet Babaoğlu bir yazısında şunu diyor:

“Ekran açıktı. Baktım, gelecek konuşuluyordu. İklim konuşuluyordu. Konuşulanlar içinde Gazze yoktu elbette. Daha dün katledilen 300 bebek yoktu. Ne vardı? ‘Sürdürülebilir bir dünya’ lafı vardı. Sistemin emrine uyarak her cümleye eklenen o laf hani... Ben de söylüyorum işte: Bu dünya sürdürülemez.”

***

Camileri yıkabilirsiniz ama imanı asla! Ölen bedendir, ruh yaşar. Gözler kör olmaz; fakat asıl kör olan, göğüslerde bulunan kalptir. Mühim soru şu: Elimizden ne geliyor?

Kalbimizi oraya taşıdık. Dualarımızı Gazze üzerine yağdırır olduk. Lânetimizi Gazze üzerine bomba yağdıran katillerin üzerine saldık. Şimdilik elimizden gelen en büyük eylem boykot. Onu da yapmaya çalışmak hem insanlık görevimiz, hem millî görev. Ancak Gazze manzarası karşısında ciğeri yananlar bile boykot külfetine katılmakta isteksiz davranabiliyorlar. Zira boykot konforu bozar, alışkanlık ve âdetleri değişime zorlar. Zihni meşgul eder. Belki küçük bir miktar parasal bedel ödemeyi de gerektirir ama para, insanlık şerefinden daha önemli değildir.

Gazze konusunda samimî olduklarına şüphe duymadığımız kişiler bu kadarcık bedeli dahi göze almayabiliyorlar. İsrail’le ticareti ya da gemi trafiğini kesmek boykotun çok çok ötesinde bir fedakârlık, cesaret ve bedel gerektiriyor.

Bir tarafta, haydi İslâmî boyutunu geçelim, insanî ve millî bir mesele var; diğer tarafta İsrail’den gelecek bin dolarlar, milyon dolarlar... Hem dindar görünüp, hem Filistin meselesinde en hamâsî nutukları atıp, hem de gizliden gizliye İsrail’le ticaret yapanların yatacak yeri yok. En azından, “Konuşup da dâvânın samimiyetine zarar vermeseler” diyorum…

Kurtlar yiyor, çobanla ağlayanların ümmet arasında yeri yok. Keza ruhları satılmışlardan başka nedirler? Musalla taşına parayla mı yatacaklar, yoksa insanlık onuruyla mı?

Bilmiyorlar ki o son nefeslerini verirken gözlerinin önünden bir saniye içinde bütün yaptıkları film şeridi gibi geçecek ama “keşke” diye bir şeye yer olmayacak.

***

İsrail’in bebekleri bile acımasızca katleden vahşeti karşısında çok kızgın, çok öfkeli, hatta intikam duygusuyla doluyuz. Ama sevdiklerimizden fedakârlık etmedikçe ya da içinde yaşadığımız toplumu böyle bir fedakârlığa yönlendirmedikçe bu öfkenin, bu kızgınlığın bir anlamı var mı? En sevdiğimiz şeyleri Allah yolunda feda etmedikçe, az ya da çok külfete katlanmadıkça intikam mümkün mü?

Ey mahşere inanan dünya Müslümanları, kıyamete kadar mı sürecek bu uykunuz? Kudüs işgal altında, hesabınız çok çetin olacak. Asla gevşeklik göstermeyin! “Neyi değiştirecek ki” demeyin asla! Çünkü zafer inananlarındır, Allah’ın tarafında olanlarındır. Unutmayın, “Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de” (Yunus, 62).

Orhan Pamuk’un sözleri bir itiraftır!

O Batı uşağı sözde romancımız var ya, anlı şanlı (!) Orhan Pamuk, New York’taki bir sohbette demiş ki, “Bizim bir devlete ihtiyacımız vardı, önce Müslüman olduk ve uzun maceralardan sonra Türkiye’yi elimize geçirdik”. İşte bu söz, bu ülkede birçok olaya ışık tutacak nitelikte ifadedir.

Anlaşılan o ki, birileri devlet ihtiyacını karşılamak üzere Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi ellerinde tutmak için “Müslüman ve Türk görünme” ihtiyacı hissetmiş. Yani bu ülkede öyle her “Müslümanım” diyene, “Türk’üm” diyene inanmamakla yükümlüyüz.

Devrimci Atatürkçü Prof. Yalçın Küçük, “Sabetayistlerimiz olmasa, biz bu cumhuriyeti kuramazdık, hep tekrarlıyorum. Türkiye’deki Yahudiler İsrail’deki Yahudilerden daha güçlüdür” demişti.

Anlayın artık, mesele “Çü” kılıfı altında bu milleti tarihten bu yana dizayn etmeye çalışanların maskesinin her geçen gün düşmesidir. Hani deriz ya, gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.

Zihinsel işgal

Zihinlerin işgali Gazze’nin işgalinden daha şedittir, bu kadar net. Cihadı bırakan toplumlar esir olurlar.

Gazze’de binlerce çocuk öldürülürken, bir de başımıza sinema dünyasının aklı kısırlaşmış aklıevvelleri çıktı, iyi mi? Bizim imtihanımız da böyle bir sanat camiasıyla birlikte yaşamakmış. İnsanlığa sırtını dönen korkak bir camia. İnsan olmanın erdeminden sıyrılmış bir hazzın peşinde hayat yaşayanlarla dolu. Bunlara rağmen dünyadaki güzel insanlarla insanlık onurunu dik tutacağız inşallah.

Bilmediğimiz için sorguluyorum, istisnalar beni bağışlasın; tiyatrocular bütün dünyada mı bu kadar içi boş, ilkokul müsameresi duyarlılığıyla ve beylik kuruntularla yaşıyorlar acaba? Bu paçozluk nedir böyle? Gazze’yle, Filistin’ le, ümmetin derdi ile dertlenmelerini beklemiyoruz, hoş. Ama itiraf edeyim ki, dünyanın en sefil, en rezil sanat camiasına sahibiz. Sanki Türkiye’de sanatçı diye anılmak için Siyonist beslemesi olmak gerekiyor.

Köpeğini düşünüp Filistin’de katledilen ağzı süt kokulu bebekleri düşünmeyen vicdansız ve namussuzlar, sizinle ölene kadar kutuplaşmayan, bu toprağın çocuğu olamaz! Derdinizin ağaç ya da köpek olmadığını, sadece sizin değil, yüzlerce köpeksever derneğin derdinin de köpek olmadığını iyi biliyoruz.

Türk sekülerlerinin ekseriyeti için, ölen Müslümanların hiçbir önemi yoktur, olmayacaktır. Hatta birçoğu (sadece “Allah-u Ekber” dedikleri için) Gazzelilerin katledilmesine içten içe mutlu dahi olurlar. Emin olun, öldürülen her bir tekbirci onların gözünde medeniyete (!) giden bir kilometre taşıdır.

Aylardır günde ortalama 180 bebek/çocuk paramparça edilmiş, umurunuzda mı?

Şu unutulmasın ki, o namlunun ucu bir gün bu ülkeye dönerse, içinden çıkacak olan mermi “Sen sekülersin/İslâmcısın” diye ayırt etmeyecektir. Bugün İslâmcı Gazze dümdüz edilirken seküler Batı Şeria da etnik temizliğe maruz kalıyor. Yani işgal güçleri seküler/İslâmcı ayırmıyor.

Tepkisizliğin insanda köklenen nedeni

“Zayıf karakterli ve kendini aşan bir mefkûresi olmayan kişi, boyun eğerek güce ortak olur ve itaat ederek iktidardan pay alır.”

Teslim olmanın ve köleleşmenin tedavi edilemez seviyesi, gönüllü omurgasızlıktır. Yani kafada yenilmek...

Bütün dünya gördü; bizim örümcek kafalı Solcularımız hariç. Onlara göre HAMAS, lâik olmadığı için katliamı hak ediyor. Ha bir de İngiliz, Amerikalı ya da Fransız değil, Müslüman Arap bunlar. Bizim çağdaş lâik aydınlanmacı Solcularımızın sevmedikleri…

“Ben Türk’üm; benim Kudüs veya Filistin diye bir dâvâm yoktur” diyenler, Türklüğünü kaybedip Yahudiliğe asimile olmuş ama bunun farkında bile olmayan tiplerden başkaları değildir.

Türk demek, insan demektir, delikanlı demektir, zalimlere sırt dönmeyen demektir, kimsesizlerin kimsesi olmak demektir, dünyanın her yerinde mazlumların gür sesi olmak demektir.

Serbest kalan rehinenin mektubu

6 gün gerçekleştirilen kısacık ateşkesin ilân edilmesiyle birlikte HAMAS, serbest bıraktığı Danielle isimli kadının mektubunu yayınlanmıştı. Küçük kızıyla birlikte 23 Kasım’da kaleme aldığı mektupta Danielle, şu ifadeleri kullanmış:

“Geçtiğimiz birkaç haftadır bana eşlik eden generallere...

Yollarımız ayrılacak gibi görünüyor ama size bu süreçten ötürü teşekkür ediyorum. Kızım Emilia’ya gösterdiğiniz olağanüstü insanlık için minnettarım. Siz de onun ebeveynleri gibiydiniz; Emilia’yı istediği zaman odanıza davet ediyordunuz. Hepinizin sadece arkadaş değil, aynı zamanda gerçek iyi kalpli kişiler olduğunuzu hissetti.

Kızımla geçirdiğiniz saatlerde ona meyve verip şımarttınız, gösterdiğiniz sabırdan ötürü hepinize teşekkür ediyorum, teşekkür ediyorum, teşekkür ediyorum, teşekkür ediyorum...

Çocuklar savaşta yer almamalı. Tanıştığımız kibar ve nazik insanlar sayesinde kızım bu süreçte kendini Gazze’nin kraliçesi gibi hissetti. Bu süreçte bizi tehdit eden kimseyle karşılaşmadık; sadece kibarlık ve sevgiliyle karşılaştık. Kızım burada psikolojik bir sorun yaşamadığı için size karşı sonsuz minnettarım.

Zor durumunuza ve Gazze'de verdiğiniz ağır kayıplara rağmen gösterdiğiniz nezaketi hatırlayacağım. Hepinize ve ailenize sağlık ve sevgi diliyorum. Çok teşekkür ederim.”

Şimdi bu mektubu okuyup hâlâ “HAMAS terör örgütüdür” diye yaftalamaya çalışanlara sormak gerekir: Siz kimsiniz?

Ne yazık ki hâlâ içimizde hayvandan öte insan kılığına girmişler var. Anlamıyorlar. Çünkü onların derdi İslâm ve Müslümanlarla. İbrahim Tenekeci’nin bugünler için acı ama gerçek bir sözü var: “Ahlâksızın ahlâk, haksızın hak, zalimin merhamet dersi vermeye çalıştığı günlere geldik…”

Sonuç itibarı ile diyeceğim şu ki, “Bakma sen/ Zorbaların heybetli durduğuna/ Fasıkların şeytanla ittifak kurduğuna/ Bakma sen/ Ekranların ahlâkı vurduğuna/ Gör ki, bütün kâinat/ Sabırla beklemede/ Susanlar konuşacak/ O Büyük Mahkeme’de// Ey kudretin gerçek ve tek sahibi/ Kuvvetin kendinde olduğunu sananlara/ Hakikî kuvvet sahibinin Sen olduğunu göster/ Şerlerini tepelerine bindir/ Bu esfel-i sâfilînin nefeslerini kes!/ Ya Takdir-i Hüdâ, Ya Celâl, Ya Cebbar, Ya Kahhar…”