Gazze’deki İbrahimlerin sırrı: Bu İbrahimleri kim yetiştirdi?

Gazzeliler bu imana sahip olmak için hangi aşamalardan geçtiler? Hangi tesbihi çektiler? O mübârek, kucağına aldığı kanlar içindeki şehit çocuğuna, “Hazreti Muhammed’e selâmımı ilet ve O’na, ‘Babam, Seni kendisinden daha çok seviyor’ de!” diyecek Peygamber aşkına ulaşabilmek için günde kaç kez “salât-u selâm” getirdi, söyleyin ey Müslümanlar!

İKİ arkadaş ikindi namazını beklerken, caminin karşısındaki çay ocağında oturmuş sohbet ediyorlar. Ak sakallı olan, birdenbire,

“Habu peygamberluk da çok zor iştur ha, ben beceremezdum” demiş. Arkadaşı hayretle, “Noldi ula, niye dedun oni?” diye sorunca, ak sakallı şöyle cevap vermiş: “Cenab-u Allah, İbrahim’e deyi ki, ‘Uşağunu keseceğsun’. O da kalkayi İsmail’uni kesmağa…”

Bu fıkra komik olduğu kadar “İbrahimî imanın” hakikatini düşünmek için de müthiş bir meseldir. “İbrahim olmak” çok zordur. Ancak Gazze’ye bakıyoruz da, Gazzeli mücahitlerin her biri İbrahim olmuş adeta. Çocuklarının cansız bedenlerine sarılıp nasıl dolu dolu “Elhamdülillah” diyorlar… Bu nasıl imandır, söyleyin ey Müslümanlar! Gazzeliler bu imana sahip olmak için hangi aşamalardan geçtiler? Hangi tesbihi çektiler? O mübârek, kucağına aldığı kanlar içindeki şehit çocuğuna, “Hazreti Muhammed’e selâmımı ilet ve O’na, ‘Babam, Seni kendisinden daha çok seviyor’ de!” diyecek Peygamber aşkına ulaşabilmek için günde kaç kez “salât-u selâm” getirdi, söyleyin ey Müslümanlar!

Esmaü’l-Hüsna’yı ne kadar çok zikretmişler ki çocuklarının cansız bedenlerini elleriyle havaya kaldırıp, “Feda olsun yoluna Ya Rabbi!” diyebilecek kadar Allah aşkıyla malul hâle nasıl geldiler, Gazze’deki İbrahimlerin sırrı nedir?

Evlerinin bir odasından diğer odasına geçer gibi, hayat ile öte dünya arasında sadece incecik bir perde varmış gibi iman etmişler ahirete. Bu iman, binlerce kilometre uzaklıktaki Hıristiyan gencecik bir kızı bile hıçkıra hıçkıra ağlatabiliyor: “Ben Hıristiyan’ım ama Müslümanların inancına bakış açım sonsuza dek değişti. Çok güçlü. Hayâl bile edemiyorum…”

ABD’li kızıl saçlı bir kadın, yine gözyaşları içinde, “Eğer bir tanrı varsa, Filistinlilerin ve Müslümanların, Tanrı’nın seçilmiş halkı olduğuna inanıyorum. Onların kalplerinde, şefkatli davranışlarında Tanrı’nın delillerini görüyorum” diyor.

Bu Gazzeliler nasıl inanmış insanlardır Ya Rabbi?

Hiçbir şey söylemeden, hiçbir şey anlatmadan, sadece iman ederek yaptıkları tebliği, milyonlarca Müslüman matine-suare vaaz anlatamadı. Allah’ın varlığının esamesi olan imanları sayesinde Avrupa’dan Lâtin Amerika’ya kadar birçok insan Müslüman oldu. Ne diyelim, Allah’ım bizlere de bu kardeşlerimizin imanından nasip eylesin. (Âmin.)

Söz Hazreti İbrahim’e (as) gelmişken, anlatmak zarurî oldu. Çünkü derstir bütün ümmet için: “Allah bize yeter, ne güzel vekildir O.” 

Büyük sahabe Abdullah İbni Abbas’ın beyanından, tevekkülün en kısa ve kesin ifadesi olan “Hasbünallahu ve ni’mel vekîl” sözünü Hazreti İbrahim ve Hazreti Peygamber’in en kritik anlarda söylemiş olduklarını öğrenmekteyiz. Bu kritik anların ilki, Hazreti İbrahim’in Nemrut tarafından mancınıkla ateşe atılmasıdır. İkincisi de İslâm tarihinde “Bedr-i Suğra” (Küçük Bedir Savaşı) diye bilinen hâdisedir. Her iki olaya da Kur’ân-ı Kerim’de işaret buyurulmaktadır.

İbrahim Nebî’nin (aleyhisselâm) ateşe atılma olayı Kur’ân-ı Kerîm’de tafsilatlı bir şekilde anlatılmaktadır (Enbiya, 51-70). Tâ baştan beri Allah’a tam bir güven içinde bulunan Hazreti İbrahim, en son anda, ateşe fırlatılırken dahi aynı itminan ve güvenle “Allah bana yeter, ne güzel vekildir O” teslimiyeti içinde, sadece Allah’tan yardım beklediğini dile getiriyordu.

Sonuç ise gerçek tevekkülün akıllara hayret veren mutlu sonuydu. Kızgın ateşin serinlik veren bir ortama dönüşmesi... Çünkü Allah her şeye Kâdirdir. Mesele O’na güvenmektedir.

Hazreti Peygamber Efendimiz ile ilgili olaya ise Âl-i İmrân Sûresi’nin 173’üncü ayetinde işaret buyurulmaktadır.

Uhud Savaşı’ndan sonra Ebu Sufyan, “Bir sene sonra Bedir’de buluşalım” demiş, Hazreti Peygamber de “İnşallah” diye cevap vermişti. Vakit gelince Ebu Sufyan, Mekkeli müşriklerden topladığı güçle Merru’z-Zahran denilen yere kadar gelip ordugâh kurmuştu. Ancak kalbine düşen korku sonucu Mekke’ye geri dönmeye karar vermişti. Tam bu sırada Medîne’ye gitmekte olan Nuaym İbni Mesut ve adamlarıyla karşılaştı. Henüz Müslüman olmayan Nuaym’a, “Al, sana on deve! Medîne’ye gittiğinde, ‘Büyük bir kuvvetle gelmişler, seni bekliyorlar’ diye Muhammed’i korkut” demişti.

Nuaym, Medîne’de Hazreti Peygamber’i harp hazırlıkları içinde buldu. Ebu Sufyan’ın isteğini yerine getirerek, “Ebu Sufyan, Mekkelileri toplayıp gelmiş, sizi bekliyor. Giderseniz hiçbiriniz geri dönemez!” diye Müslümanları korkutmak istedi. Başta Hazreti Peygamber olmak üzere Ashab-ı Kirâm’ın Allah’a iman ve güvenleri artmış ve “Allah bize yeter, ne güzel vekildir O” demişler ve sözleşilen yere hareket etmişlerdi. Bedir mevkiine gelince düşmanın çoktan çekip gittiğini gördüler.




Mîsak-ı Millî’nin güncellenme vakti gelmiştir!

Irak ve Suriye için 15 Temmuz diriliş vakti gelmiştir. Hedef, Mîsak-ı Millî’dir, Mîsak-ı Millî’de barışın sağlanmasıdır. Türk Devleti her türlü yöntemi, gerektiğinde güç de kullanarak bunu sağlamak zorundadır.

Mîsak-ı Millî, bir Türk devleti olan Osmanlı Devleti’nin son Mebusan Meclisi’nde devlet aklının aldığı stratejik, askerî ve sosyoekonomik yönleri olup taktiksel detaylar da içeren stratejik bir karardır. Mîsak-ı Millî sınırları incelendiğinde görülecektir ki, bu kararlar mülkî bir sınırı ifade etmemektedir. Yeni devletin savunma hattıdır Mîsak-ı Millî. Ancak maalesef bu hat Kurtuluş Savaşı’nda korunamamışsa da Türk devlet aklının hafızasında yerini korumuştur. Bugünkü şartlara gelindiğindeyse Misâk-i Millî’nin bu şartlara göre güncellenme gereği doğmuştur. Neden mi?

Bugün sözde Atatürkçülük ile geçinenler hiçbir zaman gündeme getirmeseler, hatta bugün gündeme getirildiği zaman tepki bile gösterseler de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözü tarihe not, geleceğe ise bir mesajdır: “Allah nasip, ömrüm vefa ederse, Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selânik dâhil, Batı Trakya’yı Türk hudutları içine katacağım.”

Gazi’nin bu sözleri bizim için çok mühimdir. Eğer bölgenin İsrail ve onun varlık sebebi yani İsrail’in güvenliğini sağlayan ABD’den, ikincisi Rusya ve İran’dan, ayrıca diğer tüm emperyal güçlerden korunması gerekiyorsa, savunma hatlarımızı daha ilerilere kurmak zorundayız. Ancak devlet üst aklının, Hükümetimizin, parti genel merkezinin, il ve ilçe teşkilatlarının kıymetli yöneticilerinin Cumhurbaşkanımız Recep Tayyib Erdoğan’ın “Mısır’a ve Suriye’ye hâkim olan Kudüs’e hâkim olur” stratejisinden gâfil olmamaları gerekir.

Siyonist Kemalistler, İngiliz İslâmcıları, Amerikan Ülkücüleri, FETÖ’cüler ve PKK/YPG’lilerin hepsi, nedendir ki, Müslüman Türk milletine karşı. Şer güçlerin hepsi asil Türk milletine dün karşıydı, bugün de karşı. Washington’da Büyükelçiliğimizin rezidansının önünde Cumhurbaşkanımızın korumalarından (kısmen heyetten) dayak yiyen vatan hainlerini gözlerimizle gördük. PKK-FETÖ kol kola idi orada. Şimdi Meclis’te kol kola oldukları gibi...

“HAMAS teröristtir” diyenler “PKK teröristtir” diyemiyorlar. Diyemezler! Çünkü İsrail ve ABD uşaklığı böyle bir şeydir. Bir vatandaş, PKK’nın haritası ile İsrail’in sözde “vaat edilmiş topraklar” diye göz diktiği şehirlerimizin aynı olduğunu göremiyorsa, yüzde 90 ihtimâl Türk/Kürt değil, CIA-MOSSAD ajanıdır, yüzde 10 oranındaysa anlama özürlü veya ideolojik saplantılıdır. İlki affedilebilir değil, diğeri katlanılabilir değil.

Neden bu kadar cesurlar? Onların sözde milletvekilleri neden bu kadar fütursuzlar? FETÖ’cüler neden bu kadar etkililer? Her şey tesadüf mü? Bizler FETÖ’nün paralel devlet yapılanmasını hissediyorduk, silahlı unsurlarını 15 Temmuz’da öğrendik. PKK/YPG’nin silahlı unsurlarını biliyorduk, ama paralel PKK/YPG’yi henüz öğrenemedik. Görmedik. Göremiyoruz.

PKK/YPG’nin, Devlet’i ele geçirdiğini düşünüyorsa, Devlet’i bölmeye ihtiyacı olur mu? Peki, kim buna teşne olan sözde İslâmcı, Türkçü, muhafazakâr ya da Kemalist görünümlü PKK/YPG’liler, şimdi hangi makamlardalar? Yoksa bütün bu PKK/YPG’lilerin cesaretinin kaynağı bu paralel PKK/YPG’liler olmasın?

Şehit verdiğimiz her yer bizimdir. Bırakın terk etmeyi, daha ileri gideceğiz. Çünkü bu topraklar ecdattan bize miras. Mîsak-ı Millî sınırlarını korumak hakkımız. Ve bu hakkımızı sonuna kadar koruyacağız. Irak’ta ve Suriye’de, Anadolu’yla beraber hareket için bir kişi ve bir irade yeter. Kirli aklın Büyük İsrail ya da Ermenistan hayâlini kâbusa dönüştürecek olan yine bizim Mîsak-ı Millî gerçeğimizdir. Gazze’nin kurtuluşu da bu sayede olacaktır.

Zamanı gelmeden savaşmak salaklık, geldiğinde savaşmamak ise ahmaklıktır. 100 yıl önce olduğu gibi, 100 yıl sonra da yiğitler bu topraklarda can verip can alıyor. Atalarımızın kanıyla sulanmış bu topraklarda hayâli devlet kurmak olanların sonu, yerin altı olacaktır.

Bu anlamda başa dönecek olursak, dünya tarihinde milletlerin ortaklaşa ayaklandıkları nadirdir, ama büyük dönüşümler böyle olmuştur. Öyle ya, gördüğümüz Müslüman devletlerin hepsini bir kenara bıraktık; birkaç tanesi birleşerek hareket ettiğinde, İsrail o güç karşısında dayanamayacaktır. Yani “dünya kamuoyu” dediğimiz gerçek halk tepkileri, belki Müslümanları harekete geçirebilir. Şu an gelinen nokta itibariyle İsrail’in yani Siyonizmin sınırları zorlaması hâlinde sadece Türk’ün kurmay zekâsı, İsrail’i yaptıklarına pişman edecektir. Şu bir gerçek: Ama bugün, ama yarın, “istikbâl İslâm’ın olacak”!

Bütün dünyada, kendi yönetimlerine “Neden Filistin’i yalnız bırakıyorsunuz?” diyecek büyüklükteki tepki giderek artmakta. Bu, Siyonizme karşı yükselen tepkinin gücüdür. O muhteşem mitinglerin sesi her yerde yankılanıyor. İskoç Celtic taraftarlarının tribünde Gazze’ye sahip çıkışı karşısında “Allah razı olsun” dememek mümkün mü? Rönesans ve Reform hareketleri, Sanayi Devrimi, Ümitburnu’nun keşfi, Süveyş Kanalı, Baharat Yolu, İstanbul’un Fethi, Kudüs’ün Fethi, Habsburgların çöküşü, Bolşevik İhtilâli, Haçlı Seferleri hep bu tür ortak kalkışmaların neticeleridir. Bu çoğu zaman mağlûp tarafta görülmüştür. Ama arkasında mutlaka kitlesel bir uyanış vardır.

İsrail ve Gazze kantarında bakalım hangi ağırlıkların ayarları yapılacak. Bu adaletsiz dünya düzenine karşı hakikati hep bir ağızdan haykırmak için de denilmeli ki, “Fıtrat değişir sanma!”. Ve eklemeli: “Değişmeyecek bu kan, yine o kandır.”

Vatanını, bayrağını ve istiklâlini koruyabilmek için nice kez çetin imtihanlardan geçen milletimiz, en ağır şartlar altında bile inandığı değerlerden taviz vermemiştir. Dün olduğu gibi bugün de varlığına kasteden çeşitli saldırılara karşı büyük bir mücadele yürüten milletimiz, bütün fertleri ile “Tek mı̇llet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” şiarı etrafında kenetlenmiştir, kenetlenmeye devam edecektir.


Bir vatandaş, PKK’nın haritası ile İsrail’in sözde “vaat edilmiş topraklar” diye göz diktiği şehirlerimizin aynı olduğunu göremiyorsa, yüzde 90 ihtimâl Türk/Kürt değil, CIA-MOSSAD ajanıdır, yüzde 10 oranındaysa anlama özürlü veya ideolojik saplantılıdır. İlki affedilebilir değil, diğeri katlanılabilir değil.


Suudi Arabistan’da operasyon çekenlere inat, Ümmet İstanbul’da kıyamda!

Yeni yılın ilk gününde “Şehitlere rahmet, Filistin’e destek ve İsrail’e lânet” için yediden yetmişe Türkiye tek yürek” diyenler İstanbul’da kıyamdaydı. “Önce vatan millet, sonra ana ve yâr” diyenler, “Ezan dinmez, bayrak inmez” diyenler, “Şehitler ölmez” diyenler 1 Ocak 2024 günü İstanbul Galata’daydı.

“Zalimin zulmüne ‘Dur’ demeden rahat yok bize. Mazlumun gözyaşı dinmeden rahat yok bize” diyenler İstanbul’da kıyamdaydı. ABD’nin silah verdiği İsrail ve PKK’ya karşı insanlığın vicdanı İstanbul’da kıyamdaydı. “Kâbe’nin sınırları Bosna’dan başlar. Filistin’in kurtuluşu insanlığın kurtuluşudur” diyenler İstanbul’da kıyamdaydı. “Daha adil bir dünya” için mazlumlara ses olup zalimlerin yüzüne “Nehirden denize özgür Filistin” için haykıranlar İstanbul’da kıyamdaydı.

“Hainlere ve katillere karşı susmayacak, haykıracağız. Durmayacağız. Bir gün gelecek, dünyadaki bu adaletsiz düzeni değiştireceğiz” diyenler İstanbul’da kıyamdaydı.

Bu güzel vatanın Başkomutanı Cumhurbaşkanımız Recep

Tayyip Erdoğan değil mi? Bugün dünyada mazlumların gür sesi, kimsesizlerin kimsesi, suskun dünyanın hür sesi, kutlu dâvâmızın lideri Recep Tayyip Erdoğan değil mi? Bir emri yetmez mi? Millî Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz/ Gelmişiz, dünyaya milliyet nedir öğretmişiz” dizelerini hatırlatarak ne diyordu Sayın Cumhurbaşkanımız? “Ufkumuzun uzandığı her yerde, kalplerini ve gözlerini bize çevirmiş kardeşlerimizin derdiyle dertlendiğimiz, yardım eli uzattığımız, gerektiğinde sınırlarımızı açtığımız kardeşlerimize yaptığımız gibi, Gazze için de bugün olduğu gibi kıyamdayız.”

Aziz şehitlerimizin emaneti olan vatanımıza ilelebet sahip çıkacağız. İsrail zulmü altındaki Filistinli kardeşlerimizi asla yalnız bırakmayacağız. Tek ses, tek yürek, nöbet tutar gibi, her daim kıyamda olacağız. Birilerinin 12 bin kilometre uzaklıktan gelmek suretiyle buralarda parselasyona girmesine sadece başımızı sallama lüksümüz yok. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Mîsak-ı Millî sınırlarımıza yeniden sahip çıkmak ve bunu güncellenmeyerek daha öteye taşımak boynumuzun borcudur.