İSRAİL’in 10 Mayıs 2021’de
Gazze’ye başlattığı hava ve kara saldırıları 21 Mayıs’ta sona erdi. Gazze,
1967’den 2005’e kadar 38 yıl İsrail işgalinde kalmış bir yerdi. Çok sayıda
siyâsî örgüt var ise de en etkili olanları Hamas ve İslâmî Cihad’dır. Hamas,
günümüzde İsrail, ABD, AB, Kanada ve Japonya tarafından hâlen “terör örgütü”
sayılmaktadır.
Gazze, uzunluğu 41 kilometre, genişliği ise 6-12 kilometre arasında daralıp
genişleyen bir alana sahiptir. İki milyona yakın nüfusu ile dünyanın en
kalabalık yerlerinden birisidir. Aşağı yukarı Yalova ili kadar bir yerdir.
Karadan, havadan ve denizden İsrail kuşatması ve ablukası altındadır. Gazze’ye
ulaşan tek yol, batı tarafında Mısır’a açılan Refah Kapısı’dır. O kapı ise
İsrail adına Mısır (Sisi) tarafından kapalı tutulmaktadır.
Refah Kapısı dışında, Mısır’a yer altından uzanan tüneller ise İsrail’in
isteği üzerine Mısır yönetimi tarafından üzerlerine beton dökülerek kapatılmış
ve kullanılamaz duruma getirilmiştir. İsrail her yıl Ramazan ayının son günlerinde
ve Ramazan Bayramı günlerinde Gazze’ye saldırmayı gelenek hâline getirmiştir.
Bu yıl yaptığı saldırıların sonunda 66’sı çocuk, 39’u kadın, 17’si yaşlı olan toplam
253 Gazzeli şehit olmuş, bin 910 kişi ise çeşitli derecelerde yaralanmıştır
(25-05-2021, AA).
Buna karşılık, ölen İsrailli sayısı 4’tür.
“Demir Kubbe” diye adlandırılan İsrail hava savunma sistemi, önemli ölçüde
Hamas füzeleri tarafından delinmiştir. Hamas füzeleri ise herhangi bir devletin
kullandığı füzelerden oldukça geri, menzil bakımından kısa ve yol açtığı yıkım
bakımından etkisiyle oldukça zayıftır. Geçen yıllarda Hamas’ın kullandığı
benzeri füzelere göre biraz daha geliştiği, daha uzun menzilli oldukları
görüldü. Elbette Hamas’ın kullandığı bu ilkel ve etki alanı zayıf füzelerin
olması, Hamas’ın ya da Gazzelilerin bir suçu değildir. Eğer bir suç varsa, bunu
komşu Arap ülkelerinde ve diğer İslâm ülkelerinde aramak icap eder. Yine de bu
füzelerle de olsa İsrail’in Demir Kubbe’sinin delinmesi önemli bir gelişmedir.
Genel havaya bakılırsa İsrail yenilmiştir (Yasin Aktay, Yeni Şafak, 22
Mayıs 2021; Hakan Albayrak, Karar Gazetesi, 24 Mayıs 2021). Tarafların
uğradıkları can ve mal kayıpları hesaba katıldığında ise bu görüşün isabeti
tartışmalıdır. İsrail saldırılarında görülen orantısızlık kadar can
kayıplarında da büyük bir orantısızlık vardır. Yine İsrail saldırılarında
Gazze’de büyük bir yıkım olmuştur. Binlerce ev, işyeri, okul, hastane, dükkân,
yol, su ve kanalizasyon şebekeleri yıkılmıştır. Benzeri yıkımlar asla İsrail
tarafında olmamıştır.
İsrail tarafı, saldırılarının başlangıcında hedefini “Gazze’deki Hamas
direncini yok etmek” diye ilân etmişti. Ateşkesin sonunda Hamas’ın askerî
direncinin yok edilmediği neredeyse herkesin kabulüdür. Yine de bu sonuca
bakarak, İsrail tarafının orantısız askerî üstünlüğünü ve dünyadan özellikle AB
ve ABD’den aldığı her çeşit desteği yok sayarak İsrail’in yenildiğini, Filistin
tarafının mutlak bir zafer kazandığını iddia etmek zordur.
On bir günlük bu savaşta bazı önemli gelişmeler de yaşanmıştır.
***
9 milyonluk İsrail nüfusunun ortalama yüzde 20’si Araplardan oluşmaktadır.
İsrail vatandaşı olan bu Araplar ile Yahudiler arasında yaygın sokak
çatışmaları olmuştur. İsrail vatandaşı olan bu Araplar, ilk defa İsrail
saldırılarına karşı açıkça Gazzelilerin yanında yer almışlardır. İsrail
saldırıları karşısında sessizliği tercih eden Batı Şeria’da El-Fetih yönetimi
altındaki Filistinli Arap nüfusu da Gazzelileri desteklemiş ve İsrail
kuvvetleri ile çatışıp şehitler vermiştir.
Özellikle Ürdün’de sürgünde bulunan Filistinlilerin on binler hâlinde
Filistin’e destek için sınıra yığılmaları da Filistinliler arasında genel bir
dayanışmanın örneklerindendir.
Şunu kabul etmek gerekir ki, İsrail katliamları, Filistinlilerin
direnişinde asla bir azalmaya yol açmamış, aksine her saldırı ve katliam
direnişi arttırmıştır. İsraillilerin Filistinlilere karşı duydukları büyük kin
ve nefret devam etmekle birlikte, İsraillilerde benzeri bir savaşma isteği
yoktur.
Filistinliler dünyanın en mağdur, mazlum topluluklarından birisidir. Son
derece kötü şartlar altında yaşamaktadırlar. Dolayısı ile Filistinlilerin
kaybedecek dünyalık hiçbir şeyleri neredeyse yok gibidir. Onurları ile
savaşarak şehit olmak, onlar için tek yoldur. Ancak aynı şeyi Yahudiler için
söylemek mümkün değildir. Dünyanın her tarafından aldıkları destekle lüks
içinde bir hayat yaşamaktadırlar. Ölümün onları bu hayattan koparacak olması,
korkularının temel kaynağıdır.
İşin diğer bir tarafı ise, Filistinlilerin haklı olmalarıdır. Çünkü
dünyanın dört bir yanından getirilen Yahudiler, zorla yurtlarından çıkarılan
Filistinlilerin yerlerine iskân edilmektedir. Haklı olmak insanı daha dirençli
ederken, aksine haksız olmaksa insan direncini azaltmaktadır. Böylece ahlâkî
üstünlük Filistinlilerdedir.
Yahudilerin, “İki bin yıl kadar önce bizler buralardaydık, bu yüzden
Filistin aslında bizimdir” gibi söylemleri, haksızlıklarını örtmeye yetmediği
gibi korkularını da azaltmıyor olmalıdır. Kur’ân ayetlerinde de Yahudilerin
korkaklığının vurgulandığı bilinmektedir (Maide, 21-26). Buna rağmen İsrail’in
bu kadar saldırgan ve katliamcı olması, dünyadan gördüğü destekten, Arap
ülkeleri ile yaptığı işbirliğinden, Filistinliler karşısında orantısız askerî
bir üstünlüğe sahip olmasından ve Filistinlilerin kendi aralarında bölünmüş
olmasından kaynaklanmaktadır.
İsrail’in varlığı, Birinci Haçlı Seferi sonunda (1099) Avrupa’nın dört bir
yanından toplanarak Kudüs merkezli olarak kurulan Haçlı Kudüs Krallığı’na
benzemektedir. Ancak Kudüs Krallığı (1099-1187) sadece 88 yıl sürmüştür.
Günümüzde Filistin’deki Yahudiler de dünyanın dört bir yanından toplanmıştır.
İngiltere ve ABD korumasındaki İsrail’in ise Kudüs Krallığı kadar bile yaşama
garantisi yoktur. İsrail’in her katliamı ABD ve AB liderleri tarafından her ne
kadar “İsrail’in kendini savunma hakkı” diye ilân edilse de bu durumun ne kadar
süreceği belli değildir.
Beş parçaya bölünen Filistinli Arapların, komşu Arap ülkelerinde ortaya
çıkacak siyâsî bir değişimin sonunda yapacakları dayanışma, İsrail’in sonunu
hazırlayabilir. Üstad Esad Temimi’nin iddiasına bakılırsa, İsrail’in zevali,
İsra Sûresi’nde bildirilmiştir (İsrail’in Zevali, Çeviren: Muharrem Tan,
İstanbul 1986).
***
“Hamas Siyâsî Büro Şefi” unvanını taşıyan İsmail Heniye, İsrail ile varılan
ateşkesten sonra yaptığı açıklamada, “Mısır’daki kardeşlerin saldırıları frenlemek
için gösterdikleri çabalara minnettarız. Katar ve BM’nin ateşkese sundukları
katkılar için teşekkür ediyoruz. Direnişten silahını ve parasını esirgemeyen
İran İslâm Cumhuriyeti’ne teşekkür ediyoruz” ifadelerini kullanmıştır.
Heniye’nin Türkiye’yi ağzına almayan bu açıklaması, Gazze ve Kudüs’teki
Filistinlilerin duygularından çok uzaktır. Çünkü Gazze’de İsrail saldırılarına
karşı direnen gençler, ölmeleri hâlinde tabutlarının üzerine Türkiye bayrağının
örtülmesini vasiyet etmektedirler. 21 Mayıs 2021’de İsrail hava saldırısında
şehit düşen 27 yaşındaki Gazzeli Şerif Bedvan, vasiyeti üzerine tabutuna
Türkiye bayrağı örtülmüş ve cenazesi Hazreti Ömer Câmiî’nden kaldırılmıştır
(21.05.2021, AA).
İsrail ile çatışma olsun olmasın, Kudüs’te, Harem-i Şerif’te her fırsatta
Filistinliler İsrail askerine ve polisine karşı her fırsatta Türkiye bayrağını
sallamaktadırlar. O bayrağın İsrail askerleri için ölümcül bir anlamı olduğunu
takdir ediyorlar.
Filistinlilerin genel ve ortak duyguları böyle iken, Heniye’nin Türkiye
adını yok sayan bu garip açıklaması, varlığını Fars varlığına armağan eden
Türkiye’deki bazı çevreleri fazlası ile mutlu etmiştir. Türkiye adını ve
bayrağını Filistin semalarında en büyük tehlike olarak görüyorlar. Ne tuhaftır
ki, bu konuda duydukları korku ve tedirginlik İsrail tarafı ile ortaktır. Çünkü
en büyük arzuları Türkiye adını ve bayrağını Filistin’de duymamak ve görmemek
olan bu çevreler, böylece kendi istekleri için önemli bir malzeme bulmuşlardır.
“Heniye’nin bu açıklaması siyâsî bir zorunluluktan mıdır, yoksa Mısır ve
İran kaynaklı özel bir dayatmanın sonucu mudur?” sorusunun tam ve kesin cevabı
zamanla daha iyi anlaşılacaktır. Ancak Heniye bu açıklaması ile Türkiye’nin ve
Türk halkının Filistin dâvâsına gösterdiği yakınlığa bir hançer saplamıştır. O
hançerin acısını Türkiye sokakları kadar Gazze ve Kudüs sokaklarının da
hissettiği açıktır. Heniye ise kendi topuğuna kurşunlayan bir zavallı durumuna
düşmüştür.
Yardım gördüklerine teşekkür etmesinde ne sakınca olacağı söylenebilir.
Elbette yardım gördüklerine teşekkür etmelidir. Ancak diğer tarafların
yardımını örtmesi ahlâkî bir zayıflıktır. Belki bir şantaja teslimiyettir. Her
hafta İran’ın “İsrail’i haritadan sildik, siliyoruz” nakaratına umut bağlamaktır.
Heniye, Filistin’de Fars propagandasına malzeme olmayı seçmiştir.
Türkiye’nin 1967 sınırlarına göre iki devletli bir çözümü desteklemesi,
Türkiye’nin Filistin meselesini bir dış politika dâvâsı olarak kabul etmediğini
göstermez. Çünkü El-Fetih aynı görüştedir. Bu görüşe göre 1995’te Yaser Arafat,
İzak Rabin ile Oslo Anlaşması’nı yapmıştır.
Hamas’ın 2017’de ilân ettiği yeni siyâset belgesinde söylediği de aşağı
yukarı iki devletli bir çözümdür. Bu çözüm şekli eksik ve yetersiz olabilir, ancak
böyle bir çözüm şeklini benimseyerek Filistin meselesini dış politikasının
temel taşı hâline getirmiş olan Türkiye’nin yardımlarını yok saymak mümkün
olabilir mi? Heniye bu çıkışı ile Filistin dâvâsına Türkiye sokağında önemli
ölçüde gölge düşürmüştür. Tahran’dan aldığı aferinlerin bu gölgeyi ortadan
kaldırıp kaldıramayacağını ise zaman gösterecektir.