
İNSANOĞLU varlığını ve aidiyetini gelecek zamanlara aktarmak, ruhunu temizlemek ve kendinden üstün olan Yaratıcı’yı anmak için ibadethaneler inşâ etti. Yaratıcı’ya olan borcunu ödemek, ölümden sonraki hayatta Cennet’i kazanmak gibi sebepler insanoğlunu mabetlere yöneltiyor. Âdemoğlunun fıtratı gereği kendinin sahip olamayacağı büyük güce ve bilgeliğe boğun eğmesi, ona sığınması hatta ihtiyaç duyması yaşamsal bir gereklilik. En eski zamanlardan günümüze erişmiş görkemli ibadethane ve tapınaklar bu nedenle önemsenmiştir.
Ayakta kalan en eski yapılara bakıldığında görülür ki, aralarında bir sürü tapınak, cami ve kilise zamana meydan okurcasına yeryüzünü süslüyor. Bu yapılar yalnızca geçmişi hatırlatmıyor, kişilerin ihtiyaç duyduğu o manevî hissi ve ihtiyacı karşılıyor.
Yaratıcı’nın huzuruna çıkabilmek için en güzel şekilde inşâ edilen ibadethaneler şehirlerin, ülkelerin en bilinen mekânlarıdır. Yaşayanlar inancına uysun ya da uymasın tüm ibadethanelere saygıyla yaklaşır, merak edip ziyaret eder veya ibadet görevini yerine getirirler.
“Saygıyla yaklaşma” kelimelerime bir istisna eklemek durumunda kalıyorum. Bilindiği üzere günümüzde yaşanan soykırım dünyaya daha önce görmezden gelinen bir gerçeği tüm çıplaklığıyla gösterdi. Siyonizm’in ibadethanelere saygıyla yaklaşmadığı, kendi inançları dışındaki tüm mabetlere nefretle baktıkları gerçeği bugün saklanmasına imkân olmayan bir gerçektir.
Haçlı Seferlerinin ilk çıkış noktasında dönemin papası Papa İkinci Urbanus, kendi koltuğunu garanti altına alabilmek için Klermenk Konsülü sonrasında halka hitabı sırasında şöyle demiştir: “Kudüs’te tapınaklarımızı ahıra çevirdiler, Hazreti İsa Peygamber’in kabrini harap ettiler, oraya giden hacılarımızı parça parça ettiler...”
Bu, 11’inci yüzyılda kabul görmüş bir yalandır. Neticede Birinci Haçlı Seferinde yola çıkan 1 milyona yakın kişi bunun göstergesidir. O gün söylenen yalanlar kitleleri harekete geçirebilmişti lâkin bugün söylenen ve orta yerde duran gerçekler ne yazık ki bizleri harekete geçirmeye muktedir olmuyor. Hatırlanacağı üzere, resmî ziyaret için gittiği Almanya’da kendisine soru soran bir gazeteciye, “Bir Müslüman olarak camilerin yıkılması benim zoruma gidiyor, bir Hıristiyan olarak kiliselerin yıkılması senin zoruna gitmiyor mu?” diye soran ülkemin Cumhurbaşkanı’na katılmamak elde değil. Çünkü Gazze’de yaşanan katliam yalnızca insanlara yönelik değil.
Siyonizm’in Gazze’deki vahşet tablosu, şehit edilen yaklaşık 40 bin kardeşimizle mi sınırlı? Elbette hayır! Yok ettikleri ağaçlar, yerle bir ettikleri binalar, çaldıkları milyonlarca dolar değerindeki Gazzeli kardeşlerimizin paraları, ziynet eşyaları ve yıkıp varlıklarını silmeye çalıştıkları cami ve kilise gibi yüzlerce ibadethane de bu vahşet tablosunun bir gerçeğidir.
Gazze’de kaç kilise yıkıldığını bilmiyorum. Lâkin en son rakamlara göre bu yıkım ve soykırımdan 31 adet caminin tamamen yerle bir olduğu bildiriliyor. Han Yunus’ta Halid Bin Velid, El-İhlas, Es-Sahva, Ali bin Ebi Talib ve El-İsticabe Camileri bunlardan yalnızca birkaçı. Orada bulunan camilerden en az 192’sinin zarar gördüğü, büyük kısmında ibadet edilmesinin mümkün olmadığı da gelen haberler arasında. Dahası, her geçen gün bu listeye yıkılan yeni ibadethaneler ekleniyor.
Yok edilen her ibadethane, aslında insanlığın manevî yönünden koparılmış bir parça. Her gün bir parça koparmak inananların körelmesine, eskiden olanların unutulmasına ve bencilliğin artmasına neden olacaktır. Modern toplumu bekleyen en büyük sosyolojik sorunlardan biri, yalnızlaşan kişilerdir. Yalnızlık doğal olarak bencilliği tetiklemekte ve bu durum yayılmaktadır. Oysa camiler bir buluşma merkezi olarak kişilerin başka kişileri de önemsemesine, omuz omuza saf tutarak kılınan namaz ile birlik ve beraberliğin artmasına vesile olmaktadır.
Cami, Müslüman bir toplum için yalnızca ibadet yeri değildir. Birlikteliğin, yardımlaşmanın ve dinî bütünlüğün sağlandığı, çeşitli eğitim ve öğrenimlerin yapıldığı yerlerdir. Bu kutsal mabetleri hedef alarak yıkmak yardımlaşmaya, birlik ve beraberliğe, ibadet hakkına, toplumsal manevî ruha kastetmektir. Siyonizm, Gazze’de yalnızca soykırım hedeflemiyor. Bir bölgeyi tüm varlığıyla yeryüzünden silmek ve gelecek nesillere burayı unutturmak istiyor. Bugünün yaşayanlarını her türlü hak ve imkândan mahrum bırakarak giriştiği vahşi saldırılarını yarın unutturabileceğini düşünüyor. Kim bilir, belki de haklıdır. İslam Âlemi’nden bir türlü çıkmayan ses, yakın gelecekte tamamen yok olursa, örneğin elli yıl sonra Gazze’nin sanki orada hiç Müslümanlar yaşamamış gibi olması ihtimâldir. Mutlak suretle herkesin plânı var, ancak Allah, plân kuranların en hayırlısıdır ve bugün olmasa da yarın o zalimlerin plânları başlarına geçecektir. Ne zaman, nasıl olacağını ancak Allah bilir. Bize kalan, dua etmek ve elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışmaktır.
Kubbelerinde Allah nidaları olan camilerimiz ve orada yaşayan Hıristiyanların kiliseleri bir bir silinip giderken, Gazze Soykırımı’nı gündemden düşürme gayretiyle yapılan suni çatışmalar ne yazık ki hem dâvâmıza, hem vicdanımıza büyük yara açmaktadır. Korumakla mükellef olduğumuz camilerimizden her gün birinin yıkılıyor olması ve buna ses çıkarmıyor olmamız ne büyük bir yaradır.