
ZALİMLERİ ateşkes masalarına oturtan iki vakıa vardır. Bunlardan ilki tatminkâr bir toprak istifi elde eden bu vahşi çetelerin, ön görülen işgal ve gasp siyasetini arzu ettikleri hedefe ulaştırmış veya yaklaştırmış olmalarıdır. Bir zalimi ateşkese mahkûm eden diğer mücbir tablo ise, sırtını büyükbaşlara dayayıp insan avına çıktığı bir soykırım/ işgal/ taaruz gibi girişimde, aldığı ağır darbeler ve önünde uzayıp giden karanlık virajlardır. Tarih boyunca zalimleri ateşkese mecbur bırakan bütün denklemler, itici sebepler bağlamında damıtıldığında, terör örgütleriyle aynı motivasyona sahip olduklarını görmek çok da zor değil. Terör örgütlerinin de son çığlıkları daha saldırgan ve kan dökücü bir pespayelik seviyesinde seyretse de, kaçacak hiçbir fare deliği bulunmadığı ve döktükleri kana nispetle kanlı ellerine geçen metaların ve menfaatlerin tatmin edici bulunmadığı, bununla beraber kaybettikleri imkân, mevkii, itibar, güç ve madde boyutunun kirli zihinlerini baskıladığı vaziyetlerde, terör örgütlerinin silah bırakıp sureta barışçıl bir role büründüklerini (kindar kimliklerini belli bir süre ertelediklerini), zalimlerin de ateşkes masalarında muzafferane bir sahtelikle boy gösterdiklerini, çıplak gözle okumak pekâlâ mümkün.
Siyonizm, tam da bu zalimane ve örgütsel parametreleri bünyesinde taşıyan bir vahşetten ibarettir. Elbette Siyonizmin amaç, işleyiş ve beslendiği kaynaklar baz alınarak nasıl bir motivasyonla ateşkes masasına yamanacağı ve hangi hâllerin tespitiyle anlaşma şartlarına uyabileceği gibi değişkenler, aşağı yukarı öngörülebilir. Zira Siyonizm bir taksidermi ürünüdür. Bir ırkın ve yapay inanç mensuplarının mağdur edebiyatıyla avlanıp (öne sürülen Yahudi soykırımına atıfla), hakiki anlamlarının içi boşaltılıp sonsuza dek yaşıyormuş gibi gösterilmesi eylemlerini içeren bu taksidermi işçiliği ile Yahudilik yeniden şekillendirilmiş, Yahudi toplumları bu süslü ve içi boşaltılmış ideolojilerle avutulmuştur. Siyonizm özünde Müslüman-kırım örgütüdür, Ortadoğu’nun İslâmsızlaştırılması projesinin iki yüz yıllık mesaisidir. Siyonizm proporsiyonunun sözde devlet organı olan İsrail ise bu yıkım hareketinin sadece bir ayağını teşkil etmektedir. Öyle ki, ayakta duruşu ve yol alışı mümkün kılan iki ayağın ikisi bile değil, ancak biridir. Yine özenli bir zihin meşguliyeti ile fark edilebilecek en belirgin tenakuz, Siyonizm anlamca Yahudi halkı adına “tarihi yurda dönüş” efsanesi olsa da, Siyonizmin ana arterlerindeki akışın bu coşkun sloganla bağlantısının zerrece bulunmayışıdır. Zira Yahudilik adına yoğrulan bu hamuru yoğuran ellerin, iddia edilen inanç sistemiyle bir irtibatları yoktur ve hamurun ana malzemeleri de Yahudilerin huzur ve refahını temsil etmemektedir.
Buradan da anlaşılacağı üzere Siyonizmin, Yahudilerin bir kesimini ikna ettikleri Siyonizmle bağlantısı yoktur; geri kalan insanlığa pazarladıkları şekliyle de bir mağduriyeti, hak ettiği vasat ile değiştirme/ dönüştürme ideolojisi de taşımamaktadır. Ve her dönem için değişen ama özde aynı elementleri taşıyan bu “mağduriyet” nesnesi, bizatihi mağdur olduğu öne sürülen kavimlerce üretilen sentetik bir üründen ibarettir.
Öyleyse amacı Ortadoğu’nun işgali, yıkımı ve ehl-i sünnet Müslümanlara karşı ırk-soy ve nüfus kırımı olan, kültürel ve medeni kazanımların geri dönüşümsüz bir şekilde İsrailiyat ile takasını hedefleyen ve iç tüzük bağlamında kölelik sisteminin modernize edilmiş biçimini uygulayan Siyonist hareketler, istediklerini elde edene kadar veya kanlı elleri kurutulana dek ateşkes kelimesine lügatlerinde yer vermemektedirler.
İsrail’in 1948’de işgal ettiği Filistin toprakları üzerinde kendilerini devlet(!) olarak ilan etmesi de benzer neticeleri beraberinde getirmiştir. Başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin güç takviyesi ve Sovyetler Birliği’nin de bizzat İsrail’e olan desteği, NAKBA olarak bilinen “Büyük Felaket”in yaşanmasına zemin hazırlamıştır. Zaten hâlihazırda İngiliz mandasının bir sonucu olarak Filistin topraklarının yarısını işgal etmiş bulunan bu vahşiler, Nakba’nın sonucunda işgal alanını genişletmişlerdir. Yüzlerce köy ve şehirde, binlerce Filistinlinin katledildiği bu felakette en az 15 bin kişi şehit düşmüştür. Ve artık çevre ülkeler başta olmak üzere dünyada bir Filistinli mülteci kavramı vardır.
Bütün bu sürecin sonunda 1949’da İsrail ateşkes masasına oturmuş, Kudüs kısmen işgal edilmiş, Filistin’deki Yahudi nüfusu katbekat artmış, BM Taksim Planı gereğince İsrail işgalini genişletmiştir. Böylece baskılanan ve darmadağın edilen topraklar sadece Filistin’le de sınırlı kalmamış, Suriye’de darbeler çağı başlarken, diğer Arap ülkelerinde de siyasî karışıklıklar dönemine girilmiştir. Görüldüğü üzere binlerce kişiyi acımasızca katleden ve sığınma amacıyla geldikleri Filistin topraklarını Batı ve Sovyetler yardımıyla işgal eden bu azgın kavmin ateşkes masasına oturmasında bahsettiğim iki argümandan biri motivasyon sağlamıştır.
Peki o günden bugüne süregelen işgal, abluka, cinayetler ve benzeri zulümlere rağmen 2023’te başlatılan soykırımda bugün İsrail’i masaya oturtan verilerle 1949 verileri aynı mıdır?
İsrail her bir metrekaresini 15 aydır bombaladığı Gazze’de kalıcı mı olmuştur? Topraklarını mı genişletmiştir? Hedefe aldığını beyan ettiği Kassam Tugayları’nı mı yok etmiştir? Ya da hiç olmadı Filistin’de Hamas hâkimiyetini mi sonlandırmıştır? Bütün bu soruların ve İsrail lehine bir neticeye işaret eden sair soruların cevabı devâsa bir HAYIR!
Tam aksine…
İsrail, başlattığı bu soykırımla birlikte dünya insanının vicdanında hem İsrail’in varlığını sorgulatmış hem de Yahudilere karşı nefreti körüklemiştir. Kassam Tugayları ile sahada girişilen mücadelede binlerce IDF sözde askeri etkisiz hâle getirilmiştir. Bugüne kadar İsrail’in Yahudi mağduriyeti algısı zihinlerde iflasa uğramış, kimselerin bilmediği Filistin’in asırlık acıları ayyuka çıkmıştır. Hamas’ı terörle ilişkilendiren milyonla Batı insanı Hamas’a karşı sempati duymaya başlamış, öldürülen İsrail askerleri için sevinç çığlıkları atar hâle gelmiştir. İsrail önce bombalayıp talan ettiği sonra da ABD tanklarıyla işgale girdiği her yerde hezimete uğramış, tek bir ganimet elde edememiştir. Hükûmet bazında da işler İsrail’in aleyhine dönmüş ve İsrail siyasî bağlamda iç karışıklığın ve kutuplaşmanın eşiğine gelmiştir. İsrail binlerce askerini toprağa gömmüş, milyarlarca dolarlık bombayı bir avuç Filistinlinin üzerine yağdırmış ama esirleri kurtaramamıştır. İsrail’in demir kubbesinin bir hikâye olduğu da bu süreçte ortaya çıkmış, ABD’siz bir İsrail’in yok edilmesinin bir gün bile sürmeyeceği hakikati herkesçe ayan olmuştur. Zaten kaybedilen Suriye, Lübnan gibi bölgelere ek olarak Ortadoğu’da Türkiye-Suriye-Filistin (Hamas) birliği bütün Batı güçlerinden daha baskın bir raddeye erişmiştir.
Öyleyse bugün İsrail’i ateşkese oturtan ve ABD’yi de bu ateşkesi desteklemeye mecbur bırakan ahval bir kazanç ve galibiyet değil, kaybedişi durdurabilme zavallılığıdır. Hiçbirimiz İsrail’in vicdanî bir ateşkese gitmeyeceğini ezber etmiş durumdayız. Vicdanı ve insanlığı İsrail ile ilgili bütün cümlelerden düşüreli hayli zaman oldu. İsrail’i tatmin edecek bir kazanç da bu denkleme sığmadığına göre, İsrail’i ateşkese oturtan şey, belini büken, elini kurutan devâsa bir mağlubiyettir.
Hem masada hem sahada, zahirde ve batında, Filistin’in meşru ve haklı mücadelesine en büyük desteği veren Türk Devleti’nin bu ateşkesin mimarlarından olduğu da aşikâredir. Öyleyse bütün rehineleri kurtardıktan sonra Gazze katliamına devam etmeyi uman katil İsrail’i ateşkese mecbur eden kudret, onun bu gayesinin de başarısızlıkla sonuçlanmasına yetecektir. Ateşkes sürecinde Ortadoğu’daki iktidarı daha da sağlam temellere oturtmak ve kan kaybeden cephelere kan takviyesi ile İsrail’in azgın saldırganlığına karşı daha da hazırlıklı bir pozisyona erişmek gerekiyor.