
BİR varmış, bir yokmuş. Her dem daim olan Allah imiş. Dünya Ormanı’nda kafesle sınırlandırılmış özel mi özel, bereketli mi bereketli bir bahçe varmış…
Bu koca Dünya Ormanı’nın içindeki türlü bölgelerin irili ufaklı ağaçları hayran hayran bu bahçeye bakarlarmış. Ormanın sınırları öyle geniş toprakları kapsıyormuş ki bu yüzden “Dünya Ormanı” ismini almış. Bazı bölgeleri kayalıklar arasında ağaçlarla kaplıymış; bazı bölgeleri sahil kenarlarına, bazı bölgeleri uçsuz bucaksız, rengârenk ağaçların, bitkilerin, meyvelerin ve yemişlerin olduğu alanları kapsarmış.
Kıymet bakımından yer yer kutsandıkça kutsanası bu bahçenin etrafı sur duvarları ile çevreliymiş. Dünya Ormanı’ndaki Gazze Bahçesi’nin bir yanı denize, bir yanı Filistin’e dönükmüş. Bölgelerin kendi bünyelerinde elleri, kolları, hatta kalpleri bile varmış. Bu organları ancak ve ancak, her daim baki olan Allah’a inanan ve O’na güvenenler hissedebilirmiş. Hikâyeler veya masallar bazen varlık, bazen de yoklukla vermek istedikleri hisleri İlâhî olana irtica ettirirlermiş.
Ormanın içindeki Gazze Bahçesi hem masal, hem de hikâyeyi anlattığı gibi, iyi ile kötüyü, hayâl ile gerçeği, garp ile şarkı, haydut ile eşkıyayı, ev sahibi ve yavuz hırsız gibi daha nice kutupları içinde barındırırmış. Gazze Bahçesi bu kutupların arasından seçtiklerini anot ile katotun çarpışması gibi çarpıştırarak ortaya bir ışın çıkartırmış. İşte bu X ışınıdır bizi bu yazıya sevk eden.
Bu radyoaktif ışınlar illâ zararlıdır fakat çıplak gözle göremediğimiz birçok şeyin filmlere, kasetlere düşmesi gibi görünür kılar bazı gerçekleri. Gazze Bahçesi’nde bazen bir şehit, bazen de bin gazi düşer ekrana. Masal bu ya, Dünya Ormanı’nın iri elleri, uzun bacakları, radarları ve büyükçe bir ağzı varmış. Bu ağız oluru olmaz, yalanı yanlış, haklıyı haksız eden bir de dile sahipmiş. Hele kalbi, çok aşağılarda, hatta aşağının aşağısında bir yerde atarmış. Olmaz ile olurun, haklı ile haksızın olduğu bu diyar, bazen bir orman içinde bahçe olurmuş, bazen adeta insan suretinde ana. Anneler bazen sesli, bazen sessiz, bazen ima, bazen de kötek ile çocuklarını terbiye ederler. İşte Gazze Bahçesi’nin tahayyülü, insanı böyle zorlarmış. Masal bu ya, anlatmak bizden, görmek sizden. Kimi rüyasında görürmüş, kimi gerçek hayatta; kimi ekran karşısında, kimi de monitörde izlermiş.
Ak olanı karadan seçecek kişi, er olan kişi olacakmış. “Er” demişken, Gazze Bahçe’sinde daha neler neler varmış; kanunlar, başkanlar, gölge başkanlar, devletler, demokrasiler, sözler, resmî evraklar, kimliği tanımlamayan kimlikler, alıkoymalar, dinler, dinsizlikler, akımlar, ideolojiler ve Siyonizm gibi, sazı olmayan sözlerin, dinleyenin anlamadığı şarkıların terennümleri… Her kılıfa kanun çıkartıldığı, her kanunun ayet olduğu bu orman, her dili konuşup hiçbir dile mensup olmayan hem dilsiz, hem de dinsiz yermiş. Görünmeyen ama uygulanan bu varlıkların, kimin, hangi ağacın yahut fidanın içinden geçeceği hiç belli olmazmış. Bu tayf hattı Filistin diyarının Gazze Bahçesi’nde absorbe olurmuş.
Ey okuyucu, masallarda bazen kuşlar konuşur, ağaçlar yürür. Bazen hayâl ile gerçek yer değiştirir. Uzaklar yakın olur. En yakınlar Kafdağı’nın uzağı olur. Ve hiçbir Simurg kuşu uçamaz olur. Gazze Bahçesi’nde yaşayan ya da yaşamaya çalışan ağaçlar bahçenin bu ya da öbür yanına bırakın çıkmayı, bariyerlere bile yaklaşamaz. Bir yıl üç yüz atmış beş gündür ama Gazze Bahçesi’nin kapısı üç yüz yirmi dokuz gün kapalı tutulurmuş. Gazze Bahçesi’nin sistol atışları Kudüs diyarıymış ama hiç gidemezlermiş. Daldan dala atlayan maymunlar ve kargalar ormanda kalabilir veya istedikleri yerlere gidebilirlerken, diğer canlılar bu bahçeye hapsedilirmiş. Hâlbuki Akdeniz sahili şuracıklarındaymış. Balıkları sevenler veya balık arkadaşlarına gitmek isteyen canlılar denize tam açılacakları yerde, “Güvenliğimizi tehdit ediyorsunuz” diye ya kayıklarını batırıyorlar ya da yaşamlarına son veriyorlarmış. Balık seven avcılar bile av oluverirlermiş. E ne yapsın bu bahçe sakinleri, buruk bir hâlde geri dönmek zorunda kalıyorlarmış. Bazen elleri boş, hatta başsız…
Hayat güllük gülistanlık değil. Hikâyeler de bazen ürpertici olabilir. Belki de gerçek… Balık ve denizden bu bahçe için ne sakınca olabilir? Ama Gazze Bahçesi’nin korkulukları hiçbir güvercin veya bülbülün burada yaşamasını istemediği için onlara türlü problemler çıkartarak canlarına bile isteye kastediyormuş. Gazze Bahçe’sindeki fidanlar, Zümrüd-ü Ankalar, sincaplar, atlar, kelebekler ve daha birçok canlı, üç yüz elli kilometrekarelik küçücük bu alanda çokça çalışarak beklenmedik bir şekilde üreyip güçleniyormuş. Gazze Bahçesi’nin kuvveti, pazularının yanı sıra ruhî ve manevî ziyalarla görünür oluyormuş.
Hikâyemiz devam ederken Gazze Bahçe’sindeki gökyüzünden de bahsetmemiz icap eder. Deniz, duvarlar ve kapıların ardından başımızı kaldırıp gökyüzüne bakalım mı? Gökyüzünde uçuşan şeyler de nedir öyle? Bir bahçede kameralar veya insansız hava araçları vızır vızır gezer mi? Sahi, gökyüzünde uçan kuşlar, uçurtmalar, serçeler de nereye gitmiş? Zeytin dalını gagalarıyla taşıyan kuşlar göç etmişler adeta. Siyah ve kırmızı zeytin yaprakları uçuşuyor. Dalları kesilip yaprakları savrulan ağaçlar... Kökleri topraktan sökülen yahut kurutulan zeytin ağaçları… Dökülen yapraklar özgürleşmişler. Ninni yerine siren sesleriyle kaplanmış masmavi gökyüzü. Makinelerin uğultulu desibellerine göre bir o yana, bir bu yana savrula savrula kuruyan yaprakçıklar… Saka kuşları da göçmüş bu bahçeden… Korkuyorlarmış yaşam alanlarında konaklamaktan. İzleri sürülüyormuş adeta. “Gidemezsiniz, uçamazsınız; siz mahkûmsunuz! Uçmak yerine ölmelisiniz” diyorlarmış.
Gazze Bahçesi’nin gökyüzünde bazen bombalar, bazen uçaklar aralıksız durmadan yakıp yıkma peşindelermiş. Ninnileri bülbüller söylüyorlarmış Dünya Ormanı’ndan. Gece gündüz bu sesler sonrası gökyüzü ya melek şeklinde, ya gazi olarak yapraklara tutunuyorlarmış.
Yere düşen yapraklar birikmiş, birikmiş, gazel olmuşlar. Gazeller toprağı delip tünel hâline getirmişler. Bu tüneller fidanların arkları olmuş. Ağaçların neye ihtiyacı var ise bu ince dar tünel elinden geleni yapıyormuş tüm bahçe için. Ama hani hikâyenin başında söylediğimiz haydutlar, hilebazlar ve eşkıyalar var ya, bu bahçenin ağaç ve körpe fidanlarının yanı sıra kapı kilitlerini, sahil yamacını, gökyüzünü ve tünelleri de tek tek mühürlerle, bürokratik hareketlerle ve ışın saçan, ateş atan roketlerle prangalar eşliğinde hapishanelere kilitlemişler. Anahtarlar ise Dünya Ormanlarının elindeymiş.
Gazze Bahçes’indeki ağaçlar meyve vermek istiyor. Fidanların büyümesi, bir ağacın diğer fidana el vermesini, bahçeden çıkıp ormanda tüm canlılar gibi hareket edebilmeyi, turunç bahçelerinden dilediği gibi meyve toplamayı, balıklarla, dalgalarla, hatta yunus balıkları ile denizin içine dalmayı diliyorlar. Gökyüzünün güneş ile aydınlanmasını, karanlıkları aydınlatanın sadece ay olmasını istiyorlar. Yer altındaki tüneller yerine bahçeye konuşlandırılmış birtakım ev olsa, fena mı olurdu? Kardeşlerin bir arada olduğu, içecek suyun şırıl şırıl aktığı çeşme ile elektriklerin kesilmediği bir yuva… Gelir geçer(siz) kimliğin bölge veya diyar fark etmeksizin harekette özgür olduğu görüşme sahnelerini yaşamak istiyorlardı. Jet ve elektrikle çalışan arabaların olduğu Dünya Ormanı’nda yokluk ile mücadelede inekler, eşekler bile seslerini duyurmaya çalışıyorlarmış. Tavuklar, yıkılıp parçalanmış molozların arasında yeşile dair bir metre yer bulamıyorlarmış. Toz kütleleri kedileri hapşırtıyormuş. Güneşe dönüp uyumak şöyle dursun, bir karış huzurla kestirecekleri yer kalmamış. İnekler süt verecekler ama tatlı su yok ki derelerde, kaynaklarda. Kurutulan dereler ve kapanan vanalar da seslerini içine akıtmışlar; Dünya Ormanı’na öfkelilermiş. Motosiklet var ama motor yağı yok. Ambulans var ama yol yok. Ağacın var ama bahçene girmen yasak. Bu varlıkların serencamı da aynıymış. Yokluklar ve varlıkların taban tabana yaşandığı bu topraklar Filistin diyarı…
Ey okuyucu! Gazze Bahçesi ne hâlde, biliyor musun? Ona ulaşmak için beraber yola düşelim mi, ne dersin?