Gayet meşru ve muştulu bir doğum ve “Yeni insanın doğuşunu izleyen jeopolitik çocuk” (2)

Yakın bir vakittir ki, Batı/lın “yeni insanı”, prematüre olarak doğacak. Yaşar mı, yaşamaz mı bilinmez! Az bir vakit daha dünyanın sancısı dinmeyecek. Ne vakit takvimler 2023’ün ikinci yarısını gösterecek, işte o zaman dünya gayet meşru ve muştulu bir doğuma hazırlanacak. Ve vakit tamam olacak! Türkiye, köklerinden aldığı muazzam bir güçle dünyaya zarar vermeden, kıtaları yok etmeden, yaraları kanatmadan, tüm kanamaları durduracak, tüm acıları dindirecek “Kızıl Elma”yı doğuracak! (İnşaallah!)

GÖRSELİNİ sunduğum ve düz okuma yaptığım Salvador Dali’nin “Yeni insanın doğumunu izleyen jeopolitik çocuk” adlı tuvalini ekspresyonist sanatın yoruma açık ruhsatından hareketle zihnimde şekillenen anlam yüklenimini sunmadan önce bu tablonun sanatçısının psikolojik, sosyolojik ve siyâsî duruşuna kısaca bakmakta fayda buluyorum.
Bu tablo, ressamına Batı/l bir üst akıl tarafından sipariş edilmedi* ise, Dali, “Yeni doğan insanın doğumunu izleyen jeopolitik çocuk” adlı eserinde savaşın elim baskısı altında iken ülkesinden uzakta, sığındığı ülke otoritesine belki yaranmak belki de minnettarlığını ifade etmek için dahice bir tahayyülü tuvale aktarmış olabilir.
Kendisine “deli” denildiğinde “dâhi” olduğunu iddia eden, “dâhi” denildiğinde deliliğini savunan enteresan bir psikolojiye sahip olan Dali’nin ülkesinde askerî darbe yaparak hükûmet kuran ve sivil İspanyolları öldüren Faşist Franco’nun yanında yer aldığı ve sair sanatçı dostları tarafından dışlandığı da hesaba katılınca, onun menfaatvari tercihler yaptığını söylemek ve sanat ile politikayı tetikleyici bir zekâya sahip olduğunu iddia etmek, önyargı olmayacaktır.
Öte yandan Dali, her ne kadar atalarının “Doğulu” olduğu iddiasında bulunsa da, doğduğu ve sanatını icra ettiği İspanya’nın, Avrupa kıtasının güneyinde bir ülke olması da hayli manidardır.
Anlaşılan Dali, zoru sevmiyor… Ülkesinde haksız ve haince bir askerî darbe ile hükûmet kuran bir faşistin yanında yer alışı hangi mantalite ile tercihe dönüşmüşse, II. Dünya Savaşı’nda da ABD’ye kaçması ve savaş boyunca orada yaşaması da aynı düzlemde yani “güçlü görünenin yanında durmak” şeklinde bir tercih olmalı.
Tuvalinde, ülkesinin yer aldığı kıtayı yerle bir etme, haritadan silme tahayyülünü resmetmesi, aklımıza geleni durdurmuyor; “Dali, ABD’nin II. Dünya Savaşı’nda gücünü ‘Atom Bombası’ndan alan bir strateji hesabı yaptığından muhtemelen haberdardı”.
Eser 1943 yılında yapılmıştı ama Dali, bu birkaç saniyede yüzbinlerce kişinin ölümüne, şehirlerin yerle bir olmasını sağlayacak yeni oyuncağın(!), yeni güç demek olduğunu biliyordu ve pekâlâ bu savaş esnasında dünyaya takdim edilecek, güç yarışına girenlere had bildirilecekti. 
O dönemde Japonya’nın izlediği “zengin ülke ve güçlü asker” politikası gereği güç gösterisinde bulunarak 1941 yılında Pearl Horbor’a saldırması, ABD’nin dünyayı yönetme ısrarı ve büyük güç ihtirasına vurduğu ezici darbenin dayanılmaz acısını tüm dünya ülkeleri gibi Dali de biliyordu.



Ancak Dali’nin bildikleri, muhtemel bu bilgilerle sınırlı değildi yahut kendisinden istenileni yapmıştı. Nazi Almanya’sının Versay Antlaşması’nı tanımadığını belirterek Avusturya, Çekoslavakya ve Polonya’yı işgali ile başlayan II. Dünya Savaşı’nda Danimarka, Norveç, Hollanda ve Fransa'yı ardından da Balkanlara yönelerek Macaristan, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya'yı işgal etmesi, ABD için bir “güç” tehdidiydi. Japonya ve Almanya’ya had bildirilmeliydi. “Güç, öyle değil böyle gösterilir!” denmeliydi.
Her ne kadar Atom bombasının bulunuş tarihi 1945 olarak kayıtlara geçse de altyapı oluşturma süresi çok daha önce başlamış olmalı.
Kim bilir, belki de Dali, 1943 yılında Amerika’da yaşarken resmettiği bu tabloda ya çalışmalarından haberdar olduğu veya kulağına fısıldandığı için bu ölümcül silahla özdeşleştirerek Güney Amerika’dan yeni ve dev bir insan doğurtmuştu.*
Tablonun zamansızlığı ve “jeopolitik çocuk”
Öncelikle, delilerin ve dâhilerin, coğrafyalara ve toplumlar arasına bir hikmete binaen Rabbimiz tarafından yerleştirildiklerini düşündüğümü belirtmeliyim.
Bu bağlamda, yukarıdaki yorumlarımın bir kısmı ihtimal olsa da tablonun söyledikleri delice veya dâhice veriler olarak kabul edilebilir ve dünya siyasetine, küresel güçlere, izlenen politikalara sanat merkezli bir değerlendirme olarak zihinlerde farklı bir bakış açısı olarak tutunabilir.
“Ulus Devletler” yerine “Küresel Devlet” planlarının yapıldığı, enerji olarak petrolün pabucunun dama atıldığı, güneş, rüzgâr, doğalgaz gibi enerjilerin dünya ülkeleri arasında konum ve prestij değişimine neden olduğunu görüyoruz.
Bu minvalden bakınca, 21. Yüzyıl Haçlılarının köklü ve uzun soluklu planlarının devreye girdiği şu birkaç yılda gerçekleşen olaylar çerçevesinde Dali’nin tablosu pek çok görünen gelişmeyi anlaşılabilir, görünmeyenin ardında saklı hakikati ulaşılabilir kılıyor. Kıtalar yerli yerinde dursa bile ABD’nin “yeni insan”ı planlaması daha olası, daha mümkün ve pek çok komplo teorisini daha olabilir kabul etmeyi kolaylaştırıyor.
Söz konusu tabloda gördüğümüz gibi, tanrısal bir güçle insanı yeniden şekillendirme hadsizliği, bir sanat eseri masumiyetiyle dünyada önemini koruyor.
Tüm dünyada, güzel sanatlar akademilerinde taptaze zihinlere şahane bir ekspresyonizm sembolü olarak takdim ediliyor. Tüm ülkelerde modern sanat eğitimi veren alanlarda boy gösteriyor. Düşüncenin zahmeti yerine, görmenin, görerek öğrenmenin pratiği ile zihinler etki altına alınıyor.
İşte bu perspektiften tabloya bakınca gördüklerimi ve bana düşündürdüklerini bu satırlar aracılığı ile kayda geçmeyi faydalı buluyorum. Çünkü sanatın Batı/l tarafından ekollendirilmesini, akımlarla ve “izm”lerle literatüre geçirilmesini masum bir inkişâf gayreti, estetik kaygısı, yenilikçi ve girişimci bir gelişme olarak görmüyorum. Bilakis, dünyayı değiştirmenin, değerleri yok etmenin, insanî vasıfları sömürmenin, tüketimi körüklemenin, söz konusu tabloda doğurtulan “yeni insan” gibi, insanın tüketilmesinin batılca bir yöntemi olduğunu kabul ediyorum.
Ben, bu tabloya Dali’den bağımsız olarak baktığımda resmedilişinden 67 yıl sonra bile 2020 şartlarını ve küresel gelişmeleri interaktif biçimde yansıttığını düşünüyorum. Zamansız mı bilemem ancak hâlâ interaktif…
Evet, bana göre Dali’nin “Yeni insanın doğumunu izleyen jeopolitik çocuk” adlı eseri, hâlâ güncelliğini koruyor. Bu eser delice yahut dâhice, fark etmez, bana resmedeni değil, resmettireni düşündürüyor.
Bu çerçevede, ABD’den ne doğar, nasıl doğar, teorisyenler ne söyler, ne kadarı realize olur, ne kadarı komplo olarak kabul görür bilemem; ancak bildiğim bir hakikat var ki, acziyeti oranınca küstahlaşabilen yaratılmış insanın, üst akılların yaptığı tüm planları yerle bir edecek bir kudrete haiz olan Yaratıcının dediği olacaktır!
Dali, tablosunda ABD’den doğacak “yeni insan”ı o gün o şartlarda doğurtmuş; bence bugün de, bilişim eseri yapay zekâ, teknolojik iletişim ağlarıyla insan yeniden şekilleniyor.
Covid-19 pandemisi ile gündemimize oturan aşı beklentilerimiz, damarlarımıza zerk edilecek bir mikroçipin tehdidiyle bizleri tedirgin ediyor.
ABD, güç gösterisinde istikrarlı görünse de, görünenin ardında saklı zafiyeti tüm dünyaya saldırganlık olarak yansıyor. Fakat tüm dünya kurumlarını yönetiyor olmanın konforuna haiz olduğundan zevahiri kurtardığının kendisi de farkında.
Küresel siyaset ve ekonomi, tüm ülke politikalarını bugün de etkiliyor ve her ülke kendi menfaatleri doğrultusunda hareket ediyor. Kıtalar olduğu yerde duruyor; ancak şartları, etkileşimleri değişkenlik arz ediyor.
Bana göre, Dali’nin tablosunda “yeni insan”ın doğumunu seyreden kadın “Anadolu”yu temsil ediyor. Ve o kadın Haçlıların inandığı biçimdeki “Eva/Havva” kadar ilâhî ve ilk kadını temsil ediyor. İşaret ettiği ülkenin Türkiye oluşu bence bir rastlantı değil. Dünya da, ABD’de, Dali’de, Dali gibi düşünenler de Türkiye’nin vazgeçilmez değerdeki konumunun, coğrafik ve politik etkisinin farkında.
Gayet meşru ve muştulu doğum yakındır!
Kadının bacaklarına ürkerek sarılmış sanatçının bilinçli biçimde adlandırdığı “jeopolitik çocuk” ise, Türkiye…
Belki de tablodaki tüm betimlemelerin en talihsizi bu çocuk. Umulmayan, kurulan tüm tuzakların üstesinden geleceği hesaplanamayan o jeopolitik çocuk, şimdi büyüdü. Çizildiği kadar küçük kalması, ürkekçe peygamberler diyarı coğrafyasında ilâhiler söyleyerek teselli bulması hesaplanmış olmalıydı.
Tabloda yer alan her betimleme, her gönderme güncelliğini koruyabilir; zaman aşırı değer taşıyabilir; hangi dönemde seyredilirse seyredilsin, o günün şartlarında izah bulabilir. Fakat bu çocuk için yüklenen anlam son 20 yıldır hükmünü yitirmiş durumda. Ve o çocuk, yani gelecek zamanlarda tablonun hikâyesini etkileyecek bambaşka bir kadere matuf olan Türkiye, her geçen gün büyümeye, dengeleri değiştirmeye ve etkin rol üstenmeye devam edecek…
Ve dünyayı özel ofislerde, birkaç üst aklın planlarıyla gayrimeşru biçimde gebe bırakanlar, bu gücün belirlediği şartlarla değişecek.
Yakın bir vakittir ki, Batı/lın “yeni insanı”, prematüre olarak doğacak. Yaşar mı, yaşamaz mı bilinmez! Az bir vakit daha dünyanın sancısı dinmeyecek.
Ne vakit takvimler 2023’ün ikinci yarısını gösterecek, işte o zaman dünya gayet meşru ve muştulu bir doğuma hazırlanacak.
Ve vakit tamam olacak!
Dünya, Doğu’nun ufkundan doğup battığı ufukları kucaklayacak bir ışıkla dünyayı saadete eriştirecek kutlu bir doğumun şahidi olacak.
Bir asra yakındır mahrum kalınan ve son yıllarda her zafer sonrası coğrafyamızdan semâlara yükselen “Fetih Sûresi”nin âyetleri hürmetine, Rabbimizin “Fettah” ismi şerifinin tecellisiyle, uzaklaşan ne varsa yakın, yakın olan ne varsa yakîn olacak!
Türkiye, köklerinden aldığı muazzam bir güçle dünyaya zarar vermeden, kıtaları yok etmeden, yaraları kanatmadan, tüm kanamaları durduracak, tüm acıları dindirecek “Kızıl Elma”yı doğuracak! (İnşaallah!)
----------------
* Daha önce kaleme aldığım “Sanat perspektifinden savaş simsarlığı, darbeler, Picasso’nun ‘Guernica’sı ve ‘Masumların katli” adlı yazımda, Guernica adlı tablonun İspanyol İç Savaşı’na dikkat çekmek amacı ile ressamı Pablo Picasso’ya sipariş edildiğini kaynaklarla belirtilmişti.
* Tablodan bağımsız olarak, Atom bombasına dair şu kısa notu da düşmekte fayda var: 6 Ağustos 1945’te “Little Boy/Küçük oğlan”ın Hiroşima’ya, 9 Ağustos 1945’te “Fat Man/Şişman Adam”ın Nagasaki’ye düşeceği henüz bilinmiyorken resmedilmişti. Ancak “Küçük Oğlan” ve “Şişman Adam” Avrupa kıtasında pek çok ülkeyi işgal eden Nazi Almanya’sını yerle bir etmesi beklenirken, ABD hem Pearl Horbor’ın intikamını almak, hem de bu alaycı isimlere sahip silahın ne denli ölümcül olduğunu tüm dünyaya gösterip Almanya’ya da göz dağı vererek ve sair Avrupa ülkelerini ürkütmeyi planlamış olabilir. Zira her iki bomba Hiroşima ve Nagasaki’ye düştükten 23 gün sonra II. Dünya Savaşı 2 Eylül 1945’te son bulmuştur…