Gara’nın lâneti: “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!” (2)

Gara’nın lâneti PKK’nın üzerine inmeli. Gara, PKK’nın çöküş noktası olmalı. Gara, bazılarının zilletten kurtulup millete dönme sebebi olmalı. Elbette 40 yıllık örgütün bugünden yarına bitmesini ya da kılık değiştirmesini beklemiyoruz. “Sona yaklaştık” desek de, ne kadar kenetlenirsek kenetlensek de bu biraz daha zaman alacaktır. Devlet, bu süreyi uyumadan geçirmek zorunda. İçeride 300 civarında terörist kalmış olması, dışarıdan destek bulamayacakları anlamına gelmemeli. O hâlde Kandil ve Sincar operasyonları ertelenmemeli.

GARA ne ilk durak, ne de son olacak. Gara, bir istasyon!

1980’lerden beri uğraşıyoruz PKK belâsıyla. Numan Kurtulmuş’un 2018’deki ifadesiyle, 15 Ağustos 1984 Eruh ve Şemdinli baskınlarından bu yana 1 buçuk trilyon dolar harcadık bu belâdan kurtulmak için. Ne var ki, senelerce yürütülen yanlış stratejiler yüzünden başarılı olamadık bir türlü. Bugün ise sona yaklaştığımızı konuşuyoruz artık. Bu sonun başlangıcı Gara Operasyonu olsun istiyoruz. Gara’dan sonra, Türkiye’de PKK ve uzantılarına bakışın eskisi gibi olmayacağını umuyoruz. Gara’nın PKK ve uzantıları için bir lânet olmasını bekliyoruz.

Önemi üzerinde her ne kadar konuşursak konuşalım, Gara tek başına hiçbir anlam ifade etmiyor. Ne coğrafî konumu, ne örgüt için stratejik önemi, ne yapılan operasyon ve sonuçları açısından Gara, büyük resmin kendisi. Evet, önemli. Ama küçük bir parçası…

Belki rehinelerimiz olmasa, operasyon yapılması bile bizim için sıradan olabilirdi. Ancak operasyonun rehineler bazındaki sonucu başarısız olunca, siyâsî sonuçları açısından önemi katbekat artmış oldu.

ABD’nin ilk taziye mesajında özellikle kullandığı belli olan “PKK yaptıysa” tereddüdü, Kovid-19’dan daha bulaşıcı çıktı maalesef. Bizim muhalefet, mal bulmuş Mağribî gibi sarıldı bu tereddütle süslenmiş aşağılama girişimine. Özellikle Kılıçdaroğlu’nun, bilgilendirme ziyaretinin hemen ardından sormaya başladığı sorular, sonucu siyâsî başarısızlık olarak sunma gayretiydi belli ki. Ama bu hatadan dönülmesi gerektiğini anlayacaklardır yakında…

HDP eşittir PKK’dır, bunu herkes anlayacak!

PKK’nın kurucusunun kim olduğu konusunda herkesin cevabı aynıdır herhâlde: Abdullah Öcalan… Şimdi kalkıp da biri Öcalan’ı övse, onun PKK yandaşı olduğu konusunda bir “Acaba?” üretebilir miyiz ki? Elbette olamaz böyle bir durum. Öcalan, bebek katili bir terörist başıdır ve bundan hiç kimsenin şüphesi yoktur. Kimler dışında? Tabiî ki o terör örgütüyle birlikte iş tutan vatan hainlerinin dışında.

O hâlde senelerdir sorulan, HDP ile gizli ittifak kuranların yüzüne her defasında bir şamar gibi çarpılan konuyu bir soruya çevirip soralım yine: “Demişler ki, ‘Öcalan posteri asamazsınız’. Onu diyenlere açıkça sesleniyorum. Kürtlerin katili Kenan Evren’in heykelini dikebiliyor da Kürt halk önderinin posterini niye asamıyorlar? Bu halkı için 14 yıldır İmralı’da bir beton çukurda direnen Kürt halk önderinin posterini Kürdistan’a asamayacak da nereye asacaklar? Buna alışsanız iyi olur. Çünkü biz Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz heykelini” diyen birini ve başkanlık ettiği partiyi nasıl olur da PKK’dan ayrı bir yere koyabilirsiniz?

Konuyu hiç bilmeyen bir yabancıya sorsanız bile, bu cümleleri kuran kişinin “Apo” dediği kişiyi -hâlâ- başkan olarak kabul ettiğini ve onun gösterdiği amaçlara uygun hareket ettiğini söyler size. Ama biz konuyu bilen ve en azından Apo’nun kim olduğu konusunda toplumsal mutabakata sahip bir ülkeyiz. Yani bugün muhalefet görevini üstlenmiş HDP dışındaki partilerin her biri aynen Cumhur İttifakı gibi Apo’nun terörist başı olduğunu rahatça ikrar edebilirler. HDP konusunda en çok eleştirdiğimiz ve terör örgütüne “PKK” demekten imtina eden CHP bile…

Öyleyse bu terörist başını hâlâ başkan olarak kabul eden, Mardin Kızıltepe’yi Kürdistan toprağı olarak tarif eden bir partiyi o terör örgütünden ayrı yere koyabilmenin hiçbir mantığı yoktur. Doğru önerme şudur: Teröriste “başkan”, Türk toprağına “Kürdistan” diyen, “teröristtir”!

Malûm cephe bu türden doğru önermeleri “Ama” diyerek başlayan cümlelerle karşılamayı çok sever. “Ama Apo’nun mektubunu mitinglerde okuttunuz”, “Ama Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkarttınız”, “Ama teröristleri davul zurnayla karşıladınız”…

Öncelikle bilinmelidir ki, hayat, bir giriş sınavı değildir. Bazen yüzlerce doğrunuz bir yanlışla silinebildiği gibi, bazen de yüzlerce yanlış bir doğruyu silmeye yetmeyebilir. Evet, kardeş Öcalan’ın TRT’ye çıkması AK Parti’nin belki de en büyük taktik hatalarından biriydi. Aranmakta olan birinin, iyi niyetli de olsa bir siyâsî bildiriyle milyonların önüne çıkması unutulacak bir hata değildir. On yıllar da geçse AK Parti’nin önüne çıkar o kara gün. Ancak Apo’nun mektuplarının servis edilmesi, hatta mitinglerde okutulması ise ayrı bir konu. O, artık devletin elinde bir hükümlü. Devlet, ondan ne kadar faydalanabilirse faydalanmalı. Çözüm Süreci’nde Apo’ya yazdırılan metinlerin onun zihninden çıkmış gibi okutulması da tam olarak bu açıdan bakılması gereken bir konu.

Teröristin dağdakini de, evdekini de teslim olmaya çağıran, silahları susturmayı hedefleyen, bölgesel kalkınmanın önünde engel olarak duran sorunları bitirmek için Kürt vatandaşları ikna etmeyi amaçlayan bir devlet kurgusundan bahsediyoruz. Kısmen başarılı olduğuna da kimse itiraz edemez herhâlde.

Şimdi başladığımız yere dönelim…

Apo, terör örgütü kurucusu ve herkes bunda hemfikir. Ama bu kurucuyu başkan kabul eden partinin PKK ile ilişkisi yok… “Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz” diyen haksız yere cezaevinde tutuluyor… Osman Öcalan PKK’lı bir terörist ve örgüt kurucularından. O yüzden de -haklı olarak- devlet televizyonuna çıkartılmasını eleştiriyorsunuz. Ama o örgüt için “Bizim arkamızda” diyenler masum bir siyâsî partinin vekilleri… Çözüm Süreci’nde teslim olmaya gelen teröristler davul zurnayla karşılandı diye sanki devlet şenlik yapmış gibi konuyu çarpıtarak hayıflanıyorsunuz. Ama o teröristlere karşılama töreni yapan HDP’liler, terörle alâkası olmayan siyâsetçiler… Bunların hepsine kargalar bile güler!

Geçtiğimiz günlerde, nerede çalıştığını bir türlü çözemediğim ama kime çalıştığı belli olan ıslak saçlı sunucunun Alman kanalındaki programına katılan Pervin Buldan da garip açıklamalar yaptı bu konuda. Gözyaşlarımızı tutamadık gülmekten. Meğer HDP’nin PKK ile herhangi bir irtibatı, bir ilişkisi yokmuş. Bu söz konusu bile olamazmış. Hâlbuki röportajın başında, bir rehine için araya girip girmediği sorulduğunda PKK’ya bir heyetle gittiklerini, adı geçen rehine için “yetkililerden” bizzat bilgi aldığını anlatmıştı. O hâlde nasıl oluyor da “Bizim PKK ile irtibatımız yok” diyebiliyorlar? Gerçi İçişleri Bakanı Soylu, bu açıklamanın ardından Gara’ya giden vekilin adını da verdi ama hayatı yalandan ibaret olanlar beş dakika önce söylediklerini bile unutup yalan söylemekten kurtaramayabiliyor kendilerini.

Bundan sonra Millet İttifakı paydaşları, Pervin Buldan’ın bu zırvalarını referans gösterip, “Bakın işte, HDP’nin PKK ile ilişkisi yokmuş!” derlerse de şaşırmaya gerek yok herhâlde.

Muhalefete diyeceğim şu ki, kim ne derse desin, kim inkâr ederse etsin, kim görmezden gelirse gelsin, PKK ile HDP arasındaki ilişki çok nettir! HDP’nin, anayasal haklarla kanunlara uygun bir şekilde kurulmuş olması, seçimlere girmesine kurumsal kurallar açısından mâni bir durum olmaması, teker teker her bir vekilinin terör örgütüyle iş tuttuğu gerçeğini örtemez. Siz, cezasını çekmiş, kanunların herkese tanıdığı haklardan faydalanarak tahliye olmuş Çakıcı’ya, geçmişinden dolayı hâlâ “organize suç örgütü lideri” deme hakkını kendinizde nasıl buluyorsanız, biz de HDP’ye PKK’nın siyâsî uzantısı deme hakkını oradan buluyoruz. Bunların, siz de dâhil herkes tarafından bilindiğini biliyoruz. Ve artık sizin de bu gerçeği ikrar etme vaktinizin geldiğini düşünüyoruz.

Peki, muhalefetin HDP-PKK birlikteliğini görmesi bize ne kazandırır?

Gara Operasyonu’nun ardından tekrar gündeme gelen bir konu var. Deniliyor ki, “Terör örgütleri, toplumda geniş bir kitlenin infiâline sebep olacak eylemlerden kaçınırlar. Zira varlıkları, toplumun bir kesimi tarafından desteklenmelerine, bir kısmı tarafından ise görmezden gelinmelerine bağlıdır”. PKK konusunda da senelerdir yaşadığımız tam olarak bu destek ve görmezden gelme durumlarıdır. HDP’nin 6 milyon oy alması, dolaylı olarak yurtiçinde PKK’nın 10 milyon destekçisi olduğu anlamına gelir. Bunun onda birinin terörize edilebilecek nüfusa denk geldiğini düşünürsek, 84 milyonluk Türkiye için büyük bir tehdit olmadığı kanaatine varabiliriz. Ancak durum hiç de bu kadar basit değil. HDP dışındaki siyâsî partiler, PKK kökenli HDP fikir ve eylemlerine sessiz kaldıkları ölçüde onlara örtülü destek verdiklerinin bilincinde olmalılar. Siyâsî liderler neye nasıl tepki verirlerse, temsil ettikleri kitle de ağırlıklı olarak o yönde tepki verirler.

“Biz terör örgütünün propagandasını yapmamak için adını zikretmiyoruz” diyenlerin, başlarını ellerinin arasına alıp PKK’nın katlettiği vatandaşlarımızın sorumluluğunu Cumhurbaşkanı’na yüklemenin nasıl bir terör propagandası olduğunu düşünmeleri lâzım! Eğer HDP dışındaki parti liderleri, ortak bir tavırla PKK’yı eleştirebilir, terörün suçunu teröristte ve ona destek verenlerde arama alışkanlığını kazanabilir, terör operasyonlarında devlete koşulsuz destek verebilirse, bu, vatandaşa da aynı etkiyle ulaşır. HDP yalnızlaşmış, siyâsî ortamdan destek bulamayan bir parti olur. Siyâsî desteği sınırlanan bir ortamda da PKK’nın yaşama şansı azalır.

Düşünün, DEAŞ henüz güç kaybetmemişken, birkaç eylemin ardından Türkiye içerisinde neden eylem yapmaz oldu? Beceremeyeceği için değil, destek bulamadığı için! PKK için de aynı sonu hazırlamak, iktidarı ve muhalefetiyle siyâsetçilerimizin elinde.

Gara’nın lâneti PKK’nın üzerine inmeli. Gara, PKK’nın çöküş noktası olmalı. Gara, bazılarının zilletten kurtulup millete dönme sebebi olmalı. Elbette 40 yıllık örgütün bugünden yarına bitmesini ya da kılık değiştirmesini beklemiyoruz. “Sona yaklaştık” desek de, ne kadar kenetlenirsek kenetlensek de bu biraz daha zaman alacaktır. Devlet, bu süreyi uyumadan geçirmek zorunda. İçeride 300 civarında terörist kalmış olması, dışarıdan destek bulamayacakları anlamına gelmemeli. O hâlde Kandil ve Sincar operasyonları ertelenmemeli. Gara bir ara istasyonsa, Kandil ve Sincar iki büyük gardır!