GARA ne ilk durak, ne de son
olacak. Gara, bir istasyon!
1980’lerden beri uğraşıyoruz PKK belâsıyla. Numan
Kurtulmuş’un 2018’deki ifadesiyle, 15 Ağustos 1984 Eruh ve Şemdinli
baskınlarından bu yana 1 buçuk trilyon dolar harcadık bu belâdan kurtulmak
için. Ne var ki, senelerce yürütülen yanlış stratejiler yüzünden başarılı
olamadık bir türlü. Bugün ise sona yaklaştığımızı konuşuyoruz artık. Bu sonun
başlangıcı Gara Operasyonu olsun istiyoruz. Gara’dan sonra, Türkiye’de PKK ve
uzantılarına bakışın eskisi gibi olmayacağını umuyoruz. Gara’nın PKK ve
uzantıları için bir lânet olmasını bekliyoruz.
Önemi üzerinde her ne kadar konuşursak konuşalım, Gara
tek başına hiçbir anlam ifade etmiyor. Ne coğrafî konumu, ne örgüt için
stratejik önemi, ne yapılan operasyon ve sonuçları açısından Gara, büyük resmin
kendisi. Evet, önemli. Ama küçük bir parçası…
Belki rehinelerimiz olmasa, operasyon yapılması bile
bizim için sıradan olabilirdi. Ancak operasyonun rehineler bazındaki sonucu
başarısız olunca, siyâsî sonuçları açısından önemi katbekat artmış oldu.
ABD’nin ilk taziye mesajında özellikle kullandığı
belli olan “PKK yaptıysa” tereddüdü, Kovid-19’dan daha bulaşıcı çıktı maalesef.
Bizim muhalefet, mal bulmuş Mağribî gibi sarıldı bu tereddütle süslenmiş
aşağılama girişimine. Özellikle Kılıçdaroğlu’nun, bilgilendirme ziyaretinin
hemen ardından sormaya başladığı sorular, sonucu siyâsî başarısızlık olarak
sunma gayretiydi belli ki. Ama bu hatadan dönülmesi gerektiğini anlayacaklardır
yakında…
HDP eşittir PKK’dır, bunu herkes anlayacak!
PKK’nın kurucusunun kim olduğu konusunda herkesin
cevabı aynıdır herhâlde: Abdullah Öcalan… Şimdi kalkıp da biri Öcalan’ı övse,
onun PKK yandaşı olduğu konusunda bir “Acaba?” üretebilir miyiz ki? Elbette
olamaz böyle bir durum. Öcalan, bebek katili bir terörist başıdır ve bundan hiç
kimsenin şüphesi yoktur. Kimler dışında? Tabiî ki o terör örgütüyle birlikte iş
tutan vatan hainlerinin dışında.
O hâlde senelerdir sorulan, HDP ile gizli ittifak
kuranların yüzüne her defasında bir şamar gibi çarpılan konuyu bir soruya
çevirip soralım yine: “Demişler ki, ‘Öcalan posteri asamazsınız’. Onu
diyenlere açıkça sesleniyorum. Kürtlerin katili Kenan Evren’in heykelini
dikebiliyor da Kürt halk önderinin posterini niye asamıyorlar? Bu halkı için 14
yıldır İmralı’da bir beton çukurda direnen Kürt halk önderinin posterini
Kürdistan’a asamayacak da nereye asacaklar? Buna alışsanız iyi olur. Çünkü biz
Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz heykelini” diyen birini ve başkanlık
ettiği partiyi nasıl olur da PKK’dan ayrı bir yere koyabilirsiniz?
Konuyu hiç bilmeyen bir yabancıya sorsanız bile, bu
cümleleri kuran kişinin “Apo” dediği kişiyi -hâlâ- başkan olarak kabul ettiğini
ve onun gösterdiği amaçlara uygun hareket ettiğini söyler size. Ama biz konuyu
bilen ve en azından Apo’nun kim olduğu konusunda toplumsal mutabakata sahip bir
ülkeyiz. Yani bugün muhalefet görevini üstlenmiş HDP dışındaki partilerin her
biri aynen Cumhur İttifakı gibi Apo’nun terörist başı olduğunu rahatça ikrar
edebilirler. HDP konusunda en çok eleştirdiğimiz ve terör örgütüne “PKK”
demekten imtina eden CHP bile…
Öyleyse bu terörist başını hâlâ başkan olarak kabul
eden, Mardin Kızıltepe’yi Kürdistan toprağı olarak tarif eden bir partiyi o
terör örgütünden ayrı yere koyabilmenin hiçbir mantığı yoktur. Doğru önerme
şudur: Teröriste “başkan”, Türk toprağına “Kürdistan” diyen, “teröristtir”!
Malûm cephe bu türden doğru önermeleri “Ama” diyerek
başlayan cümlelerle karşılamayı çok sever. “Ama Apo’nun mektubunu mitinglerde
okuttunuz”, “Ama Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkarttınız”, “Ama teröristleri davul
zurnayla karşıladınız”…
Öncelikle bilinmelidir ki, hayat, bir giriş sınavı
değildir. Bazen yüzlerce doğrunuz bir yanlışla silinebildiği gibi, bazen de
yüzlerce yanlış bir doğruyu silmeye yetmeyebilir. Evet, kardeş Öcalan’ın TRT’ye
çıkması AK Parti’nin belki de en büyük taktik hatalarından biriydi. Aranmakta
olan birinin, iyi niyetli de olsa bir siyâsî bildiriyle milyonların önüne
çıkması unutulacak bir hata değildir. On yıllar da geçse AK Parti’nin önüne
çıkar o kara gün. Ancak Apo’nun mektuplarının servis edilmesi, hatta mitinglerde
okutulması ise ayrı bir konu. O, artık devletin elinde bir hükümlü. Devlet,
ondan ne kadar faydalanabilirse faydalanmalı. Çözüm Süreci’nde Apo’ya
yazdırılan metinlerin onun zihninden çıkmış gibi okutulması da tam olarak bu
açıdan bakılması gereken bir konu.
Teröristin dağdakini de, evdekini de teslim olmaya
çağıran, silahları susturmayı hedefleyen, bölgesel kalkınmanın önünde engel
olarak duran sorunları bitirmek için Kürt vatandaşları ikna etmeyi amaçlayan
bir devlet kurgusundan bahsediyoruz. Kısmen başarılı olduğuna da kimse itiraz
edemez herhâlde.
Şimdi başladığımız yere dönelim…
Apo, terör örgütü kurucusu ve herkes bunda hemfikir.
Ama bu kurucuyu başkan kabul eden partinin PKK ile ilişkisi yok… “Başkan
Apo’nun heykelini dikeceğiz” diyen haksız yere cezaevinde tutuluyor… Osman
Öcalan PKK’lı bir terörist ve örgüt kurucularından. O yüzden de -haklı olarak-
devlet televizyonuna çıkartılmasını eleştiriyorsunuz. Ama o örgüt için “Bizim
arkamızda” diyenler masum bir siyâsî partinin vekilleri… Çözüm Süreci’nde
teslim olmaya gelen teröristler davul zurnayla karşılandı diye sanki devlet
şenlik yapmış gibi konuyu çarpıtarak hayıflanıyorsunuz. Ama o teröristlere
karşılama töreni yapan HDP’liler, terörle alâkası olmayan siyâsetçiler… Bunların
hepsine kargalar bile güler!
Geçtiğimiz günlerde, nerede çalıştığını bir türlü
çözemediğim ama kime çalıştığı belli olan ıslak saçlı sunucunun Alman
kanalındaki programına katılan Pervin Buldan da garip açıklamalar yaptı bu
konuda. Gözyaşlarımızı tutamadık gülmekten. Meğer HDP’nin PKK ile herhangi bir
irtibatı, bir ilişkisi yokmuş. Bu söz konusu bile olamazmış. Hâlbuki röportajın
başında, bir rehine için araya girip girmediği sorulduğunda PKK’ya bir heyetle
gittiklerini, adı geçen rehine için “yetkililerden” bizzat bilgi aldığını anlatmıştı.
O hâlde nasıl oluyor da “Bizim PKK ile irtibatımız yok” diyebiliyorlar? Gerçi
İçişleri Bakanı Soylu, bu açıklamanın ardından Gara’ya giden vekilin adını da
verdi ama hayatı yalandan ibaret olanlar beş dakika önce söylediklerini bile
unutup yalan söylemekten kurtaramayabiliyor kendilerini.
Bundan sonra Millet İttifakı paydaşları, Pervin
Buldan’ın bu zırvalarını referans gösterip, “Bakın işte, HDP’nin PKK ile
ilişkisi yokmuş!” derlerse de şaşırmaya gerek yok herhâlde.
Muhalefete diyeceğim şu ki, kim ne derse desin, kim
inkâr ederse etsin, kim görmezden gelirse gelsin, PKK ile HDP arasındaki ilişki
çok nettir! HDP’nin, anayasal haklarla kanunlara uygun bir şekilde kurulmuş
olması, seçimlere girmesine kurumsal kurallar açısından mâni bir durum olmaması,
teker teker her bir vekilinin terör örgütüyle iş tuttuğu gerçeğini örtemez.
Siz, cezasını çekmiş, kanunların herkese tanıdığı haklardan faydalanarak
tahliye olmuş Çakıcı’ya, geçmişinden dolayı hâlâ “organize suç örgütü lideri”
deme hakkını kendinizde nasıl buluyorsanız, biz de HDP’ye PKK’nın siyâsî
uzantısı deme hakkını oradan buluyoruz. Bunların, siz de dâhil herkes
tarafından bilindiğini biliyoruz. Ve artık sizin de bu gerçeği ikrar etme
vaktinizin geldiğini düşünüyoruz.
Peki, muhalefetin HDP-PKK
birlikteliğini görmesi bize ne kazandırır?
Gara Operasyonu’nun ardından tekrar gündeme gelen bir
konu var. Deniliyor ki, “Terör örgütleri, toplumda geniş bir kitlenin infiâline
sebep olacak eylemlerden kaçınırlar. Zira varlıkları, toplumun bir kesimi
tarafından desteklenmelerine, bir kısmı tarafından ise görmezden gelinmelerine
bağlıdır”. PKK konusunda da senelerdir yaşadığımız tam olarak bu destek ve
görmezden gelme durumlarıdır. HDP’nin 6 milyon oy alması, dolaylı olarak yurtiçinde
PKK’nın 10 milyon destekçisi olduğu anlamına gelir. Bunun onda birinin terörize
edilebilecek nüfusa denk geldiğini düşünürsek, 84 milyonluk Türkiye için büyük
bir tehdit olmadığı kanaatine varabiliriz. Ancak durum hiç de bu kadar basit
değil. HDP dışındaki siyâsî partiler, PKK kökenli HDP fikir ve eylemlerine
sessiz kaldıkları ölçüde onlara örtülü destek verdiklerinin bilincinde olmalılar.
Siyâsî liderler neye nasıl tepki verirlerse, temsil ettikleri kitle de
ağırlıklı olarak o yönde tepki verirler.
“Biz terör örgütünün propagandasını yapmamak için
adını zikretmiyoruz” diyenlerin, başlarını ellerinin arasına alıp PKK’nın
katlettiği vatandaşlarımızın sorumluluğunu Cumhurbaşkanı’na yüklemenin nasıl
bir terör propagandası olduğunu düşünmeleri lâzım! Eğer HDP dışındaki parti
liderleri, ortak bir tavırla PKK’yı eleştirebilir, terörün suçunu teröristte ve
ona destek verenlerde arama alışkanlığını kazanabilir, terör operasyonlarında
devlete koşulsuz destek verebilirse, bu, vatandaşa da aynı etkiyle ulaşır. HDP
yalnızlaşmış, siyâsî ortamdan destek bulamayan bir parti olur. Siyâsî desteği
sınırlanan bir ortamda da PKK’nın yaşama şansı azalır.
Düşünün, DEAŞ henüz güç kaybetmemişken, birkaç eylemin
ardından Türkiye içerisinde neden eylem yapmaz oldu? Beceremeyeceği için değil,
destek bulamadığı için! PKK için de aynı sonu hazırlamak, iktidarı ve
muhalefetiyle siyâsetçilerimizin elinde.
Gara’nın lâneti PKK’nın üzerine inmeli. Gara, PKK’nın çöküş noktası olmalı. Gara, bazılarının zilletten kurtulup millete dönme sebebi olmalı. Elbette 40 yıllık örgütün bugünden yarına bitmesini ya da kılık değiştirmesini beklemiyoruz. “Sona yaklaştık” desek de, ne kadar kenetlenirsek kenetlensek de bu biraz daha zaman alacaktır. Devlet, bu süreyi uyumadan geçirmek zorunda. İçeride 300 civarında terörist kalmış olması, dışarıdan destek bulamayacakları anlamına gelmemeli. O hâlde Kandil ve Sincar operasyonları ertelenmemeli. Gara bir ara istasyonsa, Kandil ve Sincar iki büyük gardır!