G20 sebep, umreye niyet

Kâbe’nin yanında, ona bakarak, onu izleyerek, ibadet ederek ya da sadece oyalanarak vakit geçirmenin son derece dinlendirici, huzur verici ve duygusal olarak besleyici ve restore edici bir etkisi var. Bir hocamızın Kâbe hakkındaki benzetmesinden yola çıkarak şöyle düşündüm: Kâbe, İslâm’ın kalbi sanki… Tıpkı kalp gibi, Müslümanları önce kendisine topluyor ve sonra tüm dünyaya geri gönderiyor. Bu doğal döngü, İslâm toplumları için son derece yaşamsal bir fonksiyon hâlinde ve süreklilik arz ediyor.

“RİYAD başkent ama Cidde, ticârî başkenttir” dedi ve “Riyad Ankara ise, Cidde İstanbul’dur” diye tamamladı sözü arkadaşım.

Riyad’dan Cidde’ye, Mekke’den Medîne’ye uzanan bir ziyaret rotası ile sona eren mânevî bir doyum hâli yaşadık.

Evet, muhteşem bir atmosfer altında umre ibadetimizi gerçekleştirdik ve aldığım notları sizinle paylaşmak istedim…

***

“Önce nereden başlamalı?” sorusunun tek bir cevabı yok.

Başlıca ziyaret sebebim Umre olmasına rağmen, ziyaretimiz, geneli itibariyle çok öğretici oldu benim için.

Eşimin G20 kapsamında Türk delegasyonunda görevli olması sebebiyle kendisine eşlik etmek için öncelikle iki gün Riyad’da bulundum. Riyad’daki programımız biter bitmez eşimle birlikte heyecanla ihrama girmeye niyet ettik, namaz kıldık ve “telbiye” söyleyerek Umre yolculuğu için uçağa bindik.

İhramlı olarak vardığımız Cidde’den karayolu ile Mekke’ye geçtik. Yol boyu bize eşlik eden arkadaşımızla sohbet ederek bilgilendik ve otele yerleşip hemen amacımıza yöneldik.

Bize eşlik eden bir hocamızın rehberliğinde umremizi yapmak için Kâbe’ye yürüdük telbiye ederek. Umremizi tamamlamak için yine Kâbe’de tavaf sonrası namaz kıldık ve Safâ ile Merve tepeleri arasında say’ımızı yaparak umremizi tamamlayıp ihramdan çıkmak için saç kestik.

Burada kısaca ifade ettiğim “umre” süreci, uygulamada hem dikkat, hem de çaba gerektiriyor -ki şükürler olsun, Allah bize bu ziyareti çokça kolaylaştırdı-.

İkinci günde Arafat’ı görmeye gittik ve orada tekrar ihrama girip umre için niyet ederek ikinci gün ikinci umremizi yapma fırsatı yakalamış olduk. Hatâsı ve eksiğiyle Allah tüm ziyaretimizi, umremizi, ibadet ve duâlarımızı kabul eylesin!

İkinci günün devamında, gece boyunca Kâbe ve çevresinde bolca vakit geçirerek ibadet ettik.

Sonraki gün, sabah erken saatlerde Mekke’den hızlı tren ile Medîne’ye yola çıktık ve günübirlik ziyaret sonunda gece tekrar hızlı tren ile Mekke’ye döndük.

Genel olarak ziyaret süresince -ki Mekke’de sadece üç gece kalabildik- eşim de, ben de bireysel hareket ettiğimizden, zamanı daha etkili kullanma fırsatımız oldu. Sadece ihtiyaç duyduğumuzda bir gruba dâhil olduysak da diğer zamanlarda gece gündüz, akşam sabah, her fırsatta çokça Kâbe ve çevresinde olmaya çalıştık… 

Öğrendim ki, umre ya da hac ziyareti için tur şirketleri dışında gitmek ve bireysel olarak bizim gibi umre ziyareti yapmak, normalde pek mümkün değilmiş. Yine de ziyaretimizde bize tur şirketi olan bir dostum, plânlama, bilgi ve lojistik anlamda çok yardımcı oldu. Ayrıca gayretlerimizle, Allah’ın yardımı ve dostlarımızın da desteğiyle ziyaretimizi gayet başarılı bir şekilde tamamlayabildik.

(Yardımcı olan tüm dostlarımızdan Allah râzı olsun!)

***


Benim için çok öğretici bir seyahat oldu; çünkü ilk defa Türkiye’nin güneyinde ve doğusunda bir ülke olan Suudi Arabistan’a gitmiş oldum.

Daha önce birçok kez farklı sebeplerle Avrupa istikametinde birçok ülkeye seyahat etmiştim. Türkiye’nin de benzer ve uyumlu olduğu seyahat kuralları ile kurumsal yapıları olan Avrupa ülkelerinde hiç sorun yaşamadım.

Bu anlamda Suudi Arabistan için biraz endişem vardı, ancak düşündüğümüz gibi olmadı; şükür ki çok başarılı geçti.

Seyahatimizin Mekke ve Medîne öncesi ile ilgili başlıca birkaç gözlemimi paylaşmak istiyorum…

Genel anlamda Suudi Arabistan ve Riyad’a bakınca görünenler

Riyad’da gördüğüm kadarı ile cadde ve yollar, aynı zamanda altyapı dikkat çekici seviyede başarılı, şehirleşme genel görünüm itibariyle plânlı ve düzenliydi.

Yollarda araç trafiği çok yoğun, AVM’ler dolu ama sokak ve caddeler bomboş! Yaya olarak dolaştığınızda, kendinizi yalnız ve şüpheli hissettiren rahatsız edici seviyede bir tenhalık var.

Hayat; çöl iklimi, sıcak ve geleneksel yaşantı sebebiyle olsa gerek, kapalı alanlarda sürüyor anlaşılan...

Amerikan ve Japon araçları başı çekiyor; hattâ “Başka araç yok” denecek kadar az. “Alman arabası neden yok?” diye sorunca aldığım cevap, “Sıcağa dayanıklı değil, hararet yapıyor. Ayrıca ustası yok buralarda” şeklinde.

Polis, asker ve memurlar Suudi vatandaşı, ancak “Hizmet sektöründe kesinlikle Suudi görmek mümkün değil” dediler. Suudiler için çalışma hayatına katılmaları yönünde kanun çıkmış ve işyerlerine belirli oranlarda Suudi çalıştırma şartı getirilmiş. Uygun pozisyonda tabiî… Bu yüzden resmiyette çalışıyor gösterilen ama çalışmaya gelmeyen bir kesim varmış.

Yabancı işçi çok fazla ve resmî olarak net rakam açıklanmıyormuş ama neredeyse Suudi nüfusuna yakın sayıda yabancı işçi olduğu, bunların büyük oranda kayıtlı olduğu ama çok zor şartlarda ve düşük ücretlerle çalıştıkları söyleniyor. Orada uzun zamandır yaşayan bir yabancı işçi, şöyle bir espri yaptı: “Burada modern kölelik var! Ama köle; sahibine köle olarak kalmak için, çalıştığının üzerine her yıl çalışma izni için devlete ayrı, kefil kişinin gönlünü etmek için ayrı para ödemek zorunda. Öbür yandan diğer yaşamsal masraflar olan sigorta, ceza, vergi vesaire için ayrıca ödüyoruz zaten…”

Yani “Burada köle olmak bile parayla” diyor!

***

Elektronik uygulamaların çok gelişmiş durumda olduğunu söylediler. O kadar ki, bürokrasinin çok yavaş ve keyfî olduğu ülkede, e-devlet uygulamaları çok hızlıymış. Meselâ trafik cezası bilgisi, ihlâlinizden itibaren bir iki dakika içinde telefonunuza mesaj olarak gelecek kadar hızlı. Bunu gülerek anlatıyorlar; zira “Cezayı yediğin kadar hızlı ödemen mümkün değil” deniyor.

Taksi yerine Uber ya da Careem tercih ediliyormuş…

Diğer yandan, tüketim gücü çok yüksek bir Suudi toplumu var. Bir de alt gelir grubu yani yabancı işçilere ve benzeri kesime göre yaşantının sürdüğü bir döngünün olduğu söyleniyor. Yani ülke iki katmandan oluşuyor: Geliri yüksek Suudi vatandaşları ile yabancı işçilerden oluşan düşük gelir sahibi olan kesim...

Dikkatimi çeken bir diğer husus da şu: Hiç gürültülü bir ortama, bağırmaya dahi şâhit olmadım. Bunun üzerine, “Çok sakin, düzenli ve uyumlu bir toplumsal hayat var galiba?” diye sorduğumda dediler ki, “Kurallar ve kanunlar çok katı! Hakkını araman çok zor! Âkıbeti belli olmayan bir mahkeme ya da hukukî girdaba girmekten korkuyor herkes. Hele bir yabancı ile Suudi sorun yaşamışsa, o yabancıya geçmiş olsun! Haklı çıkma ihtimâli yok. Tabiî Amerikalı ya da İngiliz değilse…”.

Öğrendim ki, Suudiler genel olarak yabancılara üstten bakar ama özellikle Hintlileri çok aşağı bir toplum olarak görürlermiş.

Suudi bir polis, bir Hintliyi aşağılayıp alay etmek için zorluk çıkarmış. Olayın kahramanı olan Hint kökenli kişi, Suudi polise karşı çıkıp tartışmış ve polis kendisine tokat atınca, Hint kökenli kişi, Suudi polisini bir güzel dövmüş. Tabiî hemen diğer polisler intikal edip adamı karakola götürmüşler…

Araştırılınca, Hint kökenli kişinin gerçekte Amerikan vatandaşı olduğu anlaşılmış ve polis müdürü, söz konusu polisi çağırıp özür diletmiş. Ardından meslekten atılmış.

“Yani ABD vatandaşıysanız, her zaman haklısınız” dediler.

Şöyle bir deyim varmış Suudi Arabistan’da: “Nüfuz (torpil), kanundan üstündür.”

Bu anlatılanların ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama sosyal yapıya dair fikirler veriyor.

Diğer yandan, siyasetten konuşmak mümkün değil! Düşüncesizlik edip, “İnsanlar idareden memnun mu? Yönetim nasıl? Prens/Kral hakkında ne düşünüyor toplum?” diye sormaya kalktım, “Sakın bu konuları yüksek sesle konuşmayın!” dediler. Kimsenin başını ağrıtmamak için bir daha siyaset konuşmadım. Türkiye’de her gün alenen liderlerimize her türden hakaret edildiği için bu kadar keskin bir tepki beklemiyordum. Korkuyu güçlü bir şekilde hissettim. Hoş, öyle olumsuz bir dille değil, gayet saygılı ve normal bir üslûpla düşüncelerini öğrenmek istemiştim ki cevabımı aldım.

***

Riyad’dan Cidde’ye giderken uçaktan gördüğüm çölün ortasındaki dairesel tarlaların buğday tarlası olduğunu, bize göre çöl sayılan uygun yerlerde tarımsal faaliyet için yoğun çaba gösterildiğini şaşkınlıkla öğrendim. Ayrıca bomboş, “çöl” denebilecek arazilerin çevrili ve sahipli olduğunu havadan görmek, hayvancılık ve tarım için devlet tarafından ciddî destekler verildiğini ve üretimi geliştirici çabalar olduğunu öğrenmek de benim için şaşırtıcı oldu.

Hızlı trenin kurulu olması ve gayet düzenli çalışması da beni etkileyen bir durumdu. Genel olarak her şeyin aksadığı bir ülke beklerken, bazı işlerin gayet düzenli yürütüldüğünü söylemek yanlış olmaz. Meselâ Türkiye’deki Arap turistlerin yerlere çöp atarak her yeri kirletmesinden yola çıkarak, Suudi şehirlerinin çöp dolu olduğunu bekliyordum. Ama gayet temiz ve düzenliydi gördüğüm yerler.

Etrafı temizleyen yabancı işçilerin payı çok büyük bu konuda.

Özellikle Mekke ve Kâbe-i Muazzama’nın çevresi son derece temiz ve sürekli temizleyen ekipler var.

Bu temizliğin birinci sebebi, ziyarete gelen binlerce Müslümanın Mekke ve Kâbe’ye olan saygısı; ikinci sebebi ise, çokça temizlik işçisinin organize edilmiş olması sanırım.

Suudiler, bu yıl G20 Zirvesi için ev sahibi ülke olma konusuna çok önem vermişler. Katılımcı ülkelerin heyet üyeleri için havalimanında başlayan karşılama, otele transfer ve toplantı salonlarında detaylı hazırlıklar, disiplin ve plânlama açısından programlar başarılı sayılabilir. Açıkçası iş disiplini ve zaman yönetimi açısından program akışındaki başarı seviyesi, bizim alışık olduğumuz bir durum olsa da Suudlar için “Takdir edilecek düzeyde” denebilir. Ayrıldığımız sabah, otelden havalimanına transferimizi yapamamış olmaları büyük bir eksiklik olmasına rağmen…

***

2020 yılı dönemi G20 ev sahibi ülke olarak, üye ülke delegasyonlarının Liderler Zirvesi öncesi yapılan hazırlık toplantıları da dâhil olmak üzere şimdiden çok ciddî çalışma yaptıkları görülüyor. Daha doğrusu, G20 kapsamında yapılacak çalışmaları Suudi Arabistan’ın imajı ve tanıtımı için en etkili olacak hâle getirmek amacıyla her türlü profesyonel çabayı ve mâliyeti göze alarak çalışma yapmaktalar.

Bunun yanında “2030 Vizyonu” diye bir hedef belirlemişler…

2030 Vizyonu, belirlenen hedeflerin gerektirdiği zihniyet devrimi açısından, Suudi Arabistan’ın, bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıktığı 1932 yılından bu yana hedeflediği en ciddî dönüşümünün ufkunu belirler mahiyette olduğu iddia ediliyor. (https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/suudi-arabistanin-2030-vizyonu-ve-kutsali-piyasaya-acmanin-riskleri/572954)

Madencilikten turizme ve askerî sanayiye uzanan geniş bir alanda ekonomik çeşitliliğin sağlanması, canlı bir özel sektörün oluşturulması, vergilerin arttırılması ve kamu yardımlarının azaltılması gibi tasarruf tedbirleri, projenin dikkat çeken unsurları. Kadınların iş hayatına katılımının arttırılmasını başlıca bir hedef olarak belirleyen Vizyon 2030, Suudi sermayesinin küresel finans sistemi ile iş hayatına entegrasyonunu geliştirmek için ihtiyaç duyulacak nitelikli iş gücünün sağlanması için de eğitim sisteminde kapsamlı reformlar yapılmasını öngörüyor.

Yabancı yatırımlar önündeki bürokratik engellerin azaltılması, bu çerçevede Körfez ülkelerinin kronik sorunu kefalet sisteminin yol açtığı tahditlerin aşılması için yabancılara uzun süreli oturum ve mülk edinme izni tanınması, küçük ve ortak ölçekli işletmelere teşvikler verilmesi, yakıt, su ve elektriğe uygulanan sübvansiyonların kademli olarak kaldırılması da Vizyon 2030’un hedefleri arasında…


Kısa kısa Suudi Arabistan…

Hintli sandığımız taksici Pakistanlı çıktı.

Suudi Havayolları’nda da yemek ikramı var ama sosları biraz farklı…

Riyad’da üşüdük, ciddî soğuk vardı, kazak ve ceket giydik.

Büyük Amerikan araçları GMC ve Japon Toyota Land Cruiser başta olmak üzere her türlü büyük boy ABD ve Japon aracından burada çok var.

“Çöl” deyip geçtiğimiz yerler hiç öyle boş ve sahipsiz değil. Aksine, tarım ve hayvancılık hâricinde, bizdeki bağ ve yayla evi tarzındaki amaçlarla kullanılıyor ve çölde bir hayat var.

Yer yer yeşillik olan vadiler ve derelerle şehir bitkilerinin yeşillendiği yerler var.

Şaşırtıcı bir düzen mevcût; bir o kadar da sükûnet…

Suudi halkı mandalinaya “Yusuf Efendi” diyormuş. Zamanında Yusuf Efendi diye biri getirip tanıtmış oralarda mandalinayı, söylenen bu.

Riyad ve Cidde havalimanlarında pasaport kontrolden geçerken el ve parmak izini alıyorlar, “Hayır” deme şansınız da yok maalesef.

Mekke, Cidde ve Medîne arasında sürekli çalışan, çok yeni ve modern bir hızlı tren hattı mevcût.

Genelde yol, havaalanı, tren hatları ve sair büyük inşaat projelerini hep Türkler yapmış. Ama son zamanda Çinliler de varmış iş yapan.

Suudi Arabistan, coğrafî büyüklük ile ekonomik potansiyel olarak çok güçlü bir pazar ve satın alma gücü yüksek. Kesinlikle ihmâl edilemeyecek kadar önemli ama başta Amerikan firmaları olmak üzere, güçlü Batılı marka ve firmalar yer almış her yerde. Bu konuda anlaşılan bir pozitif ayrımcılık var.

Mekke’den kısa kısa…

Ulaşınca -ki elbette isteyerek ve inanarak oradaysanız- şehrin mânevî etkisi sizi âdeta sarmalıyor.

Mekke’de gördüğüm umre ziyaretçilerinin profilinden anladığım şu ki, Müslümanların sayısal ağırlık merkezi Uzakdoğu’da…

Hep söylendiği gibi, her taraf gül kokulu temizleyici sularla temizleniyor ve parfümler sıkılıyor. Kâbe’ye has, gül aromalı bir havası var.

Çöl ikliminden olsa gerek, nefes almak son derece keyifli ve güzel bir havası var. Nefesiniz açılıyor ve duru, net bir solunum hissine uygun hava kalitesi mevcût…

Ayrıca kış mevsiminde iklim ve sıcaklık koşulları da çok ideal.

Özellikle Kâbe ve çevresi hiçbir saat ve gün boş kalmıyor. Yani Kâbe, 365 gün 24 saat, sürekli bir şekilde etrafında toplanmış Müslümanların duâlarıyla canlı bir varlık gibi…

Kâbe’nin yanında, ona bakarak, onu izleyerek, ibadet ederek ya da sadece oyalanarak vakit geçirmenin son derece dinlendirici, huzur verici ve duygusal olarak besleyici ve restore edici bir etkisi var.

Bir hocamızın Kâbe hakkındaki benzetmesinden yola çıkarak şöyle düşündüm: Kâbe, İslâm’ın kalbi sanki… Tıpkı kalp gibi, Müslümanları önce kendisine topluyor ve sonra tüm dünyaya geri gönderiyor. Bu doğal döngü, İslâm toplumları için son derece yaşamsal bir fonksiyon hâlinde ve süreklilik arz ediyor.

Şimdilerde Kâbe’de buluşan dünya Müslümanları, orada bir araya gelme, istişâre etme ve birlikte karar alma fonksiyonunu işletmiyorlar. Bu yönde yasaklar da var zaten; ama eskiden olduğu gibi Kâbe’ye gelip dönen Müslümanların ortak bir tavır ve kavrayışla dünyaya dağıldıklarını düşünmek, birilerinin tüylerini diken diken edecek bir fikir. Çünkü oluşacak fikir birliği ya da ortak ruh ve anlayış, son derece güçlü bir etki üretecektir!

Mekke’ye 10-20 kilometre uzaktan bile gökyüzüne uzanan hâliyle görünen ZemZem Tower ve Saat Kulesi için herhâlde herkes aynı sevimsiz hissi ve iticiliği hissediyordur.

Mekke “Harameyn” olduğundan, oraya Müslüman olmayan kimse giremiyor; ayrıca Harem bölgesinde hiçbir şekilde herhangi bir bitki ya da hayvana, canlıya bilerek kimse zarar veremez, insanlar birbirine kötü söz, eylem, düşünce ile davranamaz. Bu yönde kurallar var. Mekke’de bulunduğum sürede gerçekten de ne bir tartışma, ne bir itiş kakış, hiçbir sevimsiz görüntü ile karşılaşmadım.

Arafat’ta bulundum, Sevr dağı, Hira dağı, Müzdelife ve Mina’yı uzaktan gördüm ve buralar hakkında bilgilendirildik. Tabiî ki bu bahsi geçen yerlerde geçmişte yaşananları öğrenmek, yerinde dinlemek de kavrayışın etkisini arttırıyor. Arafat’ın mesajı ve mânâsını aktarmaksa beni aşıyor. Yani hem hâddimi aşmamak, hem de tam aktarmakta zorlanacağım için, “Son derece etkileyici bir ziyaret ve ibadet yeri!” diyerek bırakıyorum.

Umre ziyaretim boyunca bize eşlik eden hocalarımızdan dinlediklerim, orada yaşayan dostlarımızdan öğrendiklerim ve okuduklarımdan sonra şöyle bir fikre kapıldım: Allah’tan gelen Kur’ân-ı Kerîm’de yazılanlar ve Hazreti Muhammed başta, tüm diğer peygamberlerimizin yaşadıkları, anlattıkları, olaylar ve mekânlar o kadar iç içe ki…

Kâbe’nin yeri Allah tarafından işaret ediliyor, Hazreti Adem, Hazreti Nûh, Hazreti İbrahim’dan bu yana kesintisiz süregelen bir ziyaretgâh var.

Hazreti İsmail’e verilen mucize ile Zemzem çıkana kadar yerleşimin olmadığı ama Kâbe mevkiinin mânevî değerine ait bilginin nesilden nesle aktarıldığı hususu çok çarpıcı.

Hani güncel tabirle, senaryoda hiç boşluk, kurgu hatâsı, mantık eksiği ya da anlamsız görünen, havada kalan bir olay, bir an, bir sahne kalmıyor insanın kafasında. Tabiî inanmak isteyen için!


Medine’den kısa kısa…

İlk defa gittiğim için Mekke’ye kıyasla daha geniş alanda kurulan bir şehir olan Medîne, hem nüfus yoğunluğu açısından, hem şehir yapısı bakımından daha ferah ve sakin. Mekke çok dinamik bir şehir Medîne’ye kıyasla.

Mescid-i Nebevî’nin ilk kuruluşunun bir hurma bahçesi olmasından hareketle, bir Türk hanım mimarımızın çizdiğini öğrendiğim hurma ağaçlarını andıran, açılıp kapanabilen ve kapanınca da çekirgeyi andıran gölgeliklere açıkçası hayran kaldım.

Tüm mescidin avlusunda yüzlerce gölgeliğin mekânla böyle uyum sağlamış ve bütünleşmiş olması ve de tasarımın gücü ve etkisi, mânâ-tasarım ilişkisindeki başarının kesin sonucudur herhâlde.

Hazreti Peygamberimizi selâmlamak huzur verici bir duygu… Ayrıca O’nun ve yol arkadaşlarının, sahabe ve halîfelerimizden bazılarının yaşadıklarına dair olayları yerinde öğrenip anlamak çok değerli bir deneyim.

Mescid-i Nebevî’nin yanında, Cennetü’l-Baki Mezarlığı’na bakan tarafında, hemen avlunun dışında çok büyük kolonları yükselmekte olan bir inşaat başlamış. Sordum, bilen yok. Ama kolon gücüne bakılırsa ZemZem Tower gibi bir ucubenin de Mescid-i Nebevî’nin dibinde yükselmesinden korktum. Olursa şaşırmayın! Ama umarım böyle bir şey yapmazlar.

Medîne’de Osmanlı tren istasyonunun hikâyesi ve mimarisi hâlâ çok etkileyici! Birçok tarihî yer ve olayın anısına mescitler ve camiler yapılmış. Gidenleriniz benden iyi biliyordur.

Hurma esnafları gerçekten güzel ve ne kadar alırsanız alın hep yetersiz kalıyor…

Hurma bahçesine gittik, bol su akan bir sondaj kuyusu ile beraber yemyeşil bahçeyi görünce şaşırdım. Bahçenin işletmecisi bir Türk arkadaş ve hurma ağacı için anlattıkları çok ilginçti.

Hurma ağacı için, “İnsan gibidir, gövdesinin içinde beyaz bir kısım vardır ve kalp gibidir; sert bir darbe alırsa kalp durması gibi fonksiyonu durur ve ağaç ölür” dedi.

Dahası, hurma ağacının yavrusu oluyormuş. Fidan yerine "yavru" diyorum, çünkü fidanın gebelik gibi bir süreçle, belirli bir süre anne ağacın yanında büyümesinin beklenmesi bir zorunlulukmuş. Zamanı gelince, sezaryen gibi uygun bir işlem ile alınarak yine anne ağaca yakın yere dikilmek zorundaymış. Aksi hâlde yavru fidan yaşamıyor ve anne ağaç da meyveye küsüyormuş. Yavru fidanın alınması ve anne ağaca yakın dikilmesi için belirli bir süre varmış; ne daha fazla, ne daha erken olmalıymış...

Açıkçası böyle bir şey duymamıştım, hâlâ teyit etme ihtiyacı içindeyim...

***

Sonuç olarak, umre niyetiyle ve eşimin görevi bahanesiyle çıktığım Suudi Arabistan yolculuğu, başından itibaren davet edilme ya da çağırılma duyusunu yoğun yaşadığım, burada detaylandıramayacağım hâllerle zenginleşen çok yönlü bir ziyaret oldu.

Bu vesîleyle bir haftalık seyahat notlarımı sizlerle paylaşmak istedim.

İsteyen herkes için Allah nasip etsin!

Selâm ve muhabbetlerimle...