
Allah’ın
ayı: Recep
BİSMİ-HÛ… İki taş
arasında ezilmiş yüreğime bir ses… Hücum altında kalmış yara bereme bir nefes…
Hû…
İçimde
hizaya sokmaya çalıştığım bir savaşçının ruhu. Kulakları sağır eden, gönülleri
körleştiren bir yangını öğütüp iradî başlangıçlara adım atmanın muazzam bir kapısı
açılıyor göklerde. Ordu hâlinde yağarken üzerime tazyik, beni bu acziyet ve
fakr içerisinde şefkatle sarıyor Allah’ın ayı. “Dur” diyor kanlı gözyaşlarıma.
Arındırıyor günlerimi, Rahmânî duygulara boyuyor gecelerimi. Oruç bayramları
seriliyor gönül sofrasında. Onarıyor kusurlarımı, tövbelerimi…
Nasıl
ki en güzel kelâm Allah’ındır, en güzel ay yine O’nundur. Zaman nimetinin en
mübrem mevsimi üç aylar, Rabbanî tecellilere ayna oluş sırrının bir
yansımasıdır. Zayıf ve kırılgan imanıma bir mesnet, doymak bilmeyen nefsime bir
sıhhattir. Ömür terazisini Regaib ile tezyin eden ve Miraç’la tertip eden Recep
ayı, yüksek bir dağın keskin virajı gibidir. O güç yolların sonunda kâinata
“ışık saçan bir kandil” vardır.
Nuh’un
çağrısı kulaklarımda… Beni tufandan kurtaracak bir rağbet dilimin ucunda.
Eşhedü en lâ ilâhe illâ-Allah…
Musa’nın
çağrısı kulaklarımda… Beni boğulmaktan kurtaracak bir rağbet kalbimin ucunda…
Eşhedü en lâ ilâhe illâ-Allah…
Yûsuf’un
çağrısı kulaklarımda… Beni kuyulardan kurtaracak bir rağbet aklımın ucunda…
Eşhedü en lâ ilâhe illâ-Allah…
“Bir
elime ayı, bir elime güneşi verseniz, yine dâvâmdan vazgeçmem” diyen Hazreti
Peygamber’in çağrısı kulaklarımda… Beni dünya heveslerinden kurtaracak bir
rağbet, şahadet parmağımın ucunda. Eşhedü en lâ ilâhe illâ-Allah ve eşhedü enne
Muhammeden abdu-Hû ve resûlu-Hû.
Deryalara
açılmak için bir kulaç yeter. İnsan rağbet ettiği suyu içer. İnsan rağbet
ettiği kelâmı heceler. İnsan rağbet ettiği irfanı ameline yoldaş eder. Allah’ın
rahmetinin coştuğu bu ay, nihayetsiz bir yükselişin tacıdır. “Namaz mü’minin
miracıdır” hakikatini kutsî mânâlarıyla yaşamanın mukaddes yolculuğudur. Asr-ı
Saadet kokusuyla buram buram gönüllerde tüten, feyzin ve bereketin sardığı ulvi
bir itiladır.
Göğüs
kafesimi delip geçen bir miraç özlemi secdemi ağlatıyor. Ilgıt rüzgârların
taşıdığı gül kokusu, beni başka bir kervana yolcu ediyor. Orada ilimle konuşan,
hikmetle susan, yüzleri pırıl pırıl hak âşıkları ikramda bulunuyor dualarıyla…
Resûl’ün
ayı: Şaban
Islak
bir kâğıda düşen boya zerresi gibi, dağılmak… Aherlenmemiş zeminlerde iz
bırakarak, yara açarak, bocalanarak dağılmak… Fırça tutmamış ellerin ziyan
ettiği enva-i renkler arasında kaybolmak… Yasak bir bahçeden çıkıp mükerrem bir
toprağa ayak basmak… Haram ayın hemen akabinde kabilelerin gruplara ayrılması gibidir
içimizden göç edenler, yaralarımıza bakıp geçenler. Güzelce sabretmenin en
sükûn hâline bürünürüz elenirken eleklerden. Kim altındır, kim bakır?
Defalarca
elenmenin adıdır imtihan. Bir hengâmenin ortasında iyilik edenin iyilik
bulacağı inancına sımsıkı tutunmaktır Şaban. Yolunu şaşırdığın vakit sana
pusula olan, özünü hatırlatan, seni fıtrî kodlarına götüren bir andır.
Amellerin Allah’a arz edilişinde oruçlu olmayı arzu eden Resûl’ün ayıdır. Kuşların
kanat çırpışı Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Haram’adır. Naif yüreklere işlenen
kıblegâh hangi yöne dönse, ancak Allah’adır…
Ağaçlar
yeniden dal verdiğinde bir kurtuluş müjdesi düşer Şaban ayının on beşinci gecesine.
Rahmet mevsiminin bu nuranî halkası, içerisinde kutsî bir çekirdek saklar.
Oruçla filizlenen, namazla çiçeklenen, zekâtla büyüyen, dal budak serpilen bir
çekirdek… Ve bu gece, dünya semasına tecelli eden Hakk; rızık, sağlık ve afiyet
verir tan yeri ağarıncaya, çekirdek çatlayıncaya kadar…
Bir
hisse düşer kaderime. Berat’ım verilir elime. Artık daha da hazırımdır; başı
rahmet, ortası mağfiret, sonu Cehennem’den kurtuluş olan Ramazan-ı Şerife…
Ümmetin
ayı: Ramazan
Yıldızlar
berrak bir gecenin yüzünde saçılmış inciler gibi parlıyordu. İçimin dehlizlerine
saklanmış hayta bir çocuk, pencereden Ay’ı sobelemek istiyordu. Kurumuş bir
hurma dalı kisvesiyle gülümsüyordu rüyet-i hilâl. Gökyüzünün perçeminden
damlıyordu izzet-i ikram.
Duru
bir gecenin kadife teninde ışıl ışıl mahyalar… Vuslat çağına açılan bu şehr-i
âlâda ben en çok beklemeyi sevdim. Ki Ramazan, beklemenin hecelerinden örülmüş
bir dize… Sayfalarca döşenen manzume arasından ruhsuz kelimeleri ayıklayıp
hakikî bir sözün peşine düşmüş bir şair... Mısraları oruçtan, kafiyesi
sahurdan, kıtaları teravih namazından oluşan bir şiir… Her orucunda Allah’ın
rızası derdine düşenler, “Bana Seni gerek Seni!” diye açlığıyla, susuzluğuyla,
çatlamış dudaklarıyla bir aşkın yolculuğuna düşenler Ramazan’ın nasıl bir şiir
olduğunu bilirler. Ben bilmem… Bilmem ama gül kokusuyla yıkanmış seccadelere
basarım alnımı. Güneşin doğuşunu nasıl bekliyorsa yüce dağlar, yağmurun
yağışını nasıl bekliyorsa ağaçlar, ben de öylece gönlümü rahmet denizine
indireceği ümmetin ayını beklerim.
Sıcacık
bir pideyi ortadan ikiye bölerken dumanından yayılan o güzel kokuyu beklerim.
Ekmeğin kokusundan toprağın bağrına düşmek, boy veren başakları hissetmek
dilerim. Suyu beklerim ve ruhum arınsın isterim kir tutmuş hevâlardan. Ezanı
beklerim heyecan içinde, Reyyan tütsüleri hayâl ederim. Sadaka kutularını
açmayı beklerim ve köprü altı yalnızlıklara hediyeler bağışlamak dilerim paket
paket. Çayı beklerim dostun muhabbetiyle dem bulunan. Bir kalbe girmeyi
beklerim. Beklemek, gönlümün en sessiz eylemi. Bilâl gibi kızgın kumlara ve
taşlara rağmen “Allah” diyecek bir dâvâyı göğüslemeyi beklerim.
Nasibimi beklerim Yûnus gibi… Ben bilmem; benim cüz’î iradem bilmez, külli irade sahibi Yüce Yaratıcı bilir. İlim O’nundur, kudret O’nundur. O’nun mağfiretini beklerim.