Futbolumuzda deniz bitti mi?

Portekiz ve Belçika gibi ülkeler, kendi kaynakları ve arka bahçeleri olan Güney Amerika ve Afrika’dan genç yetenekleri bularak belli ölçüde başarılı oluyorlar. Ayrıca bunun üzerine parlattıkları futbolcuları büyük kulüplere satarak ciddî paralar kazanıyorlar. Belki Portekiz kulüpleri gibi Güney Amerika’da yetenekli gençleri kolayca devşiremeyiz ama biz de farklı coğrafyalara açılabiliriz.

SİZİ bilmem ama ben, bir Türk vatandaşı olarak 33 yaşına gelmiş ve Avrupa’da transfer piyasası kalmamış bir futbolcuyu havaalanında 10 bin kişinin karşılamasından ve 30 bin kişi önünde imza atmasından utandım!

İspanyol diktatör Franco, “İnsanları yüz binlik beşiklerde uyutuyorum” demiş futbol için. Hepimiz uyuyor muyuz bilmem ama tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de en gencinden en yaşlısına, ateistinden en dindarına, en solcusundan en sağcısına kadar kimsenin bigâne kalamadığı bir spor “futbol”...

Bir spor olmanın ötesinde, “Futbol, asla sadece futbol değildir!” sözünde vücût bulan bir gerçeklik söz konusu... Onu göz ardı etmeniz, görmezden gelmeniz veya yok saymanız mümkün değil. Eskiden, özellikle muhafazakâr kesimin gazetelerinde spor sayfası olmazdı. Ancak zamanla hiçbiri futbol gerçeğine kayıtsız kalamadı ve spor sayfaları, gazetelerin son sayfalarındaki yerlerini buldular.

Peki, bu kadar yoğun bir ilginin olduğu ülkemiz futbolu ne durumda?

Son dönemde yakaladığımız bir jenerasyon var ve gerek ülke içinde yetiştirip yurtdışına gönderdiğimiz futbolcularımız, gerekse de yurtdışında yetişen oyuncularımız sayesinde Millî Takım bazında işler yolunda gidiyor. Millî Takımımız, Avrupa Şampiyonası’na doğrudan katılma hakkını elde etti. Ama kulüpler bazında aynı şeyleri söylemek mümkün değil.

Hemen hemen tüm kulüplerimiz borç batağındalar. Mersin İdman Yurdu, Malatyaspor ve Gaziantepspor gibi köklü büyük kulüplerimiz amatör liglere kadar düşüp iflâs ettiler. Şu an birçok kulüp, devletin el atmasıyla sağlanan kredi kolaylığıyla ayakta kalmaya çalışıyor.

Durum böyle, ama yine de “flaş transferler” adı altında Radamel Falcao ve Obi Mikel gibi milyon dolarlık transferler yapmaktan geri durmuyoruz. Falcao’nun Galatasaray A.Ş.’ye olan mâliyetinin 7-10 milyon avro olduğu ifade ediliyor. Kariyeri ne olursa olsun, 33 yaşına gelmiş ve Avrupa’da transfer piyasası bitmiş (unutmayalım, Ronaldo da Juventus’a 112 milyon avroya transfer olduğunda 33 yaşındaydı) ve de üstüne üstlük müzmin sakatlıklar yaşayan bir futbolcuya bu paraları vermek ve 10 bin kişi ile havaalanında karşılama yapmak, bu ülkeye yakışmıyor!

Sonra ne oluyor? Böyle şaşaalı bir şekilde karşıladığımız futbolcuları, Van Persie örneğinde olduğu gibi, bir iki yıl sonra kuyruğuna teneke bağlayıp yollamak için uğraşıyoruz.

Bütün bunlara bakıldığında görünen şu ki, üç büyük spor kulübümüz Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor, bu yıl Avrupa kupalarında tam bir hüsran yaşayıp gruplardan dahi çıkamadılar. UEFA’da ülke puanımız gittikçe düşüyor. Şampiyonlar Ligi’ne lig şampiyonumuzun doğrudan katılamaması tehlikesiyle karşı karşıyayız.

Ya kendi ligimizde neler oluyor?

Ortada futbol adına konuşacak pek fazla husus olmadığı için her hafta hakemleri konuşmaya devam ediyoruz. Peki, ne yapmak lazım?

Yabancı sınırlaması çözüm değil bana göre. Unutmayalım ki, son dönemde birçok futbolcumuz Avrupa’ya 14 yabancı kuralının olduğu bir dönemde transfer oldu. Demek ki, çok yabancı olması, iyi futbolcu yetiştirmeye engel değil. Nitekim dünya futbolunda söz sahibi olan İspanya, Almanya ve İtalya gibi ülkelerin liglerinde de yabancı futbolcu sayısı çok fazla.

O zaman ülke olarak bir modele karar vermemiz gerekiyor. Çok para harcayarak bu iş yürümüyor. Çünkü yukarıda saydığımız skaladaki ülkelerin futbol kulüplerinin çok daha fazla paraları bulunuyor. Bizse ancak oralarda futbol piyasası kalmamış Falcao, Obi Mikel veyahut da gözden düşmüş ve takımlarında kadroya giremeyip yeniden bir çıkış arayan Seri, N’kodou veya Moses gibi futbolcuları transfer edebiliyoruz. Ve sonuç Avrupa’da, Başakşehir Spor Kulübü’nün dışında, tam bir hüsran!

Portekiz ve Belçika gibi ülkeler ise kendi kaynakları ve arka bahçeleri olan Güney Amerika ve Afrika’dan genç yetenekleri bularak belli ölçüde başarılı oluyorlar. Ayrıca bunun üzerine parlattıkları futbolcuları büyük kulüplere satarak ciddî paralar kazanıyorlar. Belki Portekiz kulüpleri gibi Güney Amerika’da yetenekli gençleri kolayca devşiremeyiz ama biz de farklı coğrafyalara açılabiliriz. Ama hepsinden önemlisi, altyapılarımıza gereken önemi verip kayırmacılığa dayanmayan, adil, verimli ve sağlam bir öz kaynak sistemi kurmaktır. Belki kulüplerimizin de geleceğini bu kurtaracaktır.