BU ay da her ay
olduğu gibi oldukça yoğun bir gündemle boğuştu Türkiye. Öyle çok konu vardı ki…
Yeni anayasa çalışmaları çağrısı, Millî Uzay Programı, Kıbrıs konusunda
istikşâfi görüşmeler, döviz kurlarında olağanüstü düşüşler ve daha birçok
başlık ilk akla gelenler…
Ancak
hayır, bizim aklımıza bunlar gelse de birileri bu başlıklara yokmuş yahut
olmamış yahut da konuşulmamış gibi bakmaya devam edecekler. Çünkü onların gündemlerini
onların gündemleri oluşturuyor. Bu durumu şöyle bir örnekle izah edeyim…
Büyük
kızım meteoroloji konularına tutku derecesinde bağlı ve büyük bir iştiyakla
takip ediyor. Okuma yazmayı öğrendiğinden itibaren eşimin ve benim
telefonlarımızı alıp herhangi bir çocuk işi yapmak yerine hava durumu
uygulamalarını açarak Türkiye’nin birçok şehrinin, ayrıca dünya şehirlerinin
günlük ve haftalık hava raporlarına bakar durur. Bunlar yetmezmiş gibi, bulut,
rüzgâr, nem gibi detaylar hakkında araştırmalar yapıyor.
Evden
çıktığımız bir sabah, göğe bakarak bize şöyle dedi: “Bu bulutlar deprem
bulutları; depremin habercisi olabilir…” Biz, “Ağzından yel alsın kızım” desek
de ısrarla söylemeye devam etti, biz de devamında susturduk. Ertesi gün ne mi
oldu? İzmir Depremi… Birkaç gün sonra, anneannesinin penceresinden cep
telefonuyla çektiği bir fotoğrafı yolladı bize. Esprilerle de süslediği fotoğrafta
yine bulutlar vardı ve yine o bulutların deprem habercisi olduğunu yazıyordu
mesajında. Eşimle birbirimize haber verip lâtife ettik ama sonuç, bu kez de
Ankara’da bir deprem olarak karşımıza çıktı. Kızımızın tahminlerini dikkate
almak artık farz olmuştu.
Daha
sonra iki tahmininde daha doğru sonuca ulaşınca, bazı haber ajanslarına ve
takip ettiğim bazı meteoroloji uzmanlarına sordum kızımızın tahminlerini. Ne
haber ajansları konuyu ilginç buldu, ne de uzmanlar sorularıma cevap verdi. Ne
mi oldu? Israrlı gönderi yaptığım ajanslar sosyal medya sapıklarıyla ilgili
haberleri daha değerli buldular, meteorolog uzmanlarsa havalı haber
sunumlarının yanında reklâmlarda boy gösterir oldular. Yani ciddi bir gündem,
hava olup uçtu gitti…
Bâriz
şekilde ortada ki, yalnız kendi gündemleriyle konuşarak Türkiye’nin gündeminin
önüne geçmeye çalışanlar, freni boşalmışçasına yaptıkları hızla ülke siyâsetine
büyük bir kaza geçirtmek arzusuyla yanıp tutuşuyorlar. Ancak bu yüzden tahmin
edebiliyoruz ki, Türkiye’nin hayatına kastedenler de ajandalarını,
muhalefettekilere endeksle değil, iktidar kanadı üzerinde tutmayı daha ehven
görüyorlar. Öyle ya, Türkiye’de çeşitli darbe yöntemleriyle iktidarın
devrilmesinden bahsetmek her gün mümkün, ancak bir Cem Uzan tipi bile çıkıp “Mazot
1 lira olacak” dahi demiyor, diyemiyor. Zira Türkiye muhalefet siyâseti
anlamında öyle tıkanmış durumda ki gafların dahi plânlı birer hazırlığın ürünü
olduklarını düşünmekten geri duramıyoruz.
Sahi,
biz bu muhalefet kıtlığı içinde nasıl bir siyâset iktisadı yapabiliriz? Meselâ
AK Parti’yi bir dönem iktidar, bir dönem muhalefet yapıp kendi kendimize mi
eğlensek? Bir dönem IMF’ye borçlansak da sonraki dönem o borçları mı ödesek?
Bir dönem terör hortlasa da sonraki dönem inlerine mi girsek? Bir dönem hastanelerin
içi yansa da sonraki dönem şehir hastanesi rekorları mı kırsak? Bir dönem
İHA’larda ihale skandalları kopartsak da sonraki dönem SİHA’larımızla dünyanın dört
bir köşesinde destanlar mı yazsak? Siz söyleyin, nasıl yapsak?
15
Temmuz için ahlâksız birileri “Kendi kendilerine yaptılar, tiyatro bunlar”
demişti ya ne de olsa, alışığız yani bütün bunlara… Onlar varsınlar, kendi
gündemleriyle sözlenip kendi gündemleriyle nikâhlansınlar, Türkiye ciddi
gündemleriyle 2023’e hazırlanmaktan, kızımız da meteorolojiye dair gelecek
nesil tezler oluşturmaktan geri kalmayacak!