Fransa’nın çıkmazı

Fransa’da ve Avrupa’nın bazı devletlerinde ırkçılığın ve Müslüman düşmanlığının altında yatan hiçbir bilimsel neden yoktur. Tamamen kin, nefret, korkaklık, ırkçılık ve paranoyak anlayışın hüküm sürdüğü formel bir yapı vardır.

İNSAN farklılıklara müptelâ bir canlıdır. Her zaman aynı şeyleri yemekten sıkıldığında farklı lezzetler arar ve biraz uzaklara kaçmak ister. En lezzetli yiyecekleri de yese, çobanın azığındaki soğandan aldığı lezzeti kimi zaman bulamayabilir.

İnsan, maddî ve mânevî/sosyal açıdan çeşitliliğe ihtiyaç duyar. Tabiatı gereği her sanat eserini takdir edecek donanımda olan insan, çeşitlilikleri anlamlandırdığında sürdürülebilir bir yola girmiş olur ve bulanıklık ortadan kalkar.

Çeşitliliğin sayısı, eserlerin zenginliği ile ilişkili olduğu kadar insanın önündeki fırsatlarında sayısıyla doğru orantılıdır. Fırsatları tepmenin anlamsızlığı, açık kapıları kişinin kendisinin birer birer kapatması anlamına gelir. Bu nedenle konuya, insanın cinsiyetine, milliyetine, sosyal statüsüne, dinine, diline, ırkına ve rengini dikkat etmeden diğer insanlara faydalı olması ölçüsü oranında bakmak yanlış olmayacaktır. Bu şekildeki bir bakış, bireyin yaşadığı toplumun coğrafî sınırları içerisinde hapsolmadan evrensel düzleme taşınması anlamına gelir.

Bir insanın değer ve üstünlüğünün kaynağı, insanları olduğu gibi kabul edip insanlar arasında ayrım yapmamasıdır. Adalet, bu işin taçlandırılmış şekli olarak tezahür eder. En temel bilimlerde bile formülasyonun kaynağı, farklılıkların açık edilmesine dayanır.     

Bir olayı fiziksel olarak açıklayabilmek ve anlamlandırabilmek için iki durum arasındaki fark, her iki durumun aynı anda bağlı olduğu parametredeki artışına oranı olarak görülebilir. Diğer olaylara da bu pencereden bakılabilir.

İnsan açısından hayatın en önemli mihenk taşlarından birinin bilmek, anlamak ve mânâ vermek olduğunu biliyoruz. Bilgi üzerinde çalışılması ve yayılması, kişi ve toplumlar için önemlidir. İnsan ve toplumun bilinç düzeyinin artması, anlama ve anlamlandırma yeteneğindeki nüfuz derinliğini arttırır. Bu durum toplumların ilerlemesinde önemli noktaya karşılık gelir.

Kuantum mekaniğinin nesnelerin bireysel ve toplumsal yönlerine bakan yönü vardır. Klasik mekanik ise daha çok maddelerin toplumsal yansıması çerçevesinde kalır. Kuantum ve sosyoloji arasındaki analoji ise evrenin her alanına dair söylemlerinin olmasını gerekli kılıyor. Ancak özellikle Batı’dan süt emen bazı çevreler, sosyolojinin sadece modernizme karşı çıkışında kalmasına büyük çaba göstererek statükonun devam etmesini istiyorlar.

Bu, statükonun devam etmesini isteyenlerin insanı hiçleştiren ve azınlığın çoğunluğa hükmetmesini arzu eden çevreler olduğunu gösteriyor. Bu tür fikir sahiplerinin özgürlük, insan hakları ya da evrensel değerlere sahip çıkmasını beklemek mantıklı durmuyor.    

Yazılarımızda sıklıkla yer verdiğimiz, kuantumun Batı tarafından bilimsel olarak ortaya çıkartılmasının aksine Batı’nın klasik dünya görüşüne sarılması, hürriyet, özgürlük, insan hakları ve kendi fikirlerine ne kadar güvendiklerini ortaya koyması açısından önemli bir mihenk taşıdır.

Albert Einstein’in kuantumun keşfine katkı sağlayıp klasik görüşe hizmet etmesi, “Newtoncu görüşten dışarı çıkamayız” diyen Türkiye’deki bazı fizikçiler ve sosyolojinin sadece klasik (toplum) çerçevesinde kalmasına gayret edenler hep aynı değirmene su taşıyorlar. Doğu’ya inat!

Kuantumdan klasik fiziğe geçiş, bireyden topluma geçiş olarak görülür. Bu hâl, Batı’nın klasikte ısrar edenleri ve Doğu’da buna destek verenlerin bilime nasıl baktıklarını ortaya koyuyor. Evet, her iki grup da bilime şemsiye olarak bakıyor. İdeolojik saplantıları ve evrensel insan haklarından yoksun, dünya insanlığına tepeden, aşağılayıcı ve ötekileştirici bakan tavırları ortaya çıkıyor.   

Bu bakışı aslında tanıyoruz. İngiliz kraliyet ailesinin Hıristiyanlık görüşünü dünyaya yaymak için fizik bilimini bir koruma kalkanı gibi kullanan Newton’dan tanıyoruz. Newton, bu görüşün hâkim olması için kraliyet ailesine ömrünün sonuna kadar sadık kalmıştır. Batı’da şimdilerde de gelir geçer akçe budur.

Şimdilerde Fransa’da yapılacak seçimlerde İslâm ve Müslüman düşmanlığının altında işte bu görüş yapmaktadır! Zamanında yapılan küçük hataların ve anlamlandıramamanın neticesinde bugünkü Avrupa ve Fransa, ırkçı bir kalıp içerisinde bir din düşmanı hâline gelebilmiştir. Ancak Avrupa ve tüm Batı’da gerçekten özgürlükçü ve insan haklarına saygılı büyük bir kitlenin varlığını da görmezden gelmemek gerekir.

Her şeye rağmen Fransa’da ve Avrupa’nın bazı devletlerinde ırkçılığın ve Müslüman düşmanlığının altında yatan hiçbir bilimsel neden yoktur. Tamamen kin, nefret, korkaklık, ırkçılık ve paranoyak anlayışın hüküm sürdüğü formel bir yapı vardır. Böyle bir yapının bütün dünyanın kabul edebileceği bir medeniyet inşâ etmesi mümkün değildir.

Sadece geçici bir ekonomik refah oluşturur bu. Nitekim Batı’nın yaşadığı bu aşamalar onun sonbaharıdır. Türkiye ise zemheriyi atlatmış, bahara yelken açmıştır. Beklenmedik bir soğuk olmaz ve yeşeren filizler iyi korunursa, baharın aşikâr olması an meselesidir.